286Allah kimseye vüs'unden öte teklif yapmaz, herkesin kazandığı lehine yüklendiği aleyhinedir, ya rabbena! eğer unuttuk veya kasdımız bize bizden evvelkilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme, ya rabbena! hem de bize takatımız olmayanı yükletme, ve bizden günahlarımız afiv buyur ve bizlere mağfiretini reva, rahmetini atâ kıl, sensin mevlâmız, bizi mansur buyur artık seni tanımıyanlara karşı, kahrolsun kâfirler (........) Allah kimseye vus'undan başkasını teklif etmez. -edemez değil etmez. Allah’ın tekâlifi kulların vus'u kadar ve hattâ takatının madununda olur. Takatı tazyık eylemez. Harece ve meşakkat vermez. Mükellefler onları güçleri geniş geniş yeterek yapabilirler. Netekim (........) buyurmuştur. Dini hak yüsürdür onda harec yoktur. Böyle olması da tâkat yetişmez teklife kudreti olmadığından değil, mahzı fazl-ü rahmetindendir. Bu suretle Allah’ın mükelleflere bahşettiği kudret ve tâkat yaptığı tekliflerden geniştir. Bu sayede onlara vazifelerini yaptıktan sonra dinlenecek veya teklifsiz hayırlar yapmıya müsait kudretlerde kalabilecektir. Netekim feraizı ifadan sonra daha neler yapamazlar. Meselâ günde beş vakit nemazdan ma'ada daha ne işler göremezler. Gerçi teklif, iradeye tahmili külfet demektir, her külfet ise bir kudret sarfını ıktıza eder. Ve bu hikmetle her teklif bir kudreti mümekkine ile meşruttur. Fakat o teklifin bu kudreti tazyık etmemesi de şarttır. Ya'ni her ferdin mükellefiyyeti vus'ıyle, kudretiyle ölçülmek lâzım gelir. Binaenaleyh efradın kudretleri mütefavit olduğundan kudret ve istitaatleri fazla olanların meratibi mükellefiyetleri de fazla olacaktır ki, adalet ve müsavatı hukuk da budur. Meselâ malı olmıyan zekât ile mükellef olmıyacağı gibi muhtelif zenginlerin zekâtları da bir nisbet dairesinde muhtelif olur. Kimi on, kimi yüz verir. Fakat hebsi de aynı nisbet dahilinde meselâ kırkta birdir. Kudret hisaba alınmıyarak nüfus başına alesseviyye şu kadar demek bu esasa münafidir. Kezalik ümmete toptan teveccüh eden farzı kifaye tekâlifin efrada teveccühü de böyledir. Sonra bir şahsın uhdesine teveccüh eden tekâlifin mecmuu hisab edildiği zaman dahi kudretini geçmemelidir. Bunun için ba'zı tekâlifte bilâ hareç kudreti mümekkineden başka bir de kudretı müyessire denilen, yani daha ziyada kolaylık esasına istinad eden kudret de şart olmuşdur. Velhasıl bu âyet hikmeti teşri'in en büyük esasını fezleke etmiştir: Teklif mükellefin vüs'ıyle mütenasibdir. (........) Herkesin kesb ettiği lehine, iktisab ettiği de aleyhinedir,» - Kesb ve iktisab lûgatte ve Kuranda bir ma'naya kullanıldığı gibi farklı olarak da kullanılır. Kamusta dahi gösterildiği üzere evvelâ kesib, iktisab, tekessüb, talebi rızktır, yâni intifa' edecek, hazz alacak bir şey istemek ve aramaktır ki, bulmak ve ele geçirmiş olmak şart değildir, İradei cüz'iyye: Bir sarfı kudret demektir. Türkçesi çalışmak olur. Kesb ile iktisabın farkı olmayınca birinin lehe, birinin aleyhe olması ancak müteallıklarından neş'et edebilir. Bu noktai nazardan (........) teki (........) ile (........) teki (........) nın ma'naları tefrık edilerek evvelki Allah’ın teklif ettiği hayır, ikinci nehyettiği şerr ile