10kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını artırmıştır, ve yalancılık ettikleri için bunlara elîm bir azab vardır (........) onların kalblerinde yani kalbi ruhanilerinde hiç görülmedik mühlik bir marazı manevî ve ahlâkî vardır. Maraz, bedeni mizacı sahihinden inhiraf ettirip müvazenesini bozan ve vazifesini matlûp veçhile yapmamasına sebep olan bir hâleti arizadır. Fakat maddiyatta kullanıldığı gibi maneviyatta da kullanılır. Sıhhat asıl, maraz tâlidir. Fıtreti ulâda her kalb sıhhattadır. Lâkin bunlar kalbin hıfzı sıhhatına bakmamışlar, kalblerinde büyük bir maraza müptelâ olmuşlardır. Burada marazdaki tenvin, tehvil içindir. Demek hail bir maraz var. Bütün ahlâksızlığın mebdei olan büyük bir maraz var, idrak ve iradenin âfeti olan bir maraz var. Bu maraz birrivaye ve biddiraye tesirlerin ve bilhassa eslâfı müfessirinin beyanı veçhile akıdesizlik marazı, şekk-ü şüphe, kuşku marazı, hasılı marazı reyb-ü nifaktır. Bütün sui niyyetlerin başıdır. Buna müptelâ olan nefis, hak tanımaz, Allahda şüphe eder. Allah’ın emrinde şüphe eder. Allah’ın (........) olan kitabında şüphe eder, Allah’ın Peygamberine şüphe eder. Allah’ın hâlıs mümin kullarında ve onların müstakim olan ef'al-ü harekâtında şüphe eder, her şeyden şüphe eder, hattâ kendinden şüphe eder. Bilginin kıymeti kalmamıştır. Lâkin benlik şuurundan da hiç çıkmaz. Nazarında hakk-u hakikat kendinden ibaret görünür. Bakar ki, kendisi reyb-ü şüphe ile meş'budur. Kıyası nefs eder. Herkesi ve her şeyi şüpheli görür. Yerler, gökler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar, Allah, Peygamber, hep onu aldatıyor zanneder. Suizan ile dolar. Her şeyden kuşkulanır. Fakat bütün ef'al-ü harekâtile yine kendisine karşı kendini tekzip eder. Zevkine, keyfine, şehevatına o kadar meclupdur ki, onlardan hiç şüphe etmez, acaba bunların aslı var mıdır, bunun sonu ne olacaktır? Demez, hepsine atılır, sarılır, onun için hakk-u hayır hiç, zevk her şeydir ve herşey kendisidir. Onu, reybi ilmî içinde benlik derdi, kibir, hırsı cah, sevdayı riyaset sarmıştır. Bunun için imansız iken imanlıyım zanneder. Aldatmayı hud'a yapmayı entirika çevirmeyi dirayet ve muvaffakiyyet telâkki eyler, müminle mümin, kâfirle kâfir görünür. Bütün bunları ne mecburiyetle yaptığını düşünmez, böyle yapması, bütün uğraşdığı bu şeylerin kendisinden başka bir mevcudiyetten mün'akis bir tazyik olduğunu fark etmez. Arada, böyle hud'a ve adavet yerine bir mahabbeti külliye tesisi için samimî olmıya çalışmak kendisi için de en'fa olduğunu idrak etmez. Bunlar Dünyanın nimetlerine gark olsalar yine iğneli beşikte gibi yaşarlar. Marazı reyb-ü nifak böyle müz'iç bir şeydir o münafıkların kalblerinde işte bu maraz vardı. Ve her maraz tabı olmadıkça kabili tedavidir. Bunlar ise bu marazı tedavi için gelmiş olan dini hakka sarılmazlar da ondan da kuşkulanırlar. Binaenaleyh Allahü teâlâ bunların marazını artırmıştır. Şöyle ki, Allahü teâlâ insanlardan, insanlar içinde Araptan, Arap içinde Kureyşten, Kureyş içinde Beni Haşimdan Muhammed İbn-i Abdullah İbn-i Abdülmuttalib İbn-i Haşım İbn-i Abdimenaf İbn-i Kusay İbn-i Kilâb İbn-i Mürre İbn-i Kâb İbn-i Lüey İbn-i Fihr İbn-i Malik İbn-i Nadr İbn-i Kinane İbn-i müdrike İbn-i İlyas İbn-i Müdar İbn-i Nizar İbn-i Meadd İbn-i Adnan isim ve nesebile bir Peygamber göndermiş ve ona (........) bir kitap inzal etmiş ve onu doğup büyüdüğü Mekkede