102tuttular Süleyman mülküne dair Şeytanların uydurup takib etdikleri şeylerin ardına düştüler, halbuki Süleyman küfretmedi ve lâkin o şeytanlar küfr ettiler, nasa sihir ta'lim ediyorlar ve Babilde Harut Marut iki melek üzerine indirilen şeyleri öğretiyorlardı, halbuki o ikisi "biz ancak bir imtihan için gönderildik sakın sihir yapmayı tecviz edib de kâfir olma" demedikce bir kimseye öğretmezlerdi, işte bunlardan kişi ile zevcesinin arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı, fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilir değillerdi, kendilerine zarar verecek, menfaati olmıyacak bir şey öğreniyorlardı, kasem olsun onu her kim satın alsa her halde onun Ahırette bir nasibi yok, bunu muhakkak bilmişlerdi amma canlarını sattıkları o şey ne çirkin bir şeydi onu bilselerdi (........) ın mülki Süleyman yani Süleyman aleyhisselâmın hükûmet ve devleti aleyhine şeytanların takib ettiği şeytanetlere, kezalik şeytanların okuya geldiği efsun ve efsane kitablarına uydular ve onun arkasına düştüler. TİLV, TİLÂVET iki mâ'naya gelir, birisi ta'kib etmek ya'ni bir şeyin arkasına düşmek ki, mukaddem, tâli tabirleri bundandır. Diğeri alettevali okumak ki, bunda evvelki ma'nada vardır, burada ikisile de tefsir edilmiştir. Evvelki ma'na eammolmak itibarile ikincisine dahi sadık olabileceğinden daha müraccahtır. Bu şeytanlar nasıl şeytanlardı ve takip ettikleri şeyler nelerdi? Bunlar hem cin şeytanı ve ervahı habise denilen gizli şeytanlara, hem de insan şeytanlarına şamildir. Zira gizli şeytanların eserleri de insan şeytanları üzerinde zühur eder. Ve zahirdeki insan şeytanları o ervahı habiseden aldıkları şeytanetlerine göre Süleyman aleyhisselâmın mülkinde fitne zuhur edip hükûmetini zayi ettiği zaman ins-ü cin şeytanları pek azıtmış, dinsizlik ileri gitmişti, fitneyi çıkaran ve bilâhare Süleyman aleyhisselâma mağlûp ve musahhar olan bu şeytanlar (........) suresinde geleceği üzere Kur’ân’da (........) namile üç sınıf gösterilmişlerdir. (........) bak. Demek bunlar içinde bir takım dessas san'atkârlar da vardı, işte bütün düşman ve menbaı vahiyden uzak olan bu şeytanlar vukuatı cariye ve atiye hakkında kulak hırsızlığile bir takım malûmat edinirler ve bunun birine yüzlerce yalan ve eracif karıştırarak gizli gizli neşriyatta bulunurlar. Ve buna vasıta olmak için kâhinleri intihap ederler ve onlara telkinat yaparlardı, bazı haberleri doğru çıktıkça kâhinler bunlara güvenir, bunun yanında binlerce eracif de neşrederlerdi, derken bu kâhinler bunları tedvin ettiler, cin celbi ve gönül teshiri hakkında türlü türlü sihr-ü efsun kitabları yazdılar, bu miyanda geçmiş ve gelecek şeyler hakkında haberlere benzer efsaneler, masallar, romanlarla yalanlar dolanlar neşrettiler, vekayi ve hakayikı tarihiye tahrif olunarak efkârı nassı aldatacak yanlış ve eğri yollara sevkedecek hurafeler neşrolunur, ve bunlar arasına bazı ilmî, hikemî şeyler karıştırılarak sui istimal edilirdi. Bu suretle cinler gaybi biliyor diye şayi olmuştu ve bu şeytanların tezvirat-ü tesvilâtı yüzünden fitne çıkmış, mülki Süleyman bir müddet elinden gitmişti, nihayet bi'avnihi tealâ Süleyman aleyhisselâm bunlara galebe etti ve hepsini teshir edip mukayyed olarak istıhdam eyledi ve o zaman bütün bu kitapları toplatarak tahtının altında bir mahzene defnetmişti, vefatından