279

Yok eğer yapmazsanız o halde Allah ve Resulünden mutlak bir harb olunacağını bilin ve eğer tevbe ederseniz ne'sülmallariniz sizindir, ne zalim olursunuz ne mazlûm

(........) Şayet yapmazsanız, yani Allahdan korkmazda ribanın haram olduğuna inanmaz veya inanır da terketmezseniz (........) Allah ve Resulü tarafından bir harb ma'lûmunuz olsun. Yahud - (........) kıraetine göre- Allah ve Resulü tarafından kendinize harb i'lân ediniz.» Burada ribayı terketmeyenleri gerek riba halâldır i'tikadına avdet etmiş mürted veya nakzı ahdetmiş kâfir olsun, gerekse hurmetine iman eder ve fakat imanile amel etmez mü'mini fasık olsun ikisine de Allahü teâlâ i'lânı harbi emretmiştir. Çünkü bunlar zekâtı inkâr veya vermekten imtina edenler gibi ya mürted veya bagidirler. Haricdeki kâfirlere ilânı harb her vakıt içün zarurî olmadığı halde bunlara ilânı harb alelıtlak vacib kılınmıştır. Demek olur ki, ribadan sakınmak tâbi'ıyyeti islâmiyyede bulunanların hepsine farzı ayn bir vazıfei ferdiyye olduktan başka sureti umumiyyede riba muamelesini kaldırmak da muhim bir ferîzai içtimaiyedir. Çünkü riba öyle bir fitnedir ki, hey'ti içtimaiyede cereyan ettiği müddetçe efradın ondan içtinabı müteassir ve belki muteazzir olur. Filvakı dari küfürde bulunan bir müslümandan müslim ile gayrı müslim beyninde ribanın hurmeti sakıt olacağı mezhebi Hanefîde musarrahtır. Bilhassa bu hikmetten naşi olsa gerek ki, asrı saadette ümmeti islâmiyye mertebei kemalini bulub da harb istitaatını iktisab etmedikçe hurmeti riba i'lân edilmemiştir. Binaenaleyh hukûmeti islâmiye riba muamelesi yapan ferdleri ta'zir ve terbiye eder. Bunlar ferd veya cemaat halinde hükûmete karşı koyarsa o zaman onlara i'lânı harb umum müslümanların vazıfei diniyeleri icabındandır. Maamafih bu günkü müslümanlar bu vazıfelerini unutmuş ve bunun tatbikı hususunda içtimaî istitaatlarını zayi etmiş bir hali tezebzübde bulunduklarından bil'amel ribadan kaçınmak sırf ferdî bir vazife gibi kalmış, cem'iyetteki revacı da bunların vaz'ıyetlerini müşkilleştirmiştir. Kur’ân böyle ribayı terketmiyenlerin mintarafillâh i'lânı harbe istihkaklarını beyan etmekle bu cürmün ne büyük bir cinayet olduğunu anlatıyor ki, lisanı Kur’ân’da «Allah ve Resulünün harbi» ta'biri ba'zan hakikaten harbde ba'zan da cürmün azametini ve zararını tasvir için makamı inzarda mecaz olarak kullanılır. Ve burada her iki tefsir varid olmuştur. Demek ki, biri olmazsa biri her halde olacaktır. Faiz yiyen veya yediren maddî ve ma'nevî harbı ilâhîden azade kalamıyacaktır, bunun için bir hadîsi Nebevîde (........) = Allah riba yiyeni ve yedireni lâ'netledi» veya lâ'netlesin buyurulmuştur. Bu böyle, (........) ve eğer ribanın hurmetine iman ile ribaya tevbe ederseniz (........) re'sülmalleriniz sizindir. Onları alırsınız, o suretle ki, (........) zulüm etmezsiniz zulüm de edilmezsiniz irtidadınızdan veya zulmünüzden dolayı harb ilâhî ile her türlü zaiyata uğrar re'sülmallerinizi ve hattâ bütün emvalinizi bile gaybeder, kendinize yazık etmiş olursunuz.» (........) dan buraya kadar bu âyetin müslüman olub da mukaddema yaptıkları riba muamelâtından henüz kabzetmedikleri alacakları kalmış olan bir takım kimseler hakkında nâzil olduğu anlaşılıyor. Daha hususî olmak üzere bervechi âti bir kaç sebebi nuzül rivayet edilmektedir. Mukatilin rivayetine göre Taifde Sekıf kabilesinden Benu Amr İbn-i Umeyr denilen me'sud, Abdi yaleyl, Habib, Rebi'a namlarındaki dört birader hakkında nâzil olmuştur ki, bunlar Mekkede Beni Mahzumdan Beni Mugıreye müdayene yaparlardı. Resulullah Taifi fethettiği zaman bu dört kardeş müslüman olmuşlar, sonra Beni Mugıredeki alacaklarının fâizlerini istemişlerdi. Beni Mugıre islâmda fâiz vermekten imtina ettiler, fetıhten sonra Mekke valisi bulunan Attab İbn-i Üseyde müracaat olundu ve bir rivayete göre Sekıfin Hazret-i Peygamber ile Taif musalehasında halk üzerinde ribadan olan gerek alacak ve gerek vereceklerinin mevzu' ya'ni metrük ve sakıt olduğu mündericdi. Attab İbn-i Üseyd radıyallahuanh Resulullaha yazdı, o zaman bu âyet nâzil oldu. Binaenaleyh Resulullah bunu yazıb Attab İbn-i Üseyde «razı olurlarsa febiha yoksa harb i'lân et» diye emretti. Ata ve Ikrimenin beyanlarına göre ammi Nebiy Hazret-i Abbas İbn-i Abdulmuttalib ile damadı Nebiy Hazret-i Osman İbn-i Affan radıyallahu anhuma müşterek olarak hurma selemi yapmışlar, ya'ni vakti gelince hurma verilmek üzere pişin para vermişlerdi. Toplama vakti gelince bir kısmını kabzetmişler, mütebakisine de fâiz zamm eylemişlerdi. Bu âyet nâzil oldu. Süddînin rivayetine göre Hazret-i Abbas ile Hazret-i Halid İbn-i Velid Cahiliyede şerik olarak riba ile veresiye muamele yapıyorlardı, islâma geldikleri zaman fâizli pek çok alacakları vardı, bu âyet bunlar hakkında nâzil oldu. Kütübi ehadiste rivayatı sahiha ile tahric olunduğuna göre: İbn-i Ömerle Cabir radıyallahü anhuma bizzat Hazret-i Peygamberden şöyle rivayet etmişlerdir ki,