bırakmayıp bütün Dünyaya, kıyamete kadar neşri nur etmek için buraya, bunların bulundukları yere getirmiş ve insanlar peyderpey ona iman ederek bir cemaati azime teşkiline başlamışlar, eğriliği kaldırıp, doğruluğu ta'mim ediyorlar, tarikı hakdan, sıratı müstakimden başka bir şey istemiyorlar, akviyanın zuafaya tasallutuna meydan vermiyorlar, hak denildimi hatır, gönül tanımıyorlar, herkesi müsavi tutuyorlar. Tegallüp ile insanlardan intifa yasak, dalavere yasak, rişvet ve iltimas yasak, fuhş-ü fücur yasak, neler neler yasak, bunlardan başka vazifeler, farizalar, mücahedeler, muntazam suretlerle muntazam vakıtlarda çalışmalar, uğraşmalar, neler neler var, aç kal sabreyle fazilet saç, tok ol, şükret, yine fazilet saç, putlara tapma, zevkine esir olma, Allahdan başka ma'bud tanıma ve ancak ondan yardım iste, bu olur mu? Bu hal ile Abdullah İbn-i Übeyyibni Selûl gibilerin hükümdarlığına nasıl imkân kalır, bazirgânların ticareti nasıl döner, Allah’ın va'di yapacağı bu miydi? Bu tedavi değil bir tuzaktır diyorlar, artık o maraz mintarafillâh bunların kalblerine tabolunuyor, bir tabiati saniye oluyor da gittikçe artıyor onlar da bu yüzden Allah’a ve mü'minlere muhadeaya başlıyorlar. MARAZ, bedelinin mizacı sahihinden inhirafı ve vazifesini matlûp veçhile yapmamasına sebep olan bir haleti arızasıdır ki, illet dahi denilir. Demek ki, reyb, imansızlık, i'tikatsızlık da insanda asıl değil talidir. Ve marazî bir haldir. Her çocuk doğarken iman ve i'tikat fıtratile doğar, şüphe nedir tanımaz, bunun için Hak i'tikadı, iman billâh fıtrîdir. Bu fıtrati asliye insana ileride şüpheye düşmesi için değil, şüpheleri atması, tarikı hakkı bulması ve tedrip tarikıle de imanı tabiat edinmesi için verilmiştir. Binaenaleyh kalblerdeki bu maraz cebrî değildir. Bunu yapan güzergâhı tecribede nefislerin fıtrati sahihayi gözetmemesi, hıfzı sıhhati kalbe bakmaması, emrazı ahlâkîyi tedavi etmemesi, hasılı zevk hissine çok düşmesi ve her şeyde kendini ve kendi zevkini görmek istemesidir. Bazı insanlar tecribede bunu tamamen bulamayınca hatalar, isabetsizlikler vaki olduğunu görünce kendisinin ayni hak olmadığını takdir ve kendinden evvel hakka iman edecek yerde fıtrati ulâda aldandığına kail olmıya ve her şeyden şüphe etmiye başlar. Ve bu şüphe ile mücadele ederek hakkı görmek ve cereyanı vücut kendisinin değil Hak tealanın hükmünde bulunduğunu teslim ve kendisinin Allah için bir vazifei ubudiyete mahkûm olduğunu itiraf etmiye benlik sevdası ve za'fı iradesi mani olur da reyb-ü şüpheyi esas ittihaz eder. Ve bu suretle ancak şüpheye i'tikat eyler ve şüphe kendisi için hem tabiat ve hem gaye olur. Ve hayır namına da herkese onu tavsıye eyler, bu cihetle Reybiyyun ve Sofestaiye bile bir i'tikadın esiridirler: Reybe i'tikat. Bu i'tikad da sabit bir (........) yoktur. Tenakuz hamulesi olan bir fikri seyyal, bir (........) hayali, bir (........) iştiyaki, bir (........) derdi yani hiç gizlenmek istemiyen bir benlik davası enaniyet, hodgâmlık vardır. Fen ve felsefe noktai nazarından imanı hak hem fıtrî ve hem tedribîdir. Fakat reybi i'tihadî yalnız tedribî yoldadır. Reybi itikadînin böyle tedribî ve tecribî görünen hasısası bu gibilere i'tikat ve ikan hakkında bir kuşku telkin eder. Kitaba, dine bağlanmaktan hazer ederler, istidlâle, istintace, akıl-ü mantıka istihfaf ile bakarlar, buna muaraza için, tedrib, tecribe, istikrayı benimsemek