9Allah’ı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varamazlar (........) Allah’a ve mü'minlere hud'a yapmağa kalkışırlar, onlara hud'a yarışına çıkarlar, Allah’ı ve mü'minleri de hud'a yaparmış gibi farzederler (........) bu da (........) kıraetlerinde (........) okunur.- Halbuki hud'ayı başkasına yapmıyorlar, ancak kendilerine yapıyorlar, akıbet kendilerini aldatmış veya kendilerini aldatmağa kalkışmış oluyorlar, kendilerini aldatıyorlar da (........) hissetmiyorlar. Farkında değiller, şuurları yok da ne yaptıklarından haberleri olmıyor. Hud'a, esasında bir gizlilik manâsını tazammun eder. Ve tarifi: Başkasına karşı zahiren selâmet ve sedat iham eden bir emir izhar edip batında onu izrar edecek bir şeyi gizlemektir. Muhadea, hud'a müsabakasına, hud'a yarışına kalkışmaktır ki, ikisi birden değil evvelâ bir taraftan başlamak şarttır. Nefs, bir şeyin zatı ve kendisi demektir. Ruh ve kalb manasına da gelir, urfi şeri'de şehvet-ü gadabın mebdei olan kuvvei nefsaniyeye de ıtlak olunur. Burada evvelkidir. Şuur, hissi zahirle hissetmektir. Yani şu anda his halinde olan ve henüz hafızaya ve akla temamen geçmemiş bulunan zahir bir ilimdir ki, zühulün zıddıdır. İdrakin ilk mertebesi, yani bir şeyin kuvvei akıleye ilk mertebei vüsulü, ilk tecellisidir. Zira ilim, nefsin manaya vüsulüdür. Ve bu vüsulün bir takım mertebeleri vardır ki, şuunr bunların birincisi yani nefsin manaya ilk mertebei vüsulüdür. O mananın temamına nefsin vukufu hasıl olunca tasavvur, bu mana şuurun zehabından sonra tekrar istirca olunabilecek veçhile ruhda bakî kalmış ise hıfız, bunu talebe tezekkür, tekrar bulan vicdana zikir tesmiye olunur. Şuur bir haysiyetle ilmin en zaıfidir, çünkü sebat ve istisbatı yoktur. Bu sebeple ilmullaha şuur denmez. Diğer bir haysiyetle en canlı bir ilimdir. Çünkü filhal ve bilfiil dekik bir lemhai şühud ve huzurdur. Ve ilmi ilâhînin kemalini anlatacak en güzel bir şahittir. (........) Her şuur birlik içinde bir ikiliği, ikilik içinde bir birliği muhtevidir. Ve bir anda iki şuur olmaz. Lâkin şumullû bir şuur olabilir ve insan ibtida-i halinde şuur ile şuurun mazmununu, şair ile meş'uru temyiz edemez. Kalb kendinden ziyade meş'uruna müstağrak olur, Ve bunun için şuur daha ziyade havassi zahire ile olan hissi harice ıtlak edilir ve havassi zahireye meşair denilir. Ve buna mukabil nefsin kendindeki bir emri şuuruna da kendinde bulmak demek olan vicdan namı verilmiştir ki, buna hissi batın veya şuuri batın dahi denilir. Ve doğrusu hissi zahir demek yalnız hevassi zahire ile olan hissi hariç demek değildir. Vicdan da bir hissi zahirdir. Maamafih vicdan daha ziyade bir şuur şuuri demektir. Bu hissi zahir ve hissi batın tabirlerinde izafet veya sıfat manalarını sırasına göre tefrik etmelidir. Hissi batın için ayrıca bir havassi batına cehazı da zarurî değildir. Şuur halî ve anî olduğu için, akıl maverayi şuurdan itibar edilir. Ve akıl, mazmuni şuurun tahlil ve terkibi ile lübbünü alır ve bundan istidlâl ile zımnında ve maverasında alâkadar bulduğu levazım ve melzumata intikal eder. Binaenaleyh akıl, nisbet şuurundan başlar. Bunun için onun ilk kanunları butlan, ayniyet, gayriyet, tenakuz şuurlarıdır: İzafet de şuurun ilk kanunudur. Çünkü şuurun hakikati, ruha kendisinin veya kendisindeki veya haricindeki bir emrin huzuren tecellisidir ki, bu tecelli itibarî veya hakikî bir izafetin hasılıdır. Fakat şuur bu izafetin kendisi midir? Ruhun bundan bir infiali midir. Yoksa ruhun bir fili midir, daha başka bir şey midir? Bu nokta cayi nazardır. Şuuri hakikî bir lemhai an olan basit bir vahdet şuurudur. Bu da iptida, hakkı mutlakın nefs bir lemhai tecellisi, saniyen nefsin kendiye veya alel'ıtlak haricin nefse bir in'ikâsı ile başlar ki, bu ikiden hangisinin mukaddem olduğu henüz kesdirilemiyen bir nazariyedir. Diğer şuurlar hep bunun üzerinde yürür. Bunu haiz olan nefse ruh veya zi ruh denilir. Şuur lemhaları evvelâ birer nokta gibi gelir ve nefisde az çok kalır, ve kalmasına hıfız denilir. Hıfız bir zihin kuvvetidir ve bir mazi kıymetini ifade eder. Şuur, gayri müstakir, hıfız ise müstakirdir. Bunun