| 10Ey Rasûlüm, şüphesiz ki, sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah'ın kudreti, onların kuvvetinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükafaat verecektir. Ey Rasûlüm, Hudeybiye'de düşmana karşı savaşacaklarına ve düşmanın önünden kaçmayacaklarına dair sana biat eden arkadaşların şüphesiz ki Allah’a biat etmişlerdir. Zira Allah onlara bu biatlan karşılığında cenneti garanti etmiştir. Onlar, Allah'ın peygamberine yardım etmek üzere biat ettiler. Allah dilerse, onların biati olmadan da peygamberine yardım eder. Zira Allah'ın gücü ve kuvveti onların güç ve güç ve kuvvetinden daha üstündür, fakat Allah onların biati ile kendileriningerçek mü’min olduklarını ortaya çıkarmış oldu. Ey Rasûlüm, artık bundan sonra kim, sana yaptığı biati bozacak olursa kendi aleyhine bozmuş olur. Çünkü o, kendisini, Allah'ın, biat edenlere vaadettiği cennetten mahrum eder. Peygambere de Allah'ın yardımı yeterlidir. Kim de düşmanlarla karşı karşıya geliğinde sabır ve metanet göstereceğine ve Allah'ın peygamberine yardım edeceğine dair Allah’a verdiği sözü yerine getirecek olursa Allah ona, büyük bir mükafaat olan cenneti verecektir. Hudeybiye Mûsalahası Hudeybiye, Mekke yakınlarında bulunan bir vadinin adıdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hicretin altıncı yılında, ashabiyla birlikte, Kabe'yi tavaf edip Umre yapmak için gittiğinde bu vadide konakladı ve kendisini Mekke'ye sokmak istemeyen müşriklerle bir antlaşma yaptı. İşte bu çok mühim olay şöyle cereyan etmiştir: Misver b. Mahreme ile Mervan'dan, birbirlerinin sözlerini tasdik ederek şöyle dedikleri Rivâyet edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye seferinde Medine'den çıkmıştı. Yolun bir kısmına vardıklarında yanındakilere: -Halid b. Velid bir takım Kureyş süvarisi ile gözcü olarak Gamim, mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafını tutunuz." buyurdu. Ravi diyor ki: "Vallahi Halid, peygamberle maiyetinin hareketini anlamadı. Nihâyet Halid, ordumuzun kaldırdığı kara tozu gördü de hayvanına ayağı ile vurup koşturarak Resul-i Ekrem'in geldiğini Kureyş'e bildirmek üzere süratle gitti. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) de ordusuyla yürüdü. Nihâyet seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş'in karargâhı üzerine inilirdi. Burada Resûlüllah’ın bindiği Kasvâ adlı deve çöktü, insanlar: -Kasvânın huyu tuttu, Kasvâ'nın huyu tuttu." demeye başladılar. Hayvanı sevk ettilerse de çökmekte ısrar etti. Yine insanlar: -Kasvânm huyu tuttu. Kasvânın huyu tuttu." dediler. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem): -Kasvânın huyu tutmaz. Onun çökmek huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Mekke'ye girmekten fili men eden kudretullah şimdi de Kasvâyı menetti." buyurdu. Bundan sonra Resûlüllah: -Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın harem dalihinde muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar zor istekte bulunursa ben onu muhakkak onlara vereceğim." buyurdu. Sonra Kasvâyı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvi demiştir ki: "Bu defa Resûlüllah Kureyş tarafından dönerek nihÂyet suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin sonuna indi. Bu, az suyu, halk, birer parça almış ve halkın orada durabilmesi için su bırakmayıp kuyunun suyunu tamamen çekmişlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e susuzluktan şikâyet olundu. Bunun üzerine Resûlüllah, ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmaya başladı. Suyun bu feveranı, Resûlüllah'ın arkadaşları dönünceye kadar onları suya kandırmak için devam etti. Onlar, kuyunun