tefsir edilmiştir. Saniyen, kesb, ısabet ya'ni talebini üstüne vurdurub istediğine nail olmaktır ki, türkçe kazanmak demektir. İktisab ise gerek ısabet etsin gerek etmesin alelıtlak tasarruf ve ictihad, ya'ni çalışıb çabalamaktır. Binaenaleyh kesibden min vechin eam ve min vechin ahastır. Bu münasebetle yekdiğeri makamında kullanılabilir. Salisen kesib kazandırmak ma'nasına gelir ki, o zaman iki mef'ulüne taaddî eder. (........) fülâna mal kazandırdım denilir. Şu halde iktisab bu ma'naya tekabül ettiği zaman bilmutavaa kazanmak, ya'ni başkasının kazandırmasile kazanmak demek olur. Bu ma'naya esas olmak üzere Râgıb şunu da beyan eder ki, «Kesib hem kendi ve hem başkası için kazanıp aldığına, iktisab ise sırf kendisi için istifade ettiğine denilir. Binaenaleyh her kesib iktisab değildir. Fakat her iktisab kesibdir. Bunlar (........) gibidir ilah..» Bunun için iksiab şehvet ile kesb ise hikmet ile alâkadar olur. İşte bu ma'naların her biri i'tibarile (........) müteaddid ma'nalar ifade edebilir. Ezcümle: 1- Her nefsin istediği, yaptığı iyilik kendi lehine, kendi menfaatinedir. Sonunda sevabı ancak kendinin olacaktır. Bil'akis yaptığı kötülük, yüklendiği vebâl kendi aleyhine, kendi zararınadır. Akıbet azabı kendine aiddir. (........) herkesin yaptığı iyilik kendine yaptığı fenalık yine kendinedir. Allah’ın teklifleri de iki kısımdır. Birisi zahirde veya batında veya her ikisinde yapılmasını teklif ettiği evamirdir. Bunlar hayr-ü hasenattır. Diğeri yapılmamasını teklif ettiği nevahidir ki, bunlarda şerr-ü seyyiattır. Evvelkilerin fi'li menfaat, terki zarardır. Berikilerin fi'li zarar, terki menfaattir. Bunların menfaat ve zararları da Allah’a değil, mükellfeleredir. Binaenaleyh teklifi İlâhî vüs'a göre olmak gibi bir kolaylığı müştemil olduktan başka her mükellefin sarfedeceği vüs'u, zararına sarfettirmeyib temamen menfaatine tahsıs ettirmek gibi bir faidei mahsusa ve rahmeti fadıleyi de muzammındır. Bunun için Allah kullarına hiç bir teklifte bulunmasa daha büyük bir rahmet olmazmıydı gibi bir vesvese hatıra gelmesin. Rahmet ve ınayeti İlâhiye kullarına daıyei şehvet ile zarar iktisabından nehyetmeğe ve ebedî menfaat kesbile mükellef tutmamağa müsaid olamaz, zararlar menfaatlerle mütekabildir, Zarar melhuz olmasa idi, menfaat melhuz olmazdı. Teklif ızrar için değil zararlardan sıyanet ve menfaate sevk içindir. Külfet ni'mete göredir. Bu hikmete mebnidir ki, Allah verdiği kudret-ü takatten fazla bir teklif yapmaz, yaparsa menfaatten ziyade zarar, nimetten ziyade külfet tahmil etmiş olur. Bu ise artık teklif olarak kalmaz, ta'zib olur. Bunu da adl-ü rahmeti İlâhiye teklifi kabul etmemenin bir cezası olarak ta'yin buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki, (........) buyurulmuştur. Bu cihetle tekâlifi İlâhiyeye temamen (........) demeyen ve kavaini hak dairesinde kesib yapmıyanlar akıbet böyle bir ta'zibe giriftar olurlar. Netekim Ahırette (........) emri böylelere teklifi malayutak suretinde bir ta'zibdir. Bunun Dünyada da misali yok değildir. Kavanini hakk ile amel etmiyen milletler veya ferdler böyle nelere maruz olmuşlardır. Ve bundan sonraki duaların talimi de bu hikmetle