bir müddet sonra hakikate aşina olan ulema da kalmayınca şeytanlardan insan suretinde birisi çıkıp «ey nas, bilmiş olunuz ki, Süleyman İbn-i Davud Peygamber değil bir sahiridi, cinleri, şeytanları, rüzgârları hep sihirile teshir ederdi, o, neye irdi ise ilmi sihir ile irdi, inanmazsanız sarayını arayınız, sakladığı kitaplarını bulursunuz» diye ilân etti ve bunların medfun olduğu mahalli gösterdi açtılar, filhakika bir çok kitap çıkardılar, bu sihr-ü efsane kitapları idi, bunun üzerine «Süleyman sahirmiş, hükûmetini sihir ile idare edermiş» diye şayi oldu, diğer bazı müfessîrinin rivayetine göre bu kitaplar vefatından sonra yapılıp defnedilmiş, bir takımlarının üzerine Asaf İbn-i Berhıyanın eseri gibi sahte unvanlar konulmuş ve ayni desise ile neşredilmiştir. İşte (........) bütün bu şeytanetlere işarettir, zaten Mısırdan beri Beni İsrail arasında sihir, hokkabazlık meçhul değildi, fakat bu kerre başka bir renk almıştı, bir taraftan siyasî içtimaî entrikalarla Süleyman aleyhisselâmın devleti aleyhinde ta'kib edilmiş, diğer taraftan onun dünyayı teshır eden ilmıdiye yine onun namına iftira ile tervic edilmek istenilmiştir. O derecede ki, sonraki Beni İsrail müşarünileyhe bir Peygamber değil, sahhar bir hükümdar nazarile bakarlarmış ve bunun için Beni İsrail bilhassa hükûmetlerini zayi ettikten sonra milletler arasında gizli yollarla bu kabil neşriyatı tervicten ve hüner şeklinde sihirbazlıktan hali kalmıyorlardı. Vaktaki aslı Tevrat mucebince bekledikleri Hatemülenbiya Efendimiz geldi ve Tevratı mevzuıbahs etti. O zaman dönüp bununla mücadeleye başladılar «nübüvvet yolile buna muaraza edemiyeceğiz, biz ne yapsak Cibril ona haber veriyor» dediler ve Cibrile düşman oldular, Tevratı da büsbütün arkalarına atarak sihr-ü tezvir yoluna saptılar, bu şeytanî eserlere ittiba ile «Süleyman, Muhammedin dediği gibi bir Peygamber değil idi, sahir bir hükümdaridi, sihirlerini mu'cize gibi gösterirdi diye iftiralar ettiler, buna nazaran Hazret-i Süleymanın -haşa- kâfir olması lâzım geliyordu. Çünkü sihrin bu derecesi küfürolduğunda şüphe yoktur. Halbuki (........) Süleyman kâfir değildi (........) velâkin evvel-ü ahir ona sahir diyen şeytanlar küfrettiler (........) ki, nasa sihir ta'lim ediyorlardı, halkı ıgva ve ıdlal eyliyor ve bunu öğretiyorlardı. -nassın bu fıkrası ta'limi sihrin küfrolunduğunu göstermektedir. SİHİR NEDİR? Esası lûgatte sihir, ne olursa olsun sebebi hafi olan ince şey demektir. Nitekim gadâye de inceliğinden dolayı feth ile seher ıtlak olunur. Bunun ise alelıtlak küfr olmıyacağı bedihîdir fakat örfi şeri'de sihir, sebebi hafi olmakla hakikatin hilâfına tahayyül olunan yaldızcılık, şarlatanlık hud'akârlık yolunda cereyan eden her hangi bir şey demektir. Ve alelıtlak söylendiği zaman mezmum olur. Çünkü bunda esrarengiz bir surette hakkı batıl, batılı hak, hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim (........) buyurulmuştur. Maamafih mukayyed olarak memduh olan ve izharı hak için kullanılan lâtif hususatta dahi istimal olunduğu vardır. (........) gibi ki, buna sihri halâl de denilir ve mücazdır. Demek ki, esrarengiz sebebi hafi ile incelik, cazibei zahiriye, hud'a sui maksad sihrin mahiyetini teşkil eder. Binaenaleyh sihir evvelâ nefsinde bir hârika değildir. Yani esbabı muttaride hilâfına olarak