için hıfız zühule de iktiran edebilir. Ve o zaman mahfuzat gayri meş'ur olur. Bundan da anlarız ki, ruhda lâşuurî denilmese bile gayri meş'ur olan umur ve hâdisat da vardır. Hafızadaki emrin ikinci şuuruna tahattür, tezekkür ve zükür tesmiye olunur. Ve şuurun tevalisi ve tevali kıymetleri de bu sayede husule gelir. Bu suretledir ki, şuurlar terekküp eder. Tasavvura ve suveri zihniye-vü ilmiyeye kadar müntehi nisbetinde tedahül ve tezaüf edecek nisbet şuurlarının mütezaifen tezayüdündedir. Aklın bunlar üzerindeki seyrine nazar ve fikir denilir. Asıl ilim bu terkiplerdeki son nisbeti meş'urenin vaki nisbetine yani hakkiyete ait hükm iledir. Yani şuurun mebdei, hakkı mutlak olduğu gibi fikrin, akl-ü ilmin hedefi de hakkı muayyendir. Demek oluyor ki, aklın bütün cereyanına alettevali mütemayiz şuur hâdiseleri refakat eder. Bu cereyanın âleti akıl, makarri kalb, hasılı ilim veya hayaldir. Akıl fillah olan şuurun maverasından başlar. Onun evvelile, ahirile, batınile alâkadar olur. Bunlardan başka şuur kısmen nefsin hoşlanmak, tiksinmek, münbesit olmak, münkabiz olmak gibi bir hâdisesile müterafik olur ki, buna zevk ve his denilir. Bu his, velev bir nokta kadar basit ve müphem olsun o zevkin sebebine bir hariç kıymeti isnad edebilirse bir ıhsas tabir olunur. Ve şuurun ilmî kıymeti bu haysiyetledir. Bir lâhza bakarsın sende bir keyf var, bunu duyuyorsun, bu keyfe bir şuurun var, bunu biliyorsun, fakat bu ciheti bırak, bu keyf neden geliyor? ruhun kendi mi yapıyor?. Sırf bir eseri nefsî midir? Yoksa haricî bir sebebin eseri midir? Buna dair hiç bir şey sezemiyorsan, yalnız his halindesin bu bir sekirdir. Buna bir şuur denilirse, hisden ibaret bir şuur demek olur. Bizzat ilmî hiç bir haysiyeti yoktur. Fakat bu hissin sebebine az çok bir hariciyet verebildiğin, meselâ bedenine çarpan bir hareretin, bir havanın, gözüne çarpan bir ziyanın, kulağına ilişen bir sesin, burnuna dokunan bir rayihanın eseri olduğunu da sezebildiğin anda bir ıhsas karşısında bulunursun, asıl şuur budur. Ve bu şuurun şühud denilen ilmî bir haysiyeti vardır. Ve işte hariçten kat'i nazarla nefsindeki hâdiseyi bir sen bir de sendeki bir hâdise, bir emir, meselâ bir keyf olarak seçdiğin, yani sade neş'elenmekten fazla birşey yaptığın anda da bir ıhsası batın, bir vicdan vardır. Hasılı haricî olsun batınî olsun, her hissin bir ciheti ıhsası bir de ciheti ihtisası vardır. İkisine de his denilir. Fakat ilmiyet ve idrak asıl ıhsas haysiyetile olandadır. Ve şuur daha ziyade bunun adıdır. Yalnız zevkî olan ihtisas haysiyetine his denilirse de şuur ve ilim demek mütearef değildir. Buna Sufiyye hal tabir ederler, hal başka, hale şuur yine başkadır. Ihtisasın mevzuu yalnız (........) dir. Şuur ve vicdan dahi «ene» den bütün bütün çıkamaz, akıl ise maverai şuurdan başladığı için zatı «ene» kendini taakkul edemez. «ene» sade bir şuur veya vicdan ile kendini tanır ve kendini tanıdığı için kendine gelen ıhsasatı ve kendinden çıkan ıhsasatı tanır. Fakat bu tanıyışın her lemhai halinde bir istigrakı vardır. Bununla bizzat «ene» şuurî bir zühul gibi muzmer kalır da akibinde bir teveccühe muhtaç olur. Ve bunun için çocuğa kendini bilmez denir. «Ene» şuuru hiç bulunmadığı veya sarih olduğu yani hep «ben, ben» dediğimiz anlarda, ne hariçten ve ne ahvalimizden hiç bir şey bilmeyiz. Bildiğimiz zaman ise benliğimiz malûmumuza müstağrak olur ki, buna fenâ tabir edilir. Demek ki, ilim için «ene» şuuru gizlenmeli, kalb tarassudi hariç ve murakabei nefs ile iştigal edebilmelidir. Hak bu ikisi arasında görülür. Ahlâkta murakabei nefis, ilimde tarassudi hariç daha mühimdir. İkilik içinde bir izafet gibi tecelli eden şuur hâdisesini, hareket ve ihtizaz-ü intibaı maddî hâdiselerinden fark-u temyiz edemiyenler, ruha, sirri kalbe aşina olamazlar da kalb ve ruh diyecek yerde dimag derler dururlar, göz ile fotoğrafi, gramofon borusile kulagı ağzı bir gibi zannederler, dimağ bir kütüphane olsun, onu okuyan kim? Bunu aramazlar. İşte (........) bu hakikati gösteriyor. Münafıklardaki bu hud'a kârlığın ve bu şuursızlığın sebebi nedir; denilirse |
﴾ 9 ﴿