270Her ne nefaka verdiniz veya ne adak adadınızsa her halde Allah onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur (........) az veya çok, habîs veya tayyib, gerek Allah yolunda ve gerek Şeytan yolunda her ne niyyetle her ne nafaka sarf-ü infak eder veya gerek taat ve gerek ma'sıyet her ne adak adar nezir yaparsanız (........) onu da Allah şüphesiz bilir. Ona göre yapacağını da bilir, iyiye iyi, kötüye kötü ecr-ü ceza verir. Binaenaleyh Allahdan bir şey gizlenir zannedib de ma'sıyeti taat, taati ma'sıyet yerine koymamalı, hukukullahı, hukukı ibadı men-ü tağyir ederek insan ne gayrıye ne de kendisine zulmetmemelidir. Çünkü (........) alel'umum zalimler için ensar-ü a'van namına bir ferd, bir yardımcı, bir şefaatci yoktur. Allah’ın ıkabı o zalimleri yakaladığı gün hiç bir taraftan bir kimse çıkıb da onlara yardımcılık etmez ve edemez. Zulüm her hangi bir şey'i hakkı ve lâyıkı olan mevzının gayrısına koymak demek olduğundan, hayır tohmu ekmek için yapılması lâzım gelen infakları maası ve şurura sarf ederek şer tohmu ekmek veya taatlere masruf olması lâzım gelen nezirleri, adakları ma'sıyetlere tahvil etmek, emvalini ketmedib borc olan sadakatı vermemek, men'etmek veya nezirlerini ifa eylememek veya habîs ve bozuk şeyler infak etmek, veya riya, menn-ü eza ile infak etmek veya daha sair bir suretle hukukullahı veya hukukı ibadı ketm-ü tağyir etmek suretiyle zulmedenler nihayet kendilerine yazık etmiş olurlar, Allah’ın nizamı hikmeti bunları bir gün behemehal ıkab-ü ukubete sevkeder ve o gün onlara bir taraftan bir yardımcı zuhur etmesine ihtimal yoktur. Allah’ı saymıyan o zalimlerin her şeye kadir olan Allahü teâlâdan harikalar beklemiye de hakları yoktur. İlmi İlâhî onların hiç bir niyyetini, hiç bir hareketini kaçırmıyacağından muktezayı hikmetle cezayı sezalarıni bulurlar. -Burada (........) mazmuunu ifham vardır. Zira Allahdan korkmıyanlar her halde korkulacak âkıbete düşerler. Hikmetin, celbi maslâhat ma'nası, mahabbetullaha mütevakkıf olduğu gibi ona mütekaddim olan def'i mefsedet ma'nası da mehafetullaha müterettibdir. Saygısız bir alâka, severken sevilmek arzusundan ve sevilmemek korkusundan müteheyyic olmıyan, zevalinden havf-ü endişe edilmiyen lâübali bir alâka, mahabbet değil bir eğlencedir. Mahbubunun rızasına hasrı nazar etmiyen ve onu her fenalığa razı olur farzederek hiç bir hareketten nefret ve istikrahını hisaba katmıyan ve binaenaleyh ona karşı hiç bir edebsizlikten korkub çekinmiyen bir müdde'inin mahabbet dâvası bir oyundan başka ne olur? En yüksek, en hassas sevgi en cüz'î bir şaibei muhalefete meydan vermemek endişesiyle titriyen, ve bu titreyişten en yüksek bir edeb-ü terbiye ilhamı alan kalbin mahabbetidir. Bir de izzeti olmayın mahbubun ne muhibbinde ne mahabbetinde bir kıymet yoktur. İzzetin ilk hükmü ise mehabet, ta'zım ve mehafet ilka etmektir. Ve muktezayı mehabbeti nâzım ve mahabbeti küstahlığa çevirmiye mani olacak böyle bir mehafetle mütelâzım olmıyan mahabbet davaları kizb-ü tahakkümden başka hiç bir şey değildir. Hiç bir aşk tasavvur edilemez ki, onda en derin âlâm-ü lezaizin mübarezesinden çıkan ateşli bir heyecan bulunmasın. Âşıkı hakikînin kalbi en büyük harb ma'rekelerinden daha müteheyyic, en büyük zevk sahnelerinden daha neş'elidir. Hicran ile visalin çarpışmadığı hiç bir lâhzai aşk tasavvur edilemez. Elektrikte müsbet ve menfi iki zıd izdivac etmedikçe bir cereyanı müfid hasıl olmadığı gibi kalbde de elem-ü lezzet, mehafet-ü mahabbet kaynaşmadıkça mecrayı mahabbet eşki mehafetle tathir edilmedikçe nurı hikmet hasıl olamaz. Binaenaleyh mahabbetullah ilm-ü ameli, netaici haseneye isal eden bir rükni hikmet iken mehafetullah da onları her türlü fesaddan koruyan bir re'si hikmettir, sonra mahabbet yükseldikçe mehafet de yükselir. Zevkı terakkı, havfı tedenni ile mütenasibdir. Şartı huzur, şartı gıyabdan başka olduğu gibi şeraitı kurb de şeraitı bu'dden başkadır. Bunun içindir ki, mazharı mahabbetullah olan ve yalnız sevmiş değil, sevilmiş olduklarını bilen ekâbir (........) tebşirini aldıkları halde «hasenatül ebrar seyyiâtül mukarrebîn = iyiler için hasenat sayılan bir takım harekât vardır ki, bunların mukarrebînden suduru seyyiât, kabahat sayılır» müeddasınca her lâhza hasenatlarının seyyiât oluvermesi tehlükesini bildiklerinden muktezayı kurbi izzet olan en yüksek mertebei mehafette bulunurlar. Öyle işler vardır ki, küçüklerden suduru terfi'i derecata vesile bilinirken büyüklerden suduru ıyazen billâh bir cinayeti azıme oluverir. İşte Cenâb-ı Allah beyanı hikmetten sonra bu meratibi mehafete işareten (........) saniyen (........) salisen (........) diye delâletten sarahate doğru üç mertebe üzere birer ıhtar ve inzar yapmıştır. Şimdi, sadak (........) aları nasıl vermeli gizli mi açık mı diye de bir sual hatıra gelebilir: Filvaki işbu (........) âyeti nâzil olduğu zaman Resulullaha «sadakanın gizlisi mi efdal, aşikâresi mi» diye sormuşlardı cevaben şu âyet nazil oldu: |
﴾ 270 ﴿