bizzat iradei ilâhiye ile zuhura gelen hâdisattan değildir. Onun her halde teşebbüs olunabilecek bir sebebi mahsusu veya muttaridi vardır; Şu kadar ki, o sebeb herkes için ma'lûm olmadığından harika gibi tahayyül olunur. Bunun içindir ki, sebebi herkes için mal'ûm olmıyan her hangi bir hakikat dahi âlemi iğfal için kullanıldığı zaman bir sihir olur. Bu sebebin binnazariye izah edilebilir bir halde bulunması şart da değildir. Az çok taklidî bir halde îka edilebilmesi de kâfidir. Hılkatte sebebi ilmen izah edilemiyen muttarid veya gayri muttarid bir takım hâdisatı garibe ihdas etmek alelıtlak sihir olmaz. Lâkin bunlardan insanları aldatmak için istifadeye kalkışıldığı ve bu suretle kulûbe icrayı te'sir edip dolandırıcılık yapılmak istenildiği zaman bunlar sihir mahiyetini iktisab ederler, bunun için imansızlık, ahlâksızlık sihrin köküdür. Sahirler, Ulûmdan Sanayiden, Edebiyattan, Felsefeden, garaibi hılkatten suiisti'mal ile istifade etmesini bilirler, bu suretle hakkı gizlemek için yazılmış nice felsefeler, nice romanlar, nice tarih kılıklı ürcufeler vardır. Vaktile hükemanın «hınzırların boynuna cevahir takmayın» nasıhati, bu gibilerden mealii ulûmu sıyanet için verilmişti. Bundan anlaşılır ki, sihrin envaını tayin etmek kolay değildir. Maamafih Fahrüddini razî tefsirinde sekiz kısma kadar saymıştır, bazı izah ile hulâsası: 1- Gildanî sihri ki, kuvayı Semaviye ile kuvayı Ardıyenin mezci tarikile husule getirildiği söylenen ve tılsım namı verilen şeylerdir. Gildanîler kadim bir kavm olup yıldızlara taparlar ve bunların müdebbiri âlem olduğuna ve hayr-ü şerrin, saadet-ü nühusetin bunlardan sudur ettiğine zahib olurlardı. Bunların tılsım namı verilen bazı acaib şeyler yapdıkları söylenmektedir. İbrahim aleyhisselâm bunların akidelerini ibtal için ba's buyurulmuştu ki, başlıca üç fırka idilir, bir kısmı eflâk-ü nücumun kıdemine ve lizatiha vacibülvücud olduğuna kail idiler ki, bunlar bilhassa, Sabie namile ma'rufturlar, zamanımız tabirince kıdemi âleme kail bir nevi tabiiyun demektir; ve anlaşıldığına göre nücum ve tabiiyatta hayli ileri gitmişler ve sınaî bazı garaibat ihdas eylemişlerdir. Diğer bir kısmı eflâkin ulûhiyetine kail olarak her birine heykeller yapmışlar ve bunlara hizmet-ü ibadet etmişlerdir. Üçüncü bir kısmı da eflâk-ü kevakibin fevkında faili muhtar bir halik isbat ederler, lâkin halkın onlara bu âlemde nafiz bir kuvvei âliye bahş etmiş ve tedbiri âlemi onlara tefvız eylemiş bulunduğuna kail idilir ki, bu da ekseri tabiiyun mezhebine müşabihtir. Fikrimizce bu sihirde tabiiyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşf edilmiş memzuc bazı havassı garibesi tatbik edilmiş olduğu anlaşılmıştır. 2- Eshabı evhamın ve nüfusi kaviyenin sihirleridir. Bunlar öyle tevehhüm ederler ki, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvet ve te'sirini arttırır. Gizli kapalı şeyleri görebilecek derecede hiss-ü idraki ziyadelenir, kendi haricinde icrayı te'sir edecek kadar da iradesi şiddet bulur. O zaman istediği bir çok şeyleri yapar, eşyada, hayvanatta, insanlarda kendi bedeni gibi tasarruf eder. Hattâ o dereceye varır ki, bir irade ile binye ve eşkâli değiştirebilir, ihya ve imate, icad ve i'dam edebilir. Filvaki terbiyei bedeniye gibi terbiyei ruhiyenin de bir çok ahkâm-ü fevaidi inkâr olunamaz, lâkin bu dereceleri bizzat bir bahşayişi ilâhî olabilirse de bunu kesb-ü san'at ile kabili husul farzetmek evhamdır, bir takım kimseler, riyazat, havas, rukye, tecerrüd vesaire gibi bazı tariklere müracaat ederek İlmi ruhun bazı hâdisatı garibesile uğraşırlar ki, manyatizme, hipnotizme, fakirizm vesaire bu cümledendir. Ve sihrin en muğfil ve en tehlükeli kısmı da budur. 