32

Subhânsın Yarab! Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkin, o alîm, hakîm sen, şüphesiz sensin" dediler

(........) süphaneke, en yüksek tesbih ve tenzih sana yarab!. senin bize bildirdiğinden başka bizim hiç bir ilmimiz yoktur, her şeyi bilen ve daima bilen alîm ve her sun'unda hakîm, hakikaten sensin ve ancak sensin» dediler ve böyle ızharı aciz ve arzı tesbih eylediler.

SÜBHAN, tesbihin bir ismi alemidir. «Subhaneke» de ekseriya tevbe mukaddimesi olur. Şimdi burada şu sualler hatıra gelir: Melâike hiç bir isim bilmiyorlarsa o zaman sıfatı kelâmdan külliyen mahrum bulunuyorlardı demek olur. O halde bu sözleri nasıl söyliyorlar ve kelâmı ilâhiye nasıl muhatab oluyorlardı, yok eğer bunlar külliyen mahrum değiller de henüz gösterilen yeni şeylerin isimlerini bilmiyorlar idise o zaman niyabete alelıtlak liyakatsizlikleri nasıl sabit olur?. Filhakika esmadan murat birinci rivayet veçhile alelumum esma ise melâikenin bütün esmadan mahrum bulunacakları cihetle bizzat sıfatı kelâmları olmadığı ve ancak sıfatı ilimden bir hisseleri bulunduğu anlaşılır ve eğer esmai zürriyet ise diğer esmayı menetmeyeceğinden sıfatı kelâma mani olmaz ve bu surette melâikenin ademi liyakatini isbat matlûp olmayıp başka bir hikmetin ibrazi matlûp olur. Lâkin her iki takdirde melâike ile olan muhatabai ilâhîye sıfatı kelâma raci olmayıp manâsı büsbütün başka olmak ve sıfatı ilim ile te'vil edilmek muktazai zahirdir. Evvelki umum takdirinde bu zarurîdir. Husus takdirinde ise liyakat hikmeti hasebile zahirdir. Binaenaleyh melâike esmayı,

kelâmı Ademin inbasile öğreneceklerdir. Burada İlmi kelâmın mu'dıl bir meselesine gelmiş oluyoruz. Şu kadar söyliyelim ki, asıl ilim hakikatin bizzat, bir tecellisi ve bir inkişafı mahsusudur, kelâm da ilmin bir tecellisi, hem de bir dal, bir alâmet ile binniyabe bir tecellisidir. Aslı ilimde hakikatin bizzat bir veçhi vardır. İsimde kelâmda ise o veçhin ancak bir naibi vardır. Zira ismin asıl manâsı bir şey'i zihne ref'etmek için alâmet ve delil olan şey demektir, ve manayı ıstılahîsi bundan me'huzdur. Binaenaleyh isim kendisi de bir şey olmakla beraber ismiyeti diğer bir şeye naip ve alâmet olması itibariledir. Ve Âllahüalem bu hikmete mebnidir ki, hilâfete liyakat, esma ve kelâmdaki bu manayı niyabet ile mütenasip olmuştur. Ve Allah bunu iptida Ademe ihsan etmiştir. Ve işte ulûmı beşeriye niyabî olan işbu suveri kelâmiyenin haylûleti ile alakadar olduğundan dolayıdır ki, tasavvuratı zılliye ile meşbudur. Ve ilmi keşfî ile ilmi ismî ve fikrînin büyük farkları bundandır. Demek ki, Cenabıallah ile melâikenin evvelki muhatebeleri hiç bir suveri ismiye ve niyabiye karışmıyan ve bizzat veçhi hakikat üzerinde vaki olan bir cereyanı ilmîdir. Ve meleklerin mükalemeleri, tesbihleri takdisleri bizzat olan bir işrakı ilmî demektir ki, bununla asıl sıfatı kelâmın niyabî olan tarzı cereyanındaki fark aşikârdır. Binaenaleyh meleklerin bilmedikleri ve bildiklerinde noksanları bulunabilirse de hataları, cehli mürekkepleri olmaz. Ve bunun için denilmiştir ki, melâike ancak nas ile amel eder. Beşer ise istinbat ve kıyas kuvvesine maliktir. Balâdaki ifadelerinde de sarahaten liyakat dava etmemişler ve yeni agâh oldukları mes'eleyi nâkıs olarak görebilmişler ve hakikati niyabeti bilmemekle beraber söylediklerinde de bir veçhi hakikat söylemişlerdir. Beşeriyetin hatâ ve cehli mürekkep kabiliyeti de kendilerindeki kelâm sıfatı ve bundaki haysiyeti niyabiye ile alâkadardır. Şeytan bunları bu cihetten aldatabilir. Gerçi kelâm esasen ilmi hakka ve sıdka mevzudur. Ve onun naibidir. Ve bu naibin temsil ve delâletinde de ciddiyet vardır, lâkin kelâmın zatîsi olmıyan bir te'sir ile yalan söylenir. Sonra kelâm ayni ilim ve ayni hak diye ahzedilir. Ve suveri kelâmiye ve niyabiye ile mahlût olan suveri fikriye ve tasavvuriye bizzat ilmi hak yerine konulur. Ve hasılı bilerek söylenilmez, bilerek anlaşılmaz ve hepsinin maverasında hak talep ve taharri edilmez. Hasleti niyabet, bir asalet talâkki edilir. Ve o zaman insanlığın bütün şerr-ü fesadı başlar. Halbuki Cenab-ı Hak fıtrati Ademi kendi sıfatından hem ilim ve hem kelâm sıfatlarına mazhar kılmış ve kendine esmayı ta'lim ettikten sonra melâikenin karşısında liyakatini isbat için bir de imtihan eylemiştir.

Melâike itirafı aciz ve teslimi ilm-ü hikmet edince rabbın

32 ﴿