59

Doğrusu Allah ındinde İsa meseli Âdem meseli gibidir: Onu topraktan yarattı sonra da ona "ol!" dedi, o halde olur

(........) Topraktan hayata doğru başlıyan ıstıfaya (........) bir müddet sonra ruhı insanî nefhıyle insan olarak ıstıfaya (........) da tevalii silsileye delâlet etmektedir ki, «oldu ve olur» demektir. Âdem’in topraktan halkı evlâdı Âdem’in sulbi pederdeki tavrı hılkatlerine muadildir denilebilir. Bu gün ba'zı hayvanat ulemasının muhtarlarına göre nutfedeki yani büzuratı meneviyyedeki hayat, hayatı nebatîdir. (........) medlulüne nazaran de Ademin Arzdan bir hayat nebatî ile başlamış olması fehmolunabiliyor. Bundan sonra bunun hayatı hayvanî ve hayatı insanîye bir hatvede mi yoksa bir çok hatvelerle mi geçdiğini ilim denecek bir surette ta'yin edemeyiz, bunlar şüphedir. Bunda muhkem olan nokta Ademin her halde ilk hılkati ne olursa olsun onun o hılkatte insan ve adem değil iken ilk olarak bir insan bir beşer olması ve ondan evvel nebat ve hayvan varsa da insan bulunmaması ve insanın bir «kün!» ile tekevvün etmesidir. Şu halde burada hem insan hem hayvan hem nebat noktai nazarından her birinin ilk tohumları kendi cinslerinden olmadığını, onların her birinin de bir halkı İlahî ile olduğunu ve bunların kadim ve ezelî olmadıklarını tasrih vardır. Binaenaleyh insan bir hayvan tohumundan olmuştur veya bir nebat tohumundan olmuştur diye şüphe etmek te mes'eleyi değiştirmez, ilk insan yine bizzat mahlûktur. Farzedelim ki, Adem bir hayvandan doğmuş olsun, bir hayvan veya bir nebat insan oluversin, bu da bir «kün!» den başka bir şey midir? Bil'farz ilk insan nesnastan doğmuş demek ilk insan insan tohumuna muhtac olmamıştır, insan için insan tohumu zarurî değildir demek değil midir? O halde bunlar da halk kanunu ve «kün!» emrinden başka ilmî ve yakînî bir mebdei kanunî yok iken şüphelere koşub da muhkemi bırakmanın manâsı nedir? Daha sonra Âdem’in bir değil bir çok farzedilmesi de mes'eleyi değiştirmez. Bil'akis emsali teksir eder. Lâkin akıl noktai nazarında bir Ademden fazlası da zarurî ve muhkem değildir. Maamafih ne garibdir ki, babasız bir insan olmaz davasında bulunanlar bidayette bir değil bir çok babasız insanlar bulunduğuna hükmetmek istiyorlar. Bunun ise ilimde ve imanda muhkemi bırakıb şüpheye koşmaktır. Bakınız (........) nazmı vecizindeki şumuli maani ve tertibi hılkat ve ıhkâmı ilim ne kadar şayanı hayrettir? Hılkatı insaniyye iki neş'et üzerine tertib olunmuş ve «kün!» emri ikincide verilmiştir.