3- Ervahı Ardıyeden istiane tarikile sihirdir ki, azaim veya cincilik dedikleri budur. Mu'tezile ve müteahhirini felâsifeden ba'zıları Cinleri inkâr etmişlerse de bunlar kısa görüşlü ve inkârda sür'atli kimselerdir. Kâinatta ruhanî, cismanî gizli kuvvet kalmamış, hepsi keşf-ü tahdid edilmiş gibi «Cinnin aslı yoktur» diye inkârı bastırmak ilmî bir hareket olamaz, bir takımlarına «bilmediğimiz, hafi, mestur nice kuvayı tabiiye vardır» Deseniz, evet demekte tereddüd etmezler de ayni ma'nada olmak üzere Cin vardır deseniz hemen inkâr ederler, bunun için ekâbiri felâsife Cinleri inkâr etmemiş ve ervahı Ardıye namile yadetmişlerdir. Fakat bunlarla esbabı muttarida tahtında insanların münasebet ve irtibat peyda edip edemiyecekleri ilmî bir surette tetkik olunursa buna henüz hükmolunamaz. Lâkin bundan dolayı bu tarzda vaki olabilecek sihirlerin vukuunu inkâr değil tasdik etmek lâzım gelir, hattâ bu gün ispirtizmecileri bu cincilerden sayabiliriz. İşte sihrin en meşhur aksamı asıl bu üç kısımdır. 4- Tahayyülât, el çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara sihirden ziyade hokkabazlık, şa'beze namı verilir, bunun esası tağlitı histir. Bu tıpkı, vapurda giderken sahili hareket ediyor gibi görmeğe benzer. Buna Arabea ahız bil'uyun, lisanımızda göz bağcılığı dahi denilir. Maamafih gözbağcılığın daha sirrî olan ruhî te'sirat ile alâkası bulunmak da mümkindir. 5- Hiyeli sanayi ile yapılan âlâttan bilistiane a'mali acibe göstermek suretile sihirdir ki, seharei, Fir'avn böyle yapmışlardı, rivayet olunduğuna göre bunların ipleri değnekleri civa ile imlâ edilmiş ve altlarından hararet verilince veya güneşin te'sirine ma'ruz kalınca ısınmıya başlıyan ipler, değnekler harekete gelip kayarmış, zamanımızda fünunun terakkiyatı bunlara bir çok misal yermeğe müsaiddir. Sinemalar bunun en mebzul bir misali olarak gösterilebilir, bunların halk üzerindeki hayalî olan te'siratı bir sihir te'siridir, hele aslını bilmiyenler için... 6- Ecsam ve edviyenin havassı hikemiye veya kimyeviyesinden istiane suretile yapılan sihirlerdir. 7- Ta'likı kalb suretiyle sihirdir. Sahir şarlatanlık yaparak ve kendini türlü türlü temedduhla satarak muhatabını cezbeder, bir ümid veya korku altında kalbini kendine rabt ve hissiyatına icrayı te'sir ederek yapacağını yapar. İsmi a'zam bilirim der, Cin celbederim der, kimya bilirim der, icabına göre hünerden, san'atten, kudretten, nüfuzdan, kerametten, ticaretten, menfaatten bahseder dolandırır. Ta'likı kalbin tenfizi amelde, ihfaı esrarda te'siri ne kadar çoktur, en âdîsinden en meharetlisine varıncaya kadar, dolandırıcılığın envaı buna merbuttur ve aksamı sihrin ekserisi ve hattâ az çok hepsi bununla alâkadardır denilebilir. 