kenarında oturarak su kaplarını doldurdu. Resûlüllah ile maiyeti bu halde iken Huzaa kabilesinden Büdeyl b. Verka, kendi kabilesi Huzaa'dan birkaç kişi ile birlikte çıkageldi. Mekke ve havalisindeki Tihame kabileleri arasında Huzaalılar, ötedenberi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in sırdaşı idiler. Müslüman olsun müşrik olsun bütün Hazaalılar Mekke'de olup biten herşeyi Resul-i Ekrem'den saklamazlar, gizlice bildirirlerdi. Büdeyl gelince Resul-i Ekrem'e: -Haaberiniz olsun, Kureyş'in Kâ'b b. Lüey ile Âmir b. Lüey kabileleri, Hudeybiye surlarının en zengin menbaalarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri, kadınları ve çocukları da yanlarında bulunuyor. MÂişetleri yolundadır. Şimdi ben onları bu halde bıraktım geliyorum. Onlar muhakkak size karşı harp edeçekler. Ve sizi Beyt-i Şerife girmekten men edecekler." dedi. Resûlüllah da şöyle buyurdu: -Fakat biz, hiçbir kimse ile harbetmek için gelmedik. Biz yalnız Umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber Bedir, Hendek harbi, Kureyş'in maddi ve manevi bütün kuvvetlerini zaafa ve onları hayli zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse ben onlarla aramızda bir mütareke müddeti tayin edeyim. Şu şartla ki bu müddet zarfında ben onlarla harp etmeyeyim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım serbest bıraksınlar, karışmasınlar. Eğer ben, galip gelirsem, Kureyş müşrikleri de halkın girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse kendi arzularıyla girebilirler. Şâyet ben, müşriklerin sandıkları gibi galip gelmezsem, bu ihtimale göre de müşrikler benimle harp etmek külfetinden kurtulur rahata ererler. Eğer Mekkeliler böyle bir mütarekeyi kabul etmez ve diğer Araplarla beni, kendi halimize bırakmayıp müdahale etmek isterse, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar Mekkelilere karşı cihad edeceğim, bu muhakkaktır. Şu da kafidir ki, o zaman Allah, Kur'an-ı mübindeki yardım vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Büdeyl b. Verka Resûlüllah’a: -Şimdi bu sözlerinizi ben herhanlde Kureyş'e tebliğ ederim." dedi. Ve ra-vinin beyanına göre, gidip Kureyş'in karargâhına vardı ve: -Şimdi ben, yanınıza şu adamın (Hazret-i Muhammed'in) yanından geliyorum. Şöyle bir söz söylediğini işittim. İnerseniz anlatayım." dedi. İkrime b. Ebi Cehl ve Hakem b. Ebil As gibi Kureyş'in beyinsizleri: -Senin bize bir şey haber vermene ihtiyacımız yoktur." diye karşıladılar. Fakat içlerinden sağlam görüşlü birisi: -Haydi işittiğin söz ne ise söyle bakalım." dedi. Büdeyl: -Onun şöyle şöyle dediğini işittim." diyerek Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in sözlerini birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ud ayağa kalkıp Kureyş'e karşı bir hutbe irad ederek: -Ey kavim, siz benim babam yerinde değil misiniz? diye sordu. Kureyşliler. -Evet, diye tasdik ettiler. Bunun üzerine: -Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim? dedi. Onlar: -Evet diye tasdik ettiler. Sonra Urve: -Beni bir şüphe ile itham eder misiniz? diye sordu. Buna da: -Hayır diye cevap verdiler. Bu defa Urve: -Ukaz halkının tamamını yardıma davet ettiğimi ve onların imtina etmeleri üzerine kendim çoluk çocuğumla ve bana itaat eden etrafımla size yardıma koştuğumu pekala bilirsiniz değil mi? dedi. Onlar da: -Evet biliriz diye tasdik ettiler. Bu teminatı aldıktan sonra Urve: -Bu adam (Resûlüllah) size doğru bir teklifte bulunuyor. Onu kabul ediniz ve beni bırakınız ona gideyim. Dedi. Mekkeliler: -Haydi git diye izin verdiler. Urve geldi ve Resûlüllah’a durumu anlatmaya başladı. Resûlüllah da Urve'ye Büdeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikir beyan etti. Bu arada Resul-i Ekrem'in "Bir mütareke kabul etmezlerse Kureyş ile ölünceye kadar harp edeceğim." buyurması üzerine Urve: -Ey Rasûlüm, sen, kavminin kökünü kazıyacak olursan bana söyler misin? Senden evvel Araptan kendi kavmini toptan helak eden bir kimse işittin mi- Ya mesele diğer şekilde zuhur ederse? Ya siz yenilirseniz? Vallahi ben aranızda ileri gelen bazı kimseler görüyorum. Bu muhakkak olmakla beraber yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık bazı kimseler de görüyorum ki, bunlar harp sırasında kaçıp seni yalnız bırakabilecek kabiliyettedirler." dedi. Ebubekir (radıyallahü anh) Urve'nin, Peygamberin arkadaşlarını harptan kaçabilecekleri şeklinde göstermesi üzerine Urve'ye: -Haydi sen, "Lafın kıçını yala. Biz mi Resûlüllahı yalnız bırakıp firar edeceğiz? Hâşâ" diye fena halde çıkıştı. Urve: -Bu da kimdir? diye sordu. Ashab: -Ebubekir, dediler. Urve: -Ah Ebubekir, hayatım kudret elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde şu ana kadar karşılığını ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı elbette ben de sana cevap verirdim." diye mukabele etti. Râvi diyor ki: Urve, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)e söz söylemeye devam etti ve konuşurken Arap âdeti üzere her söz söyledikçe eliyle Resûlüllah’ın sakalını okşayarak saygıda bulunuyordu. Halbuki bu sırada Muğire b. Şube ki, Urve'nin kardeşinin oğludur, başında miğfer ve yalın kılıç bir halde Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in yanında durup onu muhafaza ediyordu. Ve Urve her ne zaman Resul-i Ekrem'in sakalını okşamaya yeltenirse, Muğire, kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye: "-Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in sakalından elini çek. İhtarında bulunuyordu. Muğire'nin bu ihtarları üzerine Urve başını kaldırarak: -Bu da kimdir? diye sordu. Ashab: -Muğire b. Şube'dir. dediler. Bunun üzerine Urve: -Ey hain, ben hâlâ senin cahiliyyetteki öldürdüğün adamların diyetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi. Muğire müslüman olmazdan evvel cahiliyette, Mâlik oğullarından bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş ve yolda bunları öldürüp mallarım almış, sonra Medine'ye gelip müslüman olmuştu. Resul-i Ekrem'e bu malları arzettiğinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): -Müslümanlığın bizce kabuldür. Fakat bu mallar haksız olarak elde edilmiştir. Biz bunlardan hiçbir şeye el sürmeyiz." buyurmuştur. Sonra Urve, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in ashabını iki gözüyle tedkike başladı. Ve arkadaşlarına: -Bu ne saygıdır. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine getirmeye çalışıyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak için nerdeyse birbirlerini öldürüyorlar. Peygamber söz söylerken de huzurundaki bütün ashab, seslerini alçaltarak cevap veriyorlar. Ona tazim için yüzüne de dikkatle bakamıyorlar." dedi. Daha sonra Urve, Kureyşin yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi: -Ey ahali, vallahi ben, vaktiyle birçok kralların huzuruna sefir olarak çıktım: Mesela, Rum meliki Kayzer'in, Fars meliki Kırsa'nın, Habeş meliki Necaşi'nin divanlarına elçi olarak girdim. Vallahi bunlardan hiçbir kralın arkadaşlarını, Muhammed'in ashabının Muhammed'e saygı gösterdikleri derecede krallarına saygıda bulunur görmedim. Muhammed'in ashabı, onun tükürüğü ile dahi te-berrük ediyorlar. O, bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine getirmeye koşuyorlar. O abdest aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak için nerdeyse birbirlerini