MÂÛN SÛRESİ

Maun sûresi yedi âyettir. 1. 2. ve 3. âyetleri Mekke'de diğer âyetleri de Medine'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Gördün mü o dini yalanlayanı?

Ey Rasûlüm, Allah'ın sevap vereceğini ve cezalandıracağını yalanlayan kişiyi gördün mü? O kişi bu sebeple Allah'ın emrini tutup yasağından kaçınmaz.

Âyette zikredilen "Din" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas'a göre "Allah'ın hükmü" İbn-i Cüreyc'e göre ise "Hesaba çekilme" demektir.

2

Bak. Âyet 3.

3

Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen işte O'dur,

"Yetimi itip kakan" ifadesi, Abdullah b. Abbas ve Mücahid tarafından "Yetime hakkını vermeyen, onu doyurmayan" şeklinde, Katade ve Dehhak tarafından "Yetimi ezen" şeklinde, Süfyan es-Sevri tarafından da "Kovalayan" şeklinde izah edilmiştir.

Âyet-i kerime’de, hesaba çekilmeye inanmayan kimsenin, kendisi bizzat hayır ve hasenat yapmadığı gibi başkalarım da bu hususta teşvik etmediği beyan edilmektedir.

4

Vay o namaz kılanlarını haline,

5

Ki onlar, kıldıkları namazdan habersizdirler.

"Onlar kıldıkları namazdan habersizdirler." şeklinde tercüme edilen âyet-i kerime, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştr.

Abdullah b. Abbas, Mesruk, Ebudduha, İbn-i Ebza, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Müslim b. Sübeyh bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Vay haline o namaz kılanların ki onlar namazlarını vaktinde kılmazlar. Onu, vaktini geçirdikten sonra kılarlar."

Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe göre onlar bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmişlerdir: "Vay o namaz kılanların haline ki onlar devamlı namaz kılmazlar. İnsanların kendilerini gördüğü yerde gösteriş olsun diye namaz kılar, görmedikleri yerde namazı terkederler."

Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Vay o namaz kılanların haline ki onlar, namazlarına karşı gevşektirler ve namazlarından gafildirler."

Taberi, bu âyetlerin şu şekilde izah edimesinin daha doğru olacağını söylemiştir. "Vay haline o kimselerin ki. namazlarına karşı gaflet içindedirler. Başka şeylerle meşgul olarak bazan namazı terkederler bazan da vaktini geçirirler." Taberi, âyetin böyle izah edildiği takdirde "Namazı terkedenler ve namazın vaktini geçirenler" şeklindeki iki görüşü de kapsayacağını bildirmiştir. Taberi, âyetin böyle izah edildiği takdirde "Namazı terkedenler ve namazın vaktini geçirenler" şeklindeki iki görüşü de kapsayacağını bildirmiştir. Taberi bu görüşüne dair iki hadis-i şerif zikretmişir. Bunlardan biri Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivâyet edilmiştir. Sa'd diyor ki: "Ben Resûlüllahtan, namazlarına karşı gaflet içinde olanlardan sordum. Buyurdu ki: "Onlar namazlarının vakitlerini geçirenlerdir." hadisidir. Diğeri ise Ebû Berze el-Eslemi tarafından rivâyet edilen şu hadis-i şeriftir. Ebû Berze diyor ki: "Onlar o kimselerdir ki namazlarına karşı gafildirler." âyet-i kerimesi nazil olunca Resûlüllah şöyle buyurdu: "Allahu ekber, bu namaz sizin için herbirinize bütün dünya kadar şeyler verilmesinden daha hayırlıdır. Namazına karşı gafil olan kimse kıldığı namazdan hayır ümid etmeyen ve kılmamaktan dolayı rabbinden korkmayan kimsedir."

6

Onlar gösteriş yaparlar.

Onlar öyle kimselerdir ki, namaz kıldıkları zaman gösteriş yapmak için namaz kılarlar. Çünkü onlar, Allah'ın sevap vereceğini ümid ederek ve cezalandırmasından korkarak namaz kılmazlar. Sadece mü’minlerin, kendilerinin namaz kıldıklarını görüp mü’min sanmaları ve böylece mallarını ve canlarını korusunlar diye namaz kılarlar.

Âyette zikredilen "İnsanlar"dan maksat, Resûlüllah döneminde kafirliklerini gizleyen münafıklardır.

Mücahid, Dehhak ve Abdullah b. Abbas bu kişileri bu şekilde açıklamalardır.

7

Onlar, başkasına en ufak yardımı esirgerler.

Onlar, insanların, kendilerinde bulunan herhnagi bir şeyden faydalanmalarına engel olurlar.

Âyette zikredilen ve "En ufak yardım" şeklinde tercüme edilen "Mâûn" kelimesinden neyin kasdedildiği hakkında müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır:

Hazret-i Ali, Abdullah b. Ömer, Said b. Cübeyr, Katade, Hasan-ı Basri, Muhammed b. el-Hanefiyye, Dehhak ve İbn-i Zeyd, burada zikredilen "Mâûn" kelimesinden maksadın, Allah'ın farz kıldığı zekat olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Mes'ud, Said b. Iyad, İbrahim en-Nehai, Said b. Cübeyr, Ebû Malik ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre "Mâûn" kelimesinden maksat, komşulukta bulunma ve emanet olarak eşya vermektir. Abdullah b Mes'ud bunların, balta, keser, kova gibi şeyler olduklarını söylemiştir.

Muhammed b. Ka'b el-Kurezi ise "Mâûn"un iyilikte bulunmak olduğunu söylemiş Said b. el-Müseyyeb ve Zühri ise Mâûn'un, mal demek olduğunu söylemişlerdir. Taberi, Mâûn'un, insanların faydalanacağı herşey şeklinde izah edilmesinin, âyetin genel ifadesine daha uygun düştüğünü söylemiş böylece Mâûn'a engel olanların komşuluğa engel olanları da Allah'ın, mallarında farz khdiği zekatı vermeyenleri de kapsayacağını söylemiştir.

0 ﴿