8- Nemmanlık, gammazlık gibi gizli tezvirat, akl-ü hayale gelmez, ilkaat, vasıtalı vasıtasız tahrikât, iğfalât ile sihirdir ki, beynennas en mebzul olan kısmıdır. Bütün bu aksam esaslı iki kısma raci olur: birisi sırf yalan ve mahzı tezvir-ü iğfal olan kavil veya fiil ile icrayı tesir eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ika edilen sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek bir veçhile ruhı beşer üzerinde aldatıcı bir te'sir ika etmekten ibaret olduğu halde bunun bir kısmı tahyili mahız, diğer bir kısmı dâ bazı hakikat ile memzucdur. Binaenaleyh her sihrin hakikî te'sirden büsbütün ârî olduğunu iddia etmemelidir. Bu âyeti kerimede bu ikisine işaret için evvelkine (........) buyurulmuştur. Yani bu şeytanlar sırf kendi uydurmaları olan sihri bir de Babilde Harut ve Marut namında iki meleğe inzal edileni nasa, o zamanki Beni İsraile ta'lim ediyorlardı ve böyle yapmakla küfretmişlerdi. Gerek mütekaddimînden ve gerek müteahhırınden bazı müfessirler bu (........) yı nafiye telâkki edip manayı «Babilde Harut ve Marut namile iki meleğe bir şey inzal kılınmadı, Harut ve Marut hikâyesi de bu şeytanların uydurduğu yalân bir masaldır» mealinde göstermişlerdir. Âyetin mabadindeki siyakı buna müsaid olsa idi biz de bunu tercih ederdik, fakat sıyak buna müsaid görünmüyor (........) rekik düşüyor, binaenaleyh biz Cumhûrı müfesirînin beyanı veçhile mevsül ahzediyoruz ki, bu hem zahiri nazma muvafık, hem de anladığımıza nazaran derin hakikatleri muhtevidir. Bu evvelâ harut ve Marut kıssasının bir hakikatini beyan ediyor ve bunun haddi zatında sihir değil ancak tarzı ta'limi ve suiistimali cihetile bir sihir ve küfür olacağını ifham eyliyor. Nitekim (........) hakkında sarahaten sihir ta'bir edilmemiş, ancak sihre atfedilmiştir, maamafih bu şeytanlar tarafından tarzı ta'limin küfr olduğuna ve bundan bir sihri mahsus yapıldığına işaret kılınmıştır. Demek ki, (........) haddi zatında bir sihir değil, fakat ehli fesad elinde vesilei küfr olabilecek bir hakikat iken, bu şeytanlar bunu mahza sihr için ta'lim etmişlerdir. Halbuki (........) Harut ve Marut bunu ta'lim edecekleri zaman «biz bir fitneyiz, yani bizim belledeceğimiz şeyler fitneye müsaiddir ve suiistimali küfürdür. Binaenaleyh sakın sen bunu belleyip de küfre girme» demedikçe ve bu yolda nasıhat etmedikce onları bir kimseye ta'lim etmezlerdi, gelişi güzel herkese belletmezler, suiistimalden, küfürden, sihirden men ederlerdi, bu şeytanlar ise böyle yapmadılar da bil'akis bunlarla herkese sihir ta'lim ediyorlar. İşbu iki melek ve bunların ta'limatı hakkında bir çok sözler söylenmiş, bahisler yapılmıştır, bütün bunları mütaleadan sonra bizim âyetten anladığımız şudur. Malûmdur ki, meleklerin insanlara ta'limi ya vahiy veya ilham demektir. Harut ve Marutun Cibril gibi vahiy melâikesinden olduklarına delil yoktur. Bil'akis âyet bunları iptida münzelünbih değil münzelünaleyh gösterdiğinden nüzulde mertebei taliye meleklerinden oldukları zahirdir. Binaenaleyh ta'limleri de enbiyaya olan vahiy dercesinde olmayıp ilhamat kabilinden olmak mütebârdırdır. İlham ise herkese olabilir. Demek oluyor ki, eski bir merkezi medeniyet olan Babil şehri ahalisinden bir takım kimseler iki suretle böyle iki ilâhî kuvvet ile mazharı ilham olmuşlar, bu sayede esrarı hilkatten bazı havarık-u garaip öğrenmişler ve öğrenirken bunların şerre de müsaid olduğunu ve binaenaleyh suiistimali küfr olacağını da öğrenmişlerdir. O halde bu iki meleke inzal kılınan ve Babil halkına ilham tarikile ta'lim olunan bu