İşte Allah’ın müteşabih bir kelimesi olan İsayi böyle bir aslı muhkeme irca' ile izah, ilmî bir imana rabteyliyen bu âyeti muhkemenin sebeb-i nüzulü Necrandan gelen Nesârâ hey'eti murahhasasının huzurı risaletteki mübahaseleri olduğunda müfessirîn, müttefiktirler. Binaenaleyh bu âyet evvelâ nassan ve bil'ıbare Nesaraya saniyen ve bil'işare Yehud ve saire cevabdır. Vefdi Necran demişlerdi ki, madem İsanın beşerden bir babası olmadığı müsellemdir o halde Allah olması lâzım gelir. Şimdi bunlara karşı buyuruluyor ki, İsanın ve tasdik ettiği alel'umum Enbiyanın getirdikleri kütübi İlâhiyye ve ezcümle Tevrat ve İncil mucebince Hazret-i Âdem’in de beşerden bir babası olmadığı malûm ve müsellemdir. Halbuki bütün bunların şehadetile Âdem ne Allahdır ne de ibnullahdır. İşte İsa da tıpkı onun gibi ne Allah ne de ibnullahdır. Allah İsanın validi değil halikı ve rabbıdır, İsa ancak İbn-i Meryemdir. Dini hak budur. Bunun hilâfı Tevrat ve İncili ve İsayı dahi tekzibdir. Burada tekzib edilmesi lâzım gelen noktalardan birisi bu hallin Nesaraya karşı mücerred bir ilzam ifade eden bir cedelden ibaret olmayıb ilzamı kat'î ifade etmekle beraber hiçbir hata ıhtimali olmıyan bürhanî bir hakkı muhkem, bir hakikati ezeliyye tesbit etmiş olmasıdır. Yoksa muharref İncillerde İsaya «İbn-i Yusüf» namının verilmesini tecviz eden Nesaraya karşı diğer ilzamlar da yapılabilirdi. Fakat bu bir hakk olmaz, İsaya ve Meryeme ve Yusüfe bir bühtan, bu da (........) vicdanında Meryemi tasdik eden Allahü teâlâya bir küfrolurdu. Bunun içindir ki, Allah İsaya ancak «İbn-i Meryem» demiştir. Ve bununla ibnullah unvanını nefyettiği gibi İbn-i Yusüf unvanını da nefyetmiştir. Binaenaleyh bu hall sade bir halli ilzamî değil bir halli bürhanî olduğundan yalnız Nesârâya cevab olmakla kalmayıb bil'işare Yehudîlere vesair münkirlere de cevabdır. Yehudîlere cevab olmasının takriri de şudur:

Tevrat mucebince Âdem anasız babasız topraktan halk olunmuş babası yok bir Peygamberdir. Ve babası olmamakta İsa da bir Âdem gibidir. Şu halde babası olmadığından dolayı İsayı ve risaletini inkâr etmek Âdem’i ve Tevratı ve kudreti İlâhiyyeyi inkâr etmektir. Binaenaleyh siz yalnız İncili ve İsayı değil Tevrat ve Mûsayı da tekzib ediyorsunuz. Sonra bunda akıl noktayı nazarından bütün erbabı ukulü şöyle bir tenvir vardır: Messi beşerî olmaksızın Meryemden İsanın tevellüdü adî tecribelere muhasızın Meryemden İsanın tevellüdü adî tecribelere muhaliftir diye Meryemi ve İsayı ve bu babdaki müşahedeleri ve şehadetleri tekzib ve tahrif etmeğe hak yoktur. İlmi hakka, akl-ü hikmete muhaliftir. Zira böyle bir inkâr insanın kendini ve insanlığın aslını ve toprak maddei asliyyesinden halk-u ıstıfa kanununu inkârdır ki, bunları inkâr edenler kendilerini ve ilmi hakkı inkâr etmiş olurlar. Zira akıl ve ilimde en yakınî kanun, kanunı halk vardır. İlimde tecribeye muvafık olana inanılır. Fakat tecribeye muhalif olan vakıat da inkâr edilmez tesbit olunur. Diğer malûmata mebde' yapılır. Tecribenin maverası bulunduğu da mücerrebdir. Binaenaleyh İsayı inkâr, ilmî, ve fennî değildir. Hilkati İsa ilmen tasavvur olunamaz bir tenakuz değildir. Bil'akis tecaribi insaniyyenin mebdei olan ilmî bir vakıanın, Adem vakıasının ilk hılkat vakıasının bir tekerrüdüdür. Filvaki' İsa müteşabih bir kelimei hakdır. Yani hilkatte bir vakıai nadiredir. Fakat her veçhile münferid, ıttırad kanunundan bütün bütün haric, misalsiz aklen izah ve tevili nâkabil bir kelime bir vakıa da değildir. İndallah bunun hakikî bir tevili ve izahı vardır. İlk hılkati beşer, kanunı ıstıfa, İsa vakıasına şahid olamıyanlar şahidlerden bu kelimeyi işittikleri zaman ifrat ve tefrıt ile, zeyg-u inhiraf ile inkâr veya sui tevile sapmamalıdır. Halk ve ıstıfa' kanunu her zaman herkes için müşahedei vukuat ile malûmdur. Erbabı akl-ü ilim şunu bilmek lâzım gelir ki, hilâfı âde vakıat vardır, bu da bir kanundur hem de tecribî ve istıkraî bir kanundur. Bu da halkın iradî olduğuna delildir. Sûrenin başında erbabı ukule ve ulemai rasihîne tefhim olunduğu üzere vakıatı hak, kezalik onu ifade eden ayâtı hak, muhkemat ve müteşabihata münkasimdir. Muhkemat hem şühuden, hem aklen bilâ iltibas ahzolunur. Onlar kendi kendilerini izah ederler, müteşabihat ise ancak bilâ şüphe ahzolunurlar, onun haricinde kendi kendilerini izah edemezler. Ancak kendilerine lâyık muhkem bir misale veya bir kanuna irca' ile izah ve tevil olunurlar. Misali hakikîsi bulunamadıkça yapılan teviller hata olur. Yalan olur, aldanmak ve aldatmak ve hakkı tahrif etmek olur. Binaenaleyh ilmi rasıh vakıatı münferide ve şazzeyi inkâr etmez. Onu evvelâ olduğu gibi telâkki ve tasdik ederek şühuden zabt ve kelime ile ıhbar eder.