Resulullah «Haccetülveda'» günü Mekkede ya'ni Cabirin tasrihi vechile Arafattaki hutbei seniyyelerinde (........) = Cahiliyede olan ribaların hepsi batıl ve sakıttır. İlk ibtal edeceğim riba da Abbas İbn-i Abdulmuttalibini ribasıdır» buyurmuş idi. Mekke ve Taifin fethi hicretin sekizinci senesinde işbu Hacci veda'da onuncu senesinde vaki' olmuş ve bir kaç ay sonra on birinci sene içinde vefatı Peygamberî vuku' bulmuş idi. Bundan anlaşılır ki,, işbu riba âyetinin Mekkede ilk tatbikati fi'liyesi bu hutbede i'lân buyurulmuş ve mazmunı âyet vechile makbuzu tenfiz ve gayrı makbuzu ibtal edilmiştir. Binaenaleyh Hazret-i Abbasın fâizleri âyetin bilhassa sebeb-i nüzulü değilse bile umumî olan hükmünün Mekkede ilk mevridi tatbikı olmuştur. Bu âyet müslüman olan küffarın ahkâmı hakkında büyük bir esastır. Bunların zamanı küfürlerinde ahkâmı islâma muhalif ve fakat beyinlerinde mu'teber olmak üzere yaptıkları sabık muameleler esasından fesh-u nakzedilmez, lâkin ba'del'islâm vaki' olacak olan netaici, ahkâmı islâma göre hallolunuz. Meselâ beyinlerinde caiz ve fakat islâmda gayrı caiz bir nikâh akdetmiş bulunsalar bu mafüvdür. Lakin o emr-ü ta'kib olunmaz, meselâ hâli küfürde bir süd kardeşini nikâh etmiş ve dahil olmuş bulunsa, bu nikâh sabıka nazaran mu'teberdir. Verilen mehir geri alınmaz. Fakat ba'delislâm ibka da edilmez. Beyinleri tefrık olunur. Mehir verilmemiş ise mehri misil bile verilir. İşte ıbaresi ribaya tealluk eden bu âyet delâleti i'tibarile muamelei sairede dahi esastır, Kezalik Haccetül'veda' hutbesi bir çok ahkâma esastır. Ezcümle bu delâlet ediyor ki, dari harbde vaki' olan akıdler fasid olarak yapılmış olsalar bile fetihten sonra i'tiraz ile esasından feshedilmez. Zira ma'lûm ki, âyetin nüzulü ile Mekkede gayrı makbuz ribaların ibtalini i'lân eden bu hutbei Nebeviyye arasında Mekkenin fethinden evvel cereyan etmiş bir takım ukudı riba vardı. Demek ki, bir darı harbde müslümanlarla diğerleri arasında vaki' olan akıdler o darı harbi müslümanların fethinden sonra esasından feshedilmez. Makbuz olanlar iade olunmaz. İşbu riba ahkâmında olduğu gibi fasid kısım idame de olunmaz.