alâkadardır. Allahü teâlâ kullarının re'sen böyle bir zararlarına razı olmadığından onları mükellef tutmuş ve teklifini verdiği vüs'u ile mütenasib yapmış ve adaletiyle külfeti ni'mete tekabül ettirmiştir. Madem ki, böyledir, O halde insanlara da nimete göre gülfete katlanmak ve hatta tekliften fazla kalan kudret ve takatını mühmel tutmıyarak bilâ teklif nafile ibadete ve hayr-ü hasenata sarfedib ni'met ve menfaatini tezyid eylemek yaraşır. Bu suretle (........) hem faidei teklifi beyan ile mükellefatı kabule sevk hem de feraızdan maada tetavvuat ve nevafile teşvikı mütezammındır ki, buna nedb ta'bir olunur. 2- «Her nefsin kazandığı yani yolile isteyib isabet ettiği menfaatine, aksine veya kör körüne çalışıb boğuşduğu zararınadır.» Binaenaleyh vus'a köre teklif o menfaatı celb ve bu mazarratı defı' hikmetine müsteniddir. Zira teklif olmazsa insan âtıl olur. Teklif vus'a göre olmazsa o zaman da boğuşur durur, her ikisi de zarar olur. Bir de Allah vus'a göre teklif yapmasa hayr-ü ni'mete vüsul için ya yol tayin etmemiş veya göstermemiş olurdu. O zaman insanlar boş durmak istemeselr bile ya boş boşuna veya kör körüne uğraşır dururlardı. Takatten fazla teklif yapsa o takat yetişmez, kesbolmaz, çalışdıkları boşuna giderdi. Her iki surette Allah kullarının hayrını istememiş zararlarını istemiş olurdu ki, bu da Rahmanı Rahimin rahmetine münafidir. Bu manaya göre kesib ve iktisabın müteallâkında şer esasen mevzuı bahis bile olmıyabilir. Her iki (........) hayırdan ibaret olabilir ki, biri ele geçen hayır, biri de ele geçmiyen hayırdır. Yani yolile hayır kazanmak menfaatı mahzadır. Şer şöyle dursun hayır kazanacağım diye körkörüne çalışıb boğuşmak bile mazarrattan hali değildir. Çünkü netice boşa çıkarsa mesai heder olur ve ihtimal ki, daha büyük tehlükeye, şerre gidilir. Cehalet bunun için muzırdır. İşte vus'a göre teklifi ilâhî hayrın yolunu göstermekle o menfeatı temin etmiş ve kudreti ıtlâf ettirmiyerek bu zarardan sıyanet eylemiştir. 3- «Her nefsin hem kendi ve hem başkaları için kazanıb aldığı sırf kendi lehinedir. Asıl kazanc böyle kazancdır ki, hayır buna derler. Hayır her halde sahibinindir. Bil'akis şehvet-ü hırsına mahkûm ve mağlûb olarak «ben, ben» diye yalnız kendisi için kazandığı da zararınadır.» Zira o kendi kendine yaşayamaz kazanmak için bile ahare muhtacdır. Binaenaleyh tekilfi İlâhî bu menfeati temin ve o zararı def içindir. Bunda hudkâmlıkla diğer kâmlığın güzel bir tevfikı vardır. 4- «İnsanın kazandırdığı sırf kendi lehinedir, hakk-u menfeat temin eder. Fakat diğerinin kazanciyle yaşaması da aleyhinedir.» Vazıfe borc, mahkûmiyet iktıza eder. Yedi ulya yedi süflâdan hayırlıdır. Binaenaleyh teklifin vus'a göre olmasında mükellefi yedi süflâdan sıyanet ve temini hukuk vardır. Bunun için Cenâb-ı Allah infakı hayır, mübadelei sahiha teklif etmiş, tesee'ülden ribadan, tecavüzden nehyeylemiştir. Ekseriyetle müfessirîn bu dört manadan birincisi üzerine yürümüşler. Berikilerin her birini birer vechile ona ilhak eylemişlerdir. Binaenaleyh asıl tefsir evvelkidir. Zira bütün esrari teklifi muhtevidir ve vazıhtır. Şimdi Cenâb-ı Allah (........) diyen mü'minlerin tazarru' ve ilticasına karşı