Saniyen muhkem bir misali hakikîsini taharri ederek izah ve te'viline ve muttarid bir küllîye ircaına çalışır. Ona akılda veya şühudda bir misal bulabilirse bu da böyledir der, badettaharri bulamazsa vakıaya yalnız şehadetle iktifa eder, te'viline intizar ve Allah’a havale eyler, fakat inkâr etmez, sui te'vilden de kaçınır, mesalâ altunu altun olarak alır, inkâr etmez, hususıyyatını zabteder. Bunu diğer maadine bir cihetten benzetir, diğer cihetten benzetmez, bakır veya gümüştür diyemez, onlar gibi değildir de diyemez nihayet bunu maden kelimesiyle ve hepsinin mebdei olan bir misali mutlaka toprak maddei asliyyesine irca' ve onu o topraktan ıstıfa ve terbiye ile altun yapan kudreti halikaya teslim eyler, işte ülül'elbabın, aklı kâmilin, ilmi rasihın yapacağı budur, Bundan maadası ne ilim ne akıldır, hubbi şehevattır, şimdi bu esasâtı ilmiyye malûm olduktan sonra meşhudünbih olan kelimei İsaya gelelim: Bu kelime Mesih İsa İbn-i Meryemdir ki, güzel ve yüksek evsafı haiz bir delili tevhiddir. Tarihi beşerde bu nam ile biiznillâh mühim vakıata mebde olmuş mübarek bir vakıai şahsıyye ve münferide müşahede edilmiş sonra ref'olunmuş ve yalnız kelmesine şehadet kalmıştır. Bu vakıa başlıca bir kaç haysiyyetle meşhudünbihtir:

Birincisizatı vak'adır ki, zatı İsadır. Bunu mazıde beşikdeki çocukluğundan kühuletine kadar bir çok insanlar, ezcümle Beni İsrail kavmi görmüş, konuşmuş gibi sevmiş kimi sevmemiş, seven sevmiyen hepsi na kabili tekzib bir ittifak ile bu şahsı insanî mevcuttur diye şehadet etmiştir. Bu cihetle zatı İsa hem müşahedeten hem şehadeten muhkem bir vakıadır. Bir insandır.