öldürüyorlar. O, söz söylerken ashabı hafif bir sesle tasdik ve cevap veriyorlar. Muhammed'in ashabı, saygı için onun yüzüne dikkatle bakamıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel ibr anlaşma teklifinde bulundu. Bunu kabul ediniz." dedi. Bunun üzerine Kinane oğullarından birisi Kureyş'e hitaben: -Beni bırakınız, bir kere de Muhammed'in yanına ben gideyim." dedi. Onlar da: -Pekala git. Dediler. Bu Kulnaneli zat, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına doğru gelirken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): -Bu gelen, filan kimsedir. O, bir kabiledendir ki onlar Hac ve Umre kurbanlarına saygı gösterirler. Gerdanlıklı develeri bu zatın gözü önüne salıveriniz." buyurdu. Ashab bütün kurbanlık develeri onun yolunun üzerine salıverdiler. Ve ashab yüksek sesle "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" diyerek Kinaneliyi karşıladılar. Kinaneli zat, kurban develerini ve halkın telbiye ile karşılayışını görünce hayret ederek: -Sübhanallah, bunlan Beyt-i Şerifi ziyaretten men etmek, bunlara karşı layık olmayan bir muameledir." dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de: -Ben bunların Umre için kesecekleri kurban develerini kıladelenmiş (gerdanlık takılmış) ve belli edilmiş bir halde gördüm. Doğrusu bunlan Kabe'yi ziyaretten men etmeyi muvafık görmem." dedi. Sonra Kureyşüler arasında Mikrez b. Hafs denilen birisi kalkıp: -Bana müsaade ediniz de Muhammed'e bir de ben gideyim." dedi. Onlar da: -Haydi git, dediler. Mikrez, Resul-i Ekrem ile ashabına doğru gelirken, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem): -Şu gelen Mikrez'dir. Facir bir kimsedir, buyurdu. Mikrez, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşmeye başladı ve Resul-i Ekrem'e durumu anlatmak üzereyken Süheyl b. Amr çıkageldi. Süheyl gelince Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ümitlenerek ashaba karşı: -Artık işiniz bir dereceye kadar kolaylaştı, buyurdu. Süheyl b. Amr gelince Resul-i Ekrem'e: -Haydi hokka, kalem ve kağıt getir, sizinle aramızda, bir antlaşma yaz. dedi. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) kâtibi Ali b. Ebi Talib'i çağırdı ve buyurdu ki: "Bismillahirrahmanirrahim." diye yaz. Bunun üzerine Süheyl Resul-i Ekrem'e: -İyi amma ben, rahman kelimesinin mahiyeti nedir bilmiyorum. Fakat vaktiyle senin de yazdırdığın gibi "Bismike Allahümme" "Allah’ım senin isminle" diye yaz dedi. Müslümanlar da hep bir ağızdan: -Vallahi biz onu yazmayız. Ancak "Bismillahirralımanirrahim." yazılmasını isteriz." demişlerdi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'ye hitaben: -Haydi "Bismike Allahümme." diye yaz. buyurdu. Sonra da: "Bu yazı Muhammed Resûlüllah’ın içindekileri kabul ve imza tetiği antlaşmadır." diye yazmasını emretti. Süheyl buna da itiraz ederek: -Vallahi biz, senin Resûlüllah olduğunu bilmiş ve tasik etmiş olsak seni Kabe'yi ziyaretten men etmez ve sana karşı savaşa kalkışmazdık. Şimdi sen, "Muhammed b. Abdullah" diye yaz, dedi. Bu teklif üzerine Resul-i Ekrem: "Vallahi, siz beni yalanlasanız da ben Allah'ın peygamberiyim." dedi ve: -Haydi Resûlüllah lafzını sil de "Muhammed b. Abdulah." yaz diy emretti. Ali b. Ebi Talib: -Vallahi ben senin mübarek Resûlüllah unvanını katiyyen silemem." dedi. Bunun üzerine, Resul-i Ekrem yazıyı elinealıp "Muhammed b. Abdullah" diye yazdırdı. Bu hadisin ravilerinden olan Zührî demiştir ki: "Resûlüllah’ın gerek besmelenin gerek anltaşmanın unvanının yazılış şekli hakkında Süheyl b. Amr'ın tekliflerine muvafakat buyurmaları, Resul-i Ekrem'in evvelce: "Kureyş, Allah'ın haremi dahilinde muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar müşkül talepte bulunursa bulunsun ben onu muhakkak onlara vereceğim." şeklindeki kararının tecellesidir. (Antlaşmanın unvanı: "Ya rab, senin isminle başlarım. Bu yazı Muhammed b. Abdullahın içindekileri imza ettiği bir musalahanamedir." şeklinde kararlaştırılıp yazıldıktan sonra Resul-i Ekrem antlaşma şartlarını teklif ederek Süheyl b. Amr'a: ) -Siz bizimle Beyt-i Şerifin arasını serbest bırakınız da biz de Beyti tavaf edelim, buyurdu. Süheyl bu teklife de itaraz ederek: -Vallahi sizinle Beytin arasını boş bırakamayız. Çünkü Arap milleti "Cebren ve kahren istila olunduk." diye hakkımızda dedikodu eder. Şu kadar ki, bu serbest bırakma keyfiyeti gelecek seneden itibaren başlasın." dedi. Ve bu suretle kabul olunarak Hazret-i Ali yazdı. Süheyl b. Amr da şöyle bir madde teklif etti: -Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin," dedi. Bu teklife müslümanlar hayret ederek: -Sübhanallah. İslam camiasına iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade olunur? dediler. Onlar bu halde iken süneyi b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayaklan bağlı olara seke seke geldi. Ebû Cendel müslüman olmuştu. Ve bu yüzden Mekke'de hapsolunmuştu. Bu sırada Mekke'de hapis bulunduğu yerden birçok zorlularla kaçmış ve türlü güçlüklerle buraya gelip nihÂyet kendisini müslümanlar araşma atmıştı. Bunun üzerine Süheyl: -İşte Ey Rasûlüm, sana karşı imza edeceğim antlaşmanın birinci maddesine tevfikan bunu bana vermelisin." dedi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem): -Biz antlaşmayı henüz imza etmedik bile." buyurdu. Süheyl: -Öyleyse vallahi ben de seninle hiçbir madde üzerinde anlaşma yapmam. dedi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem): -Haydi bunu bana bağışlayıp imza et." buyurdu. Süheyl: -Ben bunu sana asla bırakamam." dîye reddetti. Resul-i Ekrem: -Hayır bu işi hatırım için yap." buyurdu. Süheyl ısrar edip: -Asla yapamam." dedi. Kureyş heyetinden Mikrez b. Hafs da Resul-i Ekrem'e hitaben: -Haydi bunu sana bağışladık." dedi. Fakat imzaya yetkili olan Süheyl bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Ebû Cendel babasının bu katı tutumundan ümitsizliğe kapılarak şöyle dedi: -Ey cemaat-i müslümin, müslüman olarak geldiğim halde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim uğradığım bu felaketi görmüyor musunuz? diye haykırdı. Hakikaten Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in en şiddtetli işkencelerine maruz kalmıştı. İbn-i İshak, hadise şu Rivâyeti ilave etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: -Ey Ebû Cendel sabret, Allah’tan ümidini kesme. Biz müslümanlar mağdur ve mağlup olmayız. Allahü teâlâ yakında sana da kurtuluş yolunu bahşedecektir. Bu durumdan müteessir olan Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: "unun üzerine ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e varıp: -Sen, Allah'ın hak peygamberi değil misin? dedim. Resûlüllah: -Evet, hak peygamberiyim." buyurdu. Ben: -Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız bâtıl üzere bulunmuyorlar mı? dedim. Resul-i Ekrem: -Evet öyledir." buyurdu. Ben: -O halde dinimiz uğrunda bu zilleti niçin kabul edelim? dedim. Resul-i Ekrem: -Şüphesiz ki ben Allah'ın peygamberiyim ve ben, bu antlaşmayı kabul etmekle Allah’a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcimdır." buyurdu. Ben yine: -Vaktiyle sen bize "Yakında Beyt-i şerife varıp Beyti tavaf edeceğiz." diye haber vermez mi idin? dedim. Resûlüllah: -Evet vermiştim, fakat bu sene varıp tavaf edeceğiz." diye haber verdim mi?