isterler, gûya bunları şüphenin, i'tikatsızlığın bürhanı imiş gibi ileri sürerler, bu vesile ile hayat adamı olmalı, hayat gibi her gün değişmeli, hayatta hiç bir nümune takip etmemeli derler, bir sireti ahlâkiye takip eden seciyeli iman ve i'tikat sahiplerine alelıtlak mahdut fikirli, dar kafalı adamlar nazarile bakarlar, bilmezler ki, mahdut fikirler, yalnız hale bağlananlar ve onun önünü ve arkasını görmiyenlerdir. Bilmezler ki, tedribin, tecribenin, istikrarın gayesi de şuphe değil tıpkı istintaç gibi şüpheden kurtulmak, bir i'tikadı hakka ermektir. Bilmezler ki, zevkin hikmeti faniyata boğulmak, hiçlere esir olmak değil, ebedî bir visali hakka bir lemhai marifet edinmektir. Basıretini toplıyanlar için küllîden cüz'îye, mebdeden müntehaya, müntehadan mebde-e istintaç ile istikra reybi silmek için aklın yekdiğerine tekâlüf eden evvel ve ahırın vahdetini gösteren iki şahidi, iki tarikı mütenazırıdır ki, ikisinin hasılı, evvel-ü ahıri i'tikadı hakdır. Zevki vicdan da bu i'tikad ile hakka açılan bir noktai şuurdur. Hakka fıtratı iman ile doğ, bu iman ile tarikı tecribeden doğru geç, hakka iman ile öl, ona rücu et. İşte saadeti islâm, işte kalbleri marazlı o münafıkların hud'a yapmak istedikleri nuri hüda. Lâkin onlar bu maraz ile ve bu marazın izdiyadiyle kalmıyacak (........) onlar için Ahırette ve hatta Dünyada pek mulim, gayet acı bir azab da vardır. Bu azab bilhassa (........) kıraetlerinde tekzipten (........) =yükezzibûn) okunur- Yalan söyler olmaları veya doğruyu yalan addetmeleri sebebiyledir. Bunlar müstemirren yalan söylerler, imanları yok iken imanımız var dedikleri gibi daima eğriyi doğru, doğruyu eğri gösterirler, azablarına sebep de bilhassa budur. Çünkü yalan evler, azablarına sebep de bilhassa budur. Çünkü yalan evvelâ Dünyada büyük bir vicdan azabına sebebdir. Yalancılar su üstünde bir yonga gibi çalkalanır ve her lâhza bir iğneli beşikte yatıyor gibi yaşar. Gerçi Dünyada bu da bir i'tiyat olur ve o azap gide gide bir nevi uzubete münkalip olur, onu adeta kaşındırır. Maamafih bu kaşınmanın tadı bir uyuz hastalığının kaşıntıları gibi kanatan, boğucu elemlerle karışık bir tattır. Lâkin bunun ve bu yalan i'tiyadının Ahıretteki azabı büsbütün müdhiştir. Çünkü yalan söyliye söyliye kalb mütemadiyen intibaatı kâzibe ile kaplanır. Ruh artık bununla nemâlanır. Hayatı ruhiye bir âlemi evham, bir sahai butlan olur kalır. Nuri hak oraya ara sıra yanar döner bir yıldız böceği halinde görünen bir fener gibi gelir. Artık o kalb ve onun gözleri, kulakları nef-u darri, hayr-ü şerri seçemez olur, kâr der zarara koşar, hayır der şerre koşar, gülistani ateş görür kaçar, ateşi Cennet sanır atılır. Derken rahmeti Hak ile arasına kalın bir sur çekilir ve fakat bu surun ara sıra açılır bir kapısı bulunur, o açılırsa nuri Hak, rahmet-ü saadet oradan kâh kâh imrenmek için görünür ve kapanır (........) nihayet bir kapanır, bir daha açılmaz olur. Onlar zülmeti butlan içinde ilelebet hasretle yanarlar, sönmek bilmez kara bir ateş ile yanarlar. Bu ayette (........) buyurulduğu gibi diğer bir ayette de (........) buyurulmuştur ki, maraz ile pisliğin münasebetleri de derkârdır ve bütün bunlar kavanini ilâhiyedir. İman eden kazanır, etmiyen de yanar, yakılır. Bu münafıkları teşhis ettirecek ve azaplarında esbabı müşeddide olacak, nifaklarına müteferri bazı evsafı seyyieleri daha vardı şöyle ki, |
﴾ 10 ﴿