şeyler haddi zatında sihir değil idi. Lâkin sihir halinde kullanılabilir ve böyle kullanılması mahzı küfr olurdu. Bunun için âyette bunun haddi zatında sihr olduğu ifade edilmiştir. Filvaki her ilim böyledir. Haddi zatında ilmin hepsi muhteremdir. Ve fakat büyüklüğü nisbetinde ilmî haysiyetle hayr-ü şerre müsaiddir. İlim ne kadar harıkaengiz ve ne kadar ince ve yüksek olursa şerr-ü fitne ihtimali de o nisbette büyük olur. Bundan dolayıdır ki, âyatı hakkolan dini hakkı, tarikı müstakimi isbat ve te'yid için mintarafillâh ihsan olunan mu'cizeler, kerametler ve sair ilimler, hikmetler, fenler behane ittihaz edilerek âlemde ne kadar küfürler, mel'anetler neşrolunmuştur ki, bunların hepsi haram ve küfrolan sihir cümlesine dahildir. Bu ise ilmin haddi zatisindeki ilmî haysiyeti değil, amelî haysiyetidir. İlimler hüsni istimal edilirse zehirlerden devalar yapılır, suiistimal edildiği takdirde de devalardan sümum istihsal olunur. Hattâ bunun için ekser ulemaı şeriat gerek bu ayetten ve gerek mutlak ilim hakkındaki diğer ayetlerden şunu istidlâl ve istinbat etmişlerdir: Zatinde şer'an haram olan hiç bir ilim yoktur. Hattâ şerrinden tevakki için sihri bilmek bile haram değildir. Ancak yapmak haramdır ve hattâ küfürdür. «Ta'limi de bu haysiyetle mukayyet bulunmak iktıza eder. Nitekim bu ayette iptida ta'limi sihir alelitlak küfür gibi gösterilmiş iken (........) fıkrasile bu itlak tahsıs edilmiştir. Hasılı sihrin mahiyyeti asıl amelî haysiyetindedir ve sihir bir ilmi amelîdir. Şer ve bir tezvir sanatidir. Ve bu amel bazı ulûmı hakikiyeye mütevakkıf olabilir ve onların suiistimalile sihir yapılır, meselâ, elektrik bahsi bu gün mühim bir ilim, ve elektrikçilik mühim bir san'attir. Bunun suiistimalinden ve şer yollarında tatbikatından da bir çok sihirler yapılmak mümkindir. Lâkin bunun böyle olmasından, elektrik ilminin haddi satında bir sihir olması lâzım gelmez, işte Babilde Harut ve Marut ilhamile ta'lim olunan şeyler de buna şebih olduğu anlaşılıyor. Bunun için ayette bunlar esasında melekî bir kıymetle gösterilmiş velâkin ta'lim ve taallümi ile tatbikatında müsteid bulunduğu fitne haysiyetile de şeytanî olan sihre ilhak edilmiştir. Demek ki, sihir sırf şeytanî bir şeydir ve bu başlıca iki kısımdır. Birisi Şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları erâciftir. Diğeri Babildeki gibi esasında melekî olan bazı ulûm ve sanayii garibenin isti'malidir. Artık burada melekler sihir ta'lim eder mi diye bir sual ve cevab ile münakaşaya mahal yoktur ve bundan ihtıraz için (........) yı nafiye yapmak lüzumsuz ve siyak beyana muhaliftir, melek sihir ta'lim etmez, lâkin meleklerin hayır için ta'lim ettikleri hakikatler ehli küfür ve şeytanlar elinde şerde istimal edilmek için sihirde de kullanılabilir, nitekim bunu evvelâ Babilliler yaptılar, anlaşıldığına göre bunlar bu iki melekin ilhamile keşfedip belledikleri Semavî ve Arzî, ruhanî ve cismanî kuvvetlerin ve bunların mezcinden mütehassıl bazı sınaatı mühimmeyi nücum-ü tabiate isnad ederek küfre girdiler, bu sebeble Gildanî sihri, tılsimat, kalfatriyat namile bir nevi sihir şöhret buldu, sonra bir takım Şeytanlar da Süleyman aleyhisselâmın devletine karşı kısmen bunu ve kısmen de kendi uydurdukları tezviratı takib-ü tatbik etmişler ve bu suretle siyasî, içtimaî bir çok fesadlar