iltifat ile bu cevabı verdi. Yüsr-ü tahfifi beyan ile onların halecanını teskin etti. Bu suretle kelâmullah yalnız Resulü ile değil ona ber vechi meşruh iman eden ümmeti ile de bir mükâleme ve münacat şeklinde tecelli eyledi ki, bu üslûb bilhassa Fatihada sebk etmişti. Bu, Kur’ân okuyan veya dinliyen mü'minlerin ara sıra kendilerini Cenâb-ı Allah ile bizzat mükâleme halinde bulmaları gibi büyük bir ni'meti intakı tazammun eder. Bu mertebede ıhlâs-u taat hissiyle huzurı ilâhîye iltica edenler yalnız şerefi hıtaba nail olmakla kalmıyacak huzurı baride ruhsatı kelâma malik olub söz söylemek, bizzat dilek dileyebilmek şerefine de mazhar olacaklardır. İşte bu makamı vısalin kuvvet ve şerefini göstermek için Cenâb-ı Allah onlara istinafen bir cevab olan bu kelâmını bir fasıla ile ayırmakla beraber bir taraftan da yine onların sözleri ve onlardan hikâye olunuyormuş gibi bir siyakta irad buyurmuştur. Çünkü ıtlakiyle «semi'na ve eta'na» diyen o mü'minler aradıkları bu cevabı bu yüsr-ü rahmeti evleviyyetle derhal kabul ve ıkrah ile tekrar edecekleri zaman aynen söyliyeceklerdir. Esası mazmunu da kendilerinin düşüncelerine muvafık olduğundan bu âyet dahi baştan başa onların mekuli kavilleri olacaktır. Bu nükte ile bu âyet dahi onların lisanından hikâye ediliyormuş veya onların duaları arasında bir cümle-i mu'teriza olarak bulunuyormuş gibi bir tarzı müteşabihte sevk buyurulmuştur. Bu tarzı vuslet ile sirri teklifi beyan eden ve cevab kendilerine teklifi malâyütak olmıyacağını ve bil'akis vus'ile yüsr-ü tahfif matlûb olduğunu tebşir ederken ayni zamandı teklifi malâyütakın haddizatında imkânını işrab etmiş ve bununla beraber kesbin kıymetini ve ni'metin külfete göre olduğunu ifham ederek tekliften artan takatlerin bilâ teklif kesbi hayra sarfolunmasına tergib-ü teşvik ile (........) hadîsi kudsîsi mazmununu anlatmış olduğundan (........) tergibile (........) inzarının tahtı te'sirinde tekrar bir azmi ıtaat ve havfi ma'sıyet ile dua ve ilticaya baıs olmakla bu cümle-i cevabiyye aynı uslûbda ve bütün arzularına muvafık gayet mühim yedi matlûbu havi dualarla hıtam verilmiş, şimdi de şöyle deyiniz diye emir tasrih olunmıyarak bu da evvelki dualarının ahırı suretinde ta'lim buyurulmuştur. Bunun için burada Nahiv noktai nazarından üç vecih vardır. Birisi: (........) dan, surenin nihayetine kadar mecmuu (........) nun mekulü olmak, ikincisi, yine böyle olub ancak (........) arada cümle-i mu'terıza halinde bulunmak, üçüncüsü, bundan sonra bir (........) takdir edilmektir. Ya'ni ey mü'minler şu halde duadan kesilmeyiniz de şöyle deyiniz (........) ya rabbena! unutrsak veya hata edersek bizi muahaze etme. -ya'ni vüs'ümüzün nisbetinde teklif ettiğin vazıfeleri hüsni edaya ve hattâ gücümüz yettikçe daha ziyade hayırlar kesbederek terakkı etmiye yeni baştan bir hissi ıtaat ve iştiyak ile azmettik, fakat fark kıldığın vazıfelerden birini hasbelbeşeriye unutur veya meşru bir şey yapmak isterken haram kıldığın menettiğin şeylerden birine kasdımız olmıyarak düşer, hata edersek bu da terki hayır veya fi'li şer kabilinden bir ihtisab olabilecektir, (........) ise mutlak olduğundan bunlardan muahaze muhtemildir. Binaeanelyh