26

Bilmeli ki, Allah bir sivri sineği hattâ daha üstününü bir mesel yapmaktan sıkılmaz, iman edenler bilirler ki, o şüphesiz hakdır, rablarındandır, amma küfre saplananlar Allah böyle bir mesel ile ne murad etmiş? Derler, evet Allah onunla bir çoklarını şaşırtır, yine onunla bir çoklarını yola getirir, hem onunla ancak o fasıkları şaşırtır

Allah’a mesel yapmak, mesel iradetmek yakışmaz mı zannederler?

(........) şu muhakkakdır ki, Allahü teâlâ her hangi bir şey'i mesel olarak irat etmekten çekinmez (........) o şey velevse bir sivri sinek ve üstündeki kanat vesaire gibi ufak tefek de olsun, tabiri aharle küçüklükte mafevkı yani daha aşağısı olsun, maamafih nazmı Kur’ân bizim (aşağı yukarı) dediğimiz gibi daha yukarı ve daha aşağı demek de olabilir.

Darbı mesel tabiri, meseli madrub, yani darboluna gelmiş meşhur mesel manâsına dahi kullanılır ise de esasında mesel darb etmek yani meseli yerinde istimal ve tatbik etmek, makamına göre iyice yapışdırmak demektir ki, yeniden bir mesel vaz'-ü inşa etmek değildir. Temsil ise umumîdir. Lâkin Kur’ân’daki meseller, sureti umumiyede re'sen inşa edilmiş temsiller olduğu halde ayni suretle tatbik dahi edilmiş bulunması haysiyetiyle darb tabir olunmuştur. Binaenaleyh burada temsil yerine bu tabirin ve kezalik istihya lâfzının istimallerinde bile aynî bir tatbikı vardır. Şunu unutmamak lâzımgelir ki, Cenabıallah mesel ve misali yani mahiyeti temsili yapmamış olsa idi, insanlar hiç bir şey idrak edemezlerdi, alelhusus mahsûsattan hiç bir şeyi bilemezlerdi, çünkü bütün suveri hissiye, hattâ akliye hakikate nazaran bir mesel, bir temsildir. Bunun içindir ki, insan kendini kendi nefsinde mücerred (........) demekten başka bir suretle bilmez, zira ne hissî, ne aklî bir sureti misaliyesini haiz değildir. Onu alırsa «insan insanın ayinesidir» mazmununca haricinden alır, demek ki, maneviyatın ve hakaikı ma'kulenin mesel ile tefhiminde büyük hikmetler mündemiçtir. Bu sebepledir ki, Kütübi münzelei salifede mesel daha çokdu, fakat Kur’ân hisden ziyade akla hıtab ettiği için tahkikı, muhkematı daha ziyade iltizam etmiş ve maamafih hisleri de mahrum bırakmamışdır ve bunların bir kısmı mühimminde bilhassa Kütübi salifenin tahrife ve sui tefsire uğrayan mazmunlarını tahkik ve tashih ve akla takrip gibi hikmetler mevcuttur. Böyle esası ilim ve mühim sirri terbiye ve hidayet ile alâkadar olan darbı meselden Cenabıallah çekinmez ve binaenaleyh (........) ehli iman olanlar her zaman bilirler ki, Allah’ın yaptığı mesel rablarından gelmiş olmak itibarile behemehal hakdır. Bunda rabbanî ve sirri muhakkak vardır. Ve meseli ilâhî muhakkak bir veçhi mümaselet ve müşabeheti muhtevidir. Bu vecih zahir ise onu bilirler, hafi ise (........) derler ve hakkiyetine iman ederler.

Hak, nefselemirde sabit ve aklın inkâr edemiyeceği derecede sübutu vacip olan demektir. Vücubi lizatihi olan, Hak teâlâdır. Onun inayetile (........) olan da zatında mümkinattan olanlardır. Bu manâ ile hak ve hakikat zaten birdir. İtibaren ayrıdır, ikisinin de cem'i hakaik gelir. Hukukun müfredi olan hak da islâmda bu manâdan me'huzdur ki, lehde olarak sabit ve vacip olan demektir. Aleyhte olursa vazife ve vecibe olur. Hasılı hak, fikrin, kelâmın mutabekat ettiği vakıın ismidir. Maamafih bu itibar ile mutabık olan kavil ve itikada dahi ıtlak olunur.

(........)

Küfr ile muttasıf olanlara gelince (........)

Allah bununla, bu garip nekire mesel ile ne demek istemiş sanki bundan muradı ne? Derler. Bir taraftan istihfaf etmek, diğer taraftan hidayeti sui te'vil ile dalâlete düşmek isterler. Bunlar Allah’ın ne murat ettiğini öğrenirlerse inanacaklar mı? İşte (........)

Allah bu sebeple bir çoğunu dalâlete düşürür, onları sapkın yapar, istedikleri dalâleti halk eder. Bir çoğuna da hidayet verir, onlara da hidayet hak eyler. Zira Hâlık birdir, o da Hâlikı külli şey olan Allahdır. Hidayetin hâlikı Allah olduğu gibi dalâletin halikı da Allahdır. Allah halk etmese idi ve herkesi hidayete mecbur etse idi, Dalâlet denilen şey insanların istemesile mevcut olamazdı, halbuki dalâlet de bir istihkaktır ve Allahü teâlânın dalâleti halk etmesi, ona talip olan mahlûkların -mes'uliyet kendilerine raci olmak üzere- taleblerini is'af etmek gibi bir şanı ulûhiyet ve rububiyettir. Yoksa iptida hidayet fıtratile halkettiği kullarından hiç birini Allah cebrî surette ıdlâl etmez, men'i mutlak ve cebri mahız da rahimiyeti ilâhiyeye yakışmaz. Bunun için ıdlâl, halkı dalâl, şanı ilâhîye nasıl yaraşır? Onun esmaı husanası miyanında (mudil) isminin bulunmasını akıl nasıl kabul eder? Diye hatıra gelmesi melhuz bir suali mukaddere cevaben derhal şu cümle-i istinafiye tezyil buyurulmuştur: (........) fakat Allah bununla fasıklardan dalâlete müstahik olanlarından başkasını ıdlâl da etmez.

26 ﴿