çevirmişler ve hükûmet ve devlet işleri için bu sihirleri bir ilim diye neşr-ü terviç etmek suretile icrayı küfretmişlerdi. O zamanın halkı olan Beni İsrail bunları onlardan öğreniyorlardı ve milletler arasında bu yolu ta'kibden hali kalmazlardı, nihayet bi'seti seniyyei Muhammediye üzerine i'cazı Kur’ân karşısında kitabullahı tamamen arkalarına atarak büsbütün bu şeytanlara tâbi oldular. (........) bu cümlenin rabtında da vücuhi muhtemile vardır. Bir çok müfessirîn, bunu Harut ve Marut fıkrasına rabtederek (........) zamirini bu iki meleke ve (........) zamirini de (........) den müstefad olan nasa, yani herkese göndermişlerdir. (........) veya (........) üzerine veya (........) takdirinde atfı cümle alelcümle olarak daha makabline ma'tuf olduğu da zikredilmiştir. Lakin bizim muhtarımız bunun (........) ye merbut veya doğrudan doğru (........) cümlesine ma'tuf ve (........) e raci olmasıdır ki, hasılı ma'na şudur: Kitabullahı arkalarına atıp Süleymana karşı o şeytanların takib ettikleri şeylere ittiba eden bu fırkai ehli kitab, bu zümrei Yehud, bu kâfir şeytanların takib ve ta'lim ettiği bu iki nevi sihir kitablarından koca ile karısı arasını ayıracak şeyler öğreniyorlar». Bu tabir, sihrin azamî te'sirini ifham içindir. Yani bunlar bu tarik ile karı ile koca beynini bile ayırabilecek fesadlar çeviriyorlar, bunu yapabilecek olan sihirlerle içtimaiyatta ne büyük fitneler çıkarılabileceğini kıyas ediniz. Karı ile kocasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir rabıtai içtimaiyeyi kıranlar, bir hey'eti içtimaiyeye neler yapmazlar, komşular, hemşehriler beyninde neler yapmazlar; efradı milleti biribirine mi düşürmez? Hükûmet ile tebaasının arasını mı açmaz? İhtilâlleri mi çıkarmazlar? Âyet bu noktada bize gösteriyor ki, sihrin en büyük te'siri ruhlar üzerindedir, fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlâkı berbad, cemiyetleri perişan eder. Binaenaleyh sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır. Ve böyle sahirlerden sakınmalıdır. (........) ve maamafih bunları yapanlar, Allah’ın izni olmadıkça kimseye hiç bir zarar edemezler. -Te'siri hakikî, ne sihirde, ne sahirde, ne tâbiatte, ne ruhta, ne Semada, ne Arzda, ne Şeytanda, ne Melektedir. Müessiri hakikî ancak Allahdır. Menfaat-ü zarar da ancak onun iznile hasıl olur, o halde her şeyden evvel Allahdan korkmalı ve Allah’ın vikayesine girmelidir ve bunlara karşı koymak için de kitabullaha sarılmalıdır. (........) Allah’ın kitabını arkalarına atan bu sihirbazların her halde malûmudur ki, (........) kitabullahı satıp da sihri alan bir kimse, elbette (........) bunun Ahırette hiç bir nasıbi yoktur. Bunun akıbeti hüsranı mübindir. (........) celâlim hakkı için, bunların kendilerini sattıkları şey ne kötü şeydir amma (........) bilir olsalardı.- Gerçi bunlar sihrin sonu ve sahirin Ahıretten nasibi olmadığını ve sihre aldananın akıbeti mahzı husran olduğunu bilirler, fakat bir taraftan bu bilgileri ile amel etmedikleri için hareketleri cahilânedir. Diğer taraftan Ahıret nasıbsizliğinin dehşetini bilmezler ve sihrin asıl zararı diğerlerinden ziyade yapanlara raci olacağını ve ömürlerini nasıl çirkin bir şeyde geçirdiklerini bilmezler. Bakınız Cenâb-ı Allah’ın vüs'atı rahmetine ki, yine kendilerine şu rahîmane nasıhatı inzal buyurmuştur: |
﴾ 102 ﴿