ne nisyan-ü hatanın kendisinden, ne esbabından ne de bunlardan biri sebebiyle iktisab etmiş olduğumuz terki hayır veya fi'li şerden biz ümmeti Muhammede Dünya ve Ahırette mücazat eyleme.» NİSYAN VE HATA İKİ NEVİ'DİR: Birisi sahibi ma'zur görülebilir, diğerinde görülmez. Meselâ bir kimse üzerinde bir necaset görse de izalesini te'hir eylese, sonra unutub namaz kılsa ma'zur olmaz. Görür görmez izale etmediğinden dolayı taksır etmiş olur, lâkin görmezse ma'zurdur. Kezalik bir kimse bir ava tüfek atsa da bir insanı vursa, orada insan bulunabileceğini hisaba katmamış ve bu hususta lâzım gelen takayüdata riayet etmemiş ise ma'zur olmaz, kezalik insan vezaifi diniyye ve şer'iyyesini bellemeğe çalışmaz ve belledikten sonra da unutmamak için tekrar tekrar mütalea eylemez de unutursa nisyanda ma'zur olmaz. Bunun için balâda usuli tevsik gösterilmiştir. Binaenaleyh bizzat nisyan ve hatanın bazılarından ıhtiraz, vüs'ı beşerin haricinde ise de bazılarında böyle değildir. Binaenaleyh (........) alel'ıtlak nisyan-ü hatadan muahaze ıhtimalini refetmemiş bunların (........) de duhulleri melhuz bulunmuştur. Demek ki, mesele müşkildir. Nisyan ve hata ile yapılmış olan fenalıklar haddi zatında muzır, gayri meşru' ve vüsu' dahilindedirler. Unutarak veya hata ederek yutulmuş olan bir zehrin zararı yoktur denilmiyeceği gibi bunlar da böyledir. Seyyiat ve meası tıbkı zehir gibi muzırdır. Hataen bir kuyuya düşmek tehlüke olduğu gibi hataen birinin gözünü çıkarmak da bir zarardır. Hasılı hiç nisyan ve hata yapmamak vüs'ı beşerden haric de olsa bunlar sebeb oldukları fi'lin indallah yani haddi zatındaki netaicini değişdirmez (........) de dahil olurlar. Bunun için insanlar bunlardan mümkin olduğu kadar tevakkı ile de mükelleftirler. Katli hatada olduğu gibi hata mesailinde bazı ahkâmı teklifiye vardır. Nisyan ve hata hukukı ıbabdaki zararın zâmanına mani olmaz. Bunlara işaretendir ki, (........) denilmemiş (........) denilmiştir. Bu suretle gerek hata ve nisyandan ve gerek esbabı mütekaddimesinden, gerekse netaici müterettibesinden ademi teklif değil alel'ıtlak ademi muahaze istid'a olunmuştur. Ve bu ta'lim birr-ü adli de tazammun eylemiştir. Netekim (........) hâdîsi şerifi bununla alâkadardır. Evet nisyan ve hataya düşmemiz de kötü bir şeydir. Fakat lûtfunla bunlardan bizi muahaze etme. (........) Yarabbena!.. Bize bizden evvelki ümmetlere yüklettiğin gibi ağır yük de yükleme, bizi asâ ve ısyan milletleri gibi yapma» - Yani bizi diğer milletlere yaptığın gibi yerinden kımıldatmaz, tazyık eder, zor tahammül edilir ağır boyunduruklar, şiddetli misaklar, giran tabi'yetler, tekâlifi şakka, şiddetli ahkâm-ü kavanin ve muamelât altında bulundurma, binnetice mükelleflerini meshederek maymunlara hınzırlara çevirecek sıkıntılara koşma, bizim ahkâm ve hayatı umumiyyemizde tazyıklar, şiddetler olmasın rabbımız. ISR; Aslı lügatte esr-ü habs manasiyle alâkadar olub altındakini yerinde tutan ağır yük ve bağ demektir ki, boyunduruk gibi ağır misaka, zor tahammül edilir ahd-ü tabi'iyete, kezalik rahim-ü karabete ıtlak edilir. Anlaşılıyor ki, tarihlerde görüldüğü üzere Yehud ve Nesârâ gibi ümemi salifede şiddetli ahkâm