- buyurdu. Ben de: -Hayır, dedim. Resul-i Ekrem: -Herhalde sen yakın bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, buyurdu. Ömer b. el-Hattab demiştir ki: "Bunu müteakiben ben, Ebubekir'e vardım ve: -Ey Ebubekir, bu Allah'ın hak peygamberi değil midir? dedim. O da: -Evet öyledir, diye cevap verdi. Tekrar ben: -Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız bâtıl üzere bul ummuyorlar mı? dedim. Ebubekir: "Evet öyledir." dedi. Ben de dedim ki: -Öyle ise niçin biz dinimiz uğrunda zilleti kabul edelim? Ebubekir: -Behey adam. Muhammed, Allah'ın peygamberidir. O, rabbine âsi değildir. Allah onun yardımcısıdir. Sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir." dedi. Ben tekrar: -O bize, Medine'de: "Beyt-i şerife varacağız, tavaf edeceğiz," demedi mi? diye sordum. Ebubekir: -Evet öyledir. Fakat sana bu sene varıp tavaf edersin." diye mi haber verdi?" dedi. Ben de: -Hayır, dedim. Ebubekir: -Dur bakalım. Yakın bir zamanda sen Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, dedi. Ömer (radıyallahü anh): "Bu itizarlarımdan dolayı keffaret ödeyerek daha sonra birçok salih amelde bulundum." demiştir. Râvi diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) antlaşmanın yazım ve imzasını bitirdikten sonra ashaba: -Haydi artık kalkınız. Kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." buyurdu. Râvi diyor ki: "Vallahi ashaptan bir kişi olsun kalkmayınca Resûlüllah, hanımlarından Ümmü Seleme'nin yanına girdi. Ve: "Şu halkı görüyor musun? Onlara emrediyorum da emirlerimi yerine getirmiyorlar." diye halktan gördüğü kayıtsızlığı ona anlam, Ümmü Seleme: -Ey Allah'ın Peygamberi, emrini yerine getirtmek istiyor musun? O halde şimdi dışarı çık. Sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş edinceye kadar ashaptan hiçbirisine bir kelime bile söyleme. Dedi. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiçbirisi ile görüşmeyerek kurbanlık develerini kesti. Ve berberi, Huzaah Hıraş b. Ümeyye'yi çağırıp tıraş oldu. Ashap, Resul-i Ekrem'i bu halde görünce onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler. Birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Aceleden birbirlerini öldüreyazdılar. Resul-i Ekrem tıraş olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi. Bu hususta nasıl hareket edileceğini öğreten Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, mü’min olduklarını söyleyen kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir, mü’min olduklarını öğrendiğiniz zaman da, onları kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mü’min kadınlar kâfirlere helaldir, ne de kâfir erkekler mü’min kadınlara helaldir. Kâfir kocalarının sizlere muhacir olarak gelen mü’min kadınlara vermiş oldukları mehirleri geri iade edin. Bu muhacir kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde kendileriyle evlenmenizde bir mahzur yoktur. Kâfir kadınları nikahınız altında tutmayın. Siz, kâfir kadınlara verdiğiniz mehiri istemeyin. Kâfir erkekler de size gelen muhacir kadınların mehirlerini istemesinler. İşte Allah'ın sizin hakkınızda hükmü budur. O, aranızda hükmeder. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Mümtahine Sûresi, âyet: Bu âyetin nüzulü üzerine Ömer, hâlâ müşrike olan iki karısını boşadı. Bunlardan biri, Muaviye b. Ebi Süfyan ile diğeri de Safvan b. Ümeyye ile evlendi. Sonra Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye döndü. Onun Medine'ye dönüşünden sonra Kureyşlilerden Ebû Basîr müslüman olarak Medine'ye geldi. Kureyş de onu geri istemek üzere iki kişi gönderdi. Bunlar Resul-i Ekrem'e: "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı hatırlatırız." dediler. Resul-i Ekrem de antlaşma mucibince Ebû Basîr'i bu iki kişiye iade etti. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihâyet Zülhuleyfe'ye vardılar. Dağarcıklarındaki hurmadan bir miktarını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr, bu iki kişiden birisi olan Huneys'e: -Ya filan, vallahi şu kılıcını ben, emin ol ki çok güzel görüyorum." dedi. Kılıcın sahibi olan diğeri de kılıcı kınından çekerek: -Evet vallahi bu kılıç çok iyidir. Ben onu defalarca tecrübe ettim. dedi. Ebû Basîr de: -Müsaade et de bakayım." dedi ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen Huneys'e vurdu. Huneys nihÂyet öldü. Diğer arkadaşı, bir Rivâyette Hunesy'in kölesi Kevser kaçarak tâ Medine'ye vardı. Mescide koştu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onun telaşla koşup geldiğini görünce: -Muhakkak şu adam bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu. Kevser, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)e yaklaşınca Resul-i Ekrem'e: -Vallahi, efendim öldürüldü. Engel olmazsanız muhakkak ben de öldürüleceğim." dedi. Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve: -Ya Resûlallah, vallahi sana Allah ahdini ifa ettirdi. Beni müşriklere iade ettin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashaba hitaben: -Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret olunur. Bu adam harp gelberisidir. Eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek sulh bozulacak." Ebû Basîr Resul-i Ekrem'in bu sözlerini işitince, kendisini müşriklere hemen iade edeceğini anladı. Resûlüllah’ın huzurundan çıktı. Ve deniz sahiline kadar kaçtı." İS" mevkiinde karar kıldı. Râvi diyor ki: "Süheyl'in oğlu Ebi Cendel de yetmiş süvari müslüman ile birlikte müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e iltihak etti. Şimdi artık müslüman olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihâyet Ebû Basîr'in etrafında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Ku-reyş'in Şam'a bir ticaret kafilesinin gittiğini duyunca hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı. Kureyş, kendisini tehdit eden bu vaziyet üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e Ebû Süfyanı hususi bir yetki ile gönderdi. Şimdi Kureyş Resul-i Ekrem'den Allah rızası için ve aradaki akrabalığa hürmeten Ebû Basir cemaatinin talanına mani olmasını ricaya başlamıştı. "Artık bundan böyle Mekke'den Medine'ye kim gelirse emindir iade edilmeyecektir." diye haber göndermişlerdi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bâsir cemaatine mektup gönderdi. Medine'ye gelmelerini bildirdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Sizi, onlara muzaffer kıldıktan sonar Mekke'nin göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektiren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görür." "Onlar, inkâr edenler, sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis ettiğiniz hayvanları yerine kavuşmaktan alıkoyanlardır. Eğer o kâfirler arasında bilmediğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bulunup da farkında olmayarak, onları tepeleyip vebal altında kalma ihtimaliniz olmasaydı, savaşmanıza izin verirdik. Bütün bu nimetleri Allah size, dilediklerini rahmetine kavuşturmak için vermiştir. Eğer mü’minlerle kâfirler birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık." "İnkâr edenler, kalblerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da peygamberinin ve mü’minlerin kalblerine huzur ve sükunet indirdi. Onları takvayı gerektiren sözden ayırmadı. Bunlar ise, buna hakkıyla layık ve ehil kimselerdi. Allah, herşeyi çok iyi bilir. Fetih Sûresi, âyet: 24-26 âyetlerini indirdi. Buhari, K. eş-Şürut, bab: 15. | 
﴾ 10 ﴿