Ya'ni hükmi fetih makabline şamil olmaz, ancak maba'dine nâzır olur. Bu beyanattan şu neticeleri alabiliriz.

Evvelâ, âyeti ribanın nüzulü sade Haccetülvedadan değil fethi Mekkeden bile biraz mukaddem imiş, saniyen riba için kâfir veya âsıye ilânı harb ferızası dari harbde değil, dârı islâm içinde ve tâbi'ıyyeti islâmiyyeyi kabul etmiş olanlara nezaran bir hükümdür. Müslümanların vazıfesi dari harbe ribanın lağvını teklif için harb i'lân etmek değil, kendi memleketlerini müslim veya gayrı müslim kim olursa olsun riba fitnesine ma'ruz bırakacak olanlardan muhafaza etmektir. Bunun için (........) diye hıtab buyurulmuş (........) denilmemiştir. Mü'minlerin vilâyeti de dari islâma aiddir. Dari harbe tecavüz etmez. Bu ma'naya binaendir ki, Resulullah tabiıyyeti islamda bulunmıyanlara terki ribayı teklif etmediği halde zimmeti islâma giren Necran Nasârasına riba yememek ve riba yiyenden zimmeti beri olmak üzere ahid vermiş ve «ya ribayı terkedersiniz veya Allah ve Rasulünden harb malûmunuz olsun» diye de yazarak bu âyetin mazmununu tebliğ' buyurmuştur. Zira darı islâmda ehli zimmetin ahdı, hukuk noktai nazarından ehli islâmın imanı makamındadır. Ve ehli zimmet ıbadatı ile değil, fakat muamelât ile mükelleftir. Velhasıl dari islâmda riba muamelesi yapanlar gerek saikai küfr-ü irtıdad ile yapsınlar, gerekse saikai fisü ısyan ile yapsınlar, her iki surette de Allah’ın ve Rasulünün harbine müstahıktır. Fakat tevbe edenlerin de re'sülmalleri bilâ ziyade vela noksan mahfuzdur. Şu kadar ki, bunun derhal edası da medyunun yesarile meşruttur.

279 ﴿