ve tekâlif vardı. Müfessirînin beyanlarına nazaran meselâ Yehudîler günde elli vakit nemaz kılmak malının dörtte birini vergi vermek pislik bulaşan elbiseyi kesmek, vatanlarından çıkarılmak bir çok hususatta hemen idam cezası tatbik edilmek, tevbe için intihar ile mükellef tutulmak, bir ısyan üzerine hemen ceza verilmek, her hangi bir hata vakı olursa halâl olan taamlardan bazıları tahrim edilmek gibi ahkâm vardı. Tefsiri Kaffalde demiştir ki, «Yehudîlerin ellerinde Tevrat diye iddia ettikleri kitabın sifri hamisi mütalea edilirse onların ne kadar sert ahkâma, ne kadar şiddetli misaklara tabi tutuldukları daha bir çok acaibat ile beraber görülür. İşte mü'minler bu gibi tazyikat ve teşdidattan sıyanetlerini niyaz ettiler ki, o da fazl-ü rahmetiyle ileride gelecek olan (........) âyetiyle bunları izale eyledi.» İlah.. (........) buyuruluduktan sonra bu duaya ne hacet vardı? denilmesin. Çünkü evvelâ, vüsu', takatten geniş ise de takat manasına istimali de meşhurdur. O halde teklifin takat ile mütenasib olması da muhtemil bulunur. Bu da tazyik-u şiddetten başka bir şey değildir, ümemi salifede bunun vukuu da sabittir. Binaenaleyh bu icmalin ref'ile vüs'un zahir olan ma'nayı yüsürde tesbiti istirham edilmiştir. Saniyen amel, teklifden min veckin eamdır. Bunların bizzat teşri' ve teklifi İlâhî olarak değil teklifi hakkın hılafına giden Firavin ve saire gibi cebabirenin tasallutiyle mahzı terbiye olması da mümkindir. Bunun için (........) ta'bir olunmuştur. Sûrenin başından beri gelen Beni İsrail kıssalarında her iki cihet de ıhtar olunmuştur. Ayni ma'na şu duada daha ziyade melhuzdur: (........) Ya Rabbena! bize tâkatımız olmiyan şeyler de tahmil etme hiç çekilmez, tâkat getirilmez, teklifî olursa yapılamaz, ısyan ve ıhtilâle sevkeder, tekvînî olursa ta'zib olur, mahv-ü ihlâk eder malâyütak belâlar, sevdalar altında inletme ey kadir Rabbımız. «- Çünkü sen her şey'e kadirsin. Bunu rahmetinden dolayı teklif olarak yapmazsan imtihanen veya asılere gazabından dolayı ta'ziben yapabilirsin. Her şey senin meşiyyetindedir. Binaenaleyh bize ne teklifen ne imtıhanen ne ta'ziben malâyütakı tahmîl etme, hasılı (........) tebşirin ümmeti Muhammededir. Bu yüsr-ü tahfifin, bu ümmete bahşettiğin feyzı iman, hissi itaat ve ıhlâs, hüsni irade, ittiba'ı hak gibi hasaili fadıle ile mütenasibdir. Elbette bu kanunu tanımıyanlar, bunun sâhasından dışarı çıkmak istiyenler alel'ıtlak sâhai tekliften çıkabilecek değiller, o zaman onlara biribirlerinin muktazayı şehveti olan ve hakk-u hukuk, vüs'u takat dinlemiyen teklifler yaptıracaksın, kâfir, kâfir olmakla mükellefiyetsiz yaşamıyacak fakat hakka tabi' olmadığından halka haksız teklifler yapacak ve bilmukabele haksız teklifler altında kalacaktır ki, bu da aynı zamanda adl-ü hakkın muktezası olarak senin bir tahmilin olacaktır. Bu noktai nazardan âlemdeki her kavmin kendine göre bir kanunu vardır. Ve o kanun behemehal bir tahmili İlâhîye müsteniddir. Şukadar ki, mü'minlerinki müstakım ve eseri rahmet, kâfirlerinki gayrı müstekım ve eseri adl-ü gadabdır. Mü'minlere adalet olan kâfirlere adalet olmaz, kâfirlere adalet olan da mü'minlere adalet olmaz. Bütün bu liyakat ümmetin ruhunda ve kalbindedir. Kalbler ise «Yarab, sen Rahmani zülcelâlin iki parmağı arasındadır. Dilediğin gibi taklib edersin. Binaenaleyh bizi dini islâmın teklifi ahkâmı yüsründen, tarikı müstekımden ayırma, bundan ayrılmağa, rahmetinden cüda düşmeğe tahammül edemeyiz. Bizi böyle dayanılmaz derdlere ma'ruz bırakma rabbımız, o muahazeyi bu haml-ü tahmili yapma da (........) bizden günahlarımızın asarını afvinle izale et, i'tiraf ederiz ki, biz ahkâmına ıtaati bütün ıslasımızla taahhüd etmiş olduğumuz halde yine kusurdan, günahtan hali değiliz, bütün mesaimiz esas i'tibarile bir ni'metinin şükrünü eda edemez. Sarfettiğimiz, edeceğimiz vüs'u takat esasen senin in'amın, onun sarfından hasıl olacak menafi'de bize bahşedilmiş olduğu halde biz onu temamen senin yolunda sarfetmek lâzım gelirken biz tutuyoruz da onunla senin rızana muhalif olarak kendimize zararlar bile yapıyoruz. Sermayei kesb olarak verdiğin irade ve kudretlerimizi, akıl ve fikirlerimizi temamen tevhıd edip de hepsini menafi'imiz yollarına sarfedemiyoruz. Bunun için dilediğimiz dilekleri istıhkakımızdan değil, fadl-ü rahmetinden ümid ile diliyoruz. Halbuki vakı', vakı'dir. Bizden herhangi bir suretle sadir olan günahlar ilmi İlahînde sabittir. Onların oradan izalesi mümteni'dir. Fakat sen kemali kudretinle onların bize müteveccih olan netaicini bizden silebilirsin, Zira müsebbibül'esbab, müessiri hakikî sensin, bizim kötü fi'limizle netaici arasındaki irtıbatı sen mahvedebilirsin, bizden onları afvettikten başka (........) bize mağfiret de et, ayıblarımızı ilmi İlâhînde gizle, ört bastır, eller içinde bizi rusvay eyleme, bununla beraber (........) rahmetinle bize in'am da et (........) sen bizim mevlamız, sahib-ü malikimiz, veliyyi umurumuz, nasırımızsın. (........) buyurdun, binaenaleyh (........) o kâfirler güruhuna karşı bize nusrat ihsan et, maddeten, manen müdafeai hak ve i'lâi kelimede bizi galib ve muzaffer eyle.» aleyhissalâtü ves-selâm Efendimiz bu dualarla dua ettiği zaman tarafı İlâhîden «peki yaptım» buyurulduğu Müslim ve Tırmizîde rivayet edilmiştir. İlerideki surelerde de bunlara cevabları göreceğiz, ezcümle surei «Âli Imran» bu nusrat duasında bir cevab olarak başlıyacaktır. Kütübi sittede İbn-i Mes'uddan rivayet olunan bir hadîsi Nebevîde buyurulmuştur ki, «her kim geceleyin suretül'Bakareden iki âyeti okursa ona kifayet eder.» Hakim ve Beyhakînin Ebû Zerden tahric ettikleri diğer bir Hadîs-i şerifte de Fahri risalet buyurmuştur ki, «Allahü teâlâ surei Bakareyi iki âyetle hıtama erdirdi ki, bunları bana Arşin altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza bellediniz, ta'lim ediniz, çünkü bunlar hem salâttır, hem Kur’ândır, hem duadır.» Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali radiyallahü anhümadan mervidir ki, her biri «âkil bir adam görmezdim ki, surei Bakarenin ahırindeki bu âyetleri okumadan uyusun» demişlerdir. «Cibril Resulüllaha surei Bakarenin ahırinde âmîn telkin etti» diye de Ebû Meysereden mervidir. Hemen Cenâb-ı Allah biz kullarını da bu duaların ma'nâlarını fehm ve muktezasın ittiba' ile vadettiği feyzı icabetinden büyük büyük nasıblerle kâmyab buyursun. Âmîn |
﴾ 286 ﴿