İkincisi, şahsı İsa Meryemden tevellüd etmiştirki bu da muhkemdir. Gerçi bu müşahede diğer müşahededenin aynî değildir. Fakat adeti ma'rufe ve muhkeme dairesinde her hangi bir şahsı ma'rufun sübutu gibi meşhuddur ki, esası zatı Meryemin ve maiyyetindekilerin müşahede ve şehadetine müsteniddir. Sebkı hamilden istidlâlin inzımamiyle de zatı İsayi müşahede edenlerin hepsi bunu itiraf eylemiştir. Her hangi bir şahsın anasından doğduğunu itiraf etmesi de başka türlü bir müşahedeye istinad etmez. Binaenaleyh İsanın İbn-i Meryem olması haysiyyeti de bu vechile şuhud ve istitlâle müstenid gayri münker bir hâdisei muhkemdir. İsa anasından doğmuş bir çocuk bir insandır.

Üçüncüsü Meryeme messi beşerî vaki olmaması ve İsanın rahimi Meryemde bir baba tavassut etmeksizin halk olunması haysiyyetidir ki, bu da haddi zatında mümteni' olmıyan ve fakat emsali meşhud olmadığından dolayı şaz ve garib ve münferid bulunan müteşabih bir vakıadır. Tevellüdde olduğu gibi bu da Meryemin vicdanı ve meryemin ahvali sabıka ve hususîyyesine bittecribe vakıf bulunanların şehadetiyle tesbit olunmuştur ki, bir nefyi mahsure şehadettir -Pastör tecribesindeki şehadeti fenniyyenin mahiyyeti de böyle bir nefyi mahsurdan ibarettir. «Yirmi otuz sene gibi muayyen bir müddet zarfında kapalı şişeler derununda ki, ta'kım edilmiş sular içinde bir mikrob tekevvün etmemiş olduğuna Pastör namındaki hekim afakî bir surette şehadet etmiş bundan da tohumsuz tevellüdün bir tabiat olmadığına istidlâl eylemiştir, buna mukabil de Hazret-i Meryem mahfuz ve ma'sum olduğunu Pastörün şişelerini bilmesinden daha muhkem bir surette bildiği kendi nefsinde kendi kalb-ü vicdaniyle beraberinde onu mütemadi müşahede ve tecribeleri altında mahfuz bulunduran zevat da tecribe ve vukuflariyle messi beşerî vaki olmaksızın bir hamlin bir ceninin teşekkülüne hem enfüsî ve hem afakî bir surette şehadet etmişlerdir. Bu sırada ve bundan önce zevcei Zekeriyanın akır iken Yahyaya hamil olması vakıası dahi tecribe ve adetin hılafına olmak noktai nazarından hamli Meryemin sıdkına delâlet eden bir müeyyidi mütekaddim olmuştur.

İşte ı'ndettahlil İsa anasından doğmuş, anasının maddesinden halkolunmuş bir şahıs insanî olmak haysiyyetiyle muhkem, anasından bilâ messi beşer tekevvünü haysiyyetinden de müteşabih olan bir kelimei hakdır. Bu kelime böyle bir vakıai şazze olmak üzere tesbit edilmiş ve bunu müşahede etmemiş olan erbabı ukulün akl-ü imanına teklif olunmuş ve bu vakı'a bir takım vakayı ve nice sözlere sebeb olunmuştur ki, bütün bu sözlerin içinde en doğrusu onun söylediği (........) emri tevhididir. Her hangi bir kimse nefsinde böyle bir vakıa müşahede etmiş olsa onu Allah’a karşı kendi vicdanında haktır diye tasdık etmekde hiç de tereddüd etmez. Bir insan bunu nefsinde müşahede etmek için de Meryem gibi bir bikri betul olmak lâzım gelir. Şimdi Meryem gibi bir bikr olmıyanlar ve onun emsalini görmiyenlerin bunu tesbit eden şehadetleri tekzib veya tahrif ederek vakıai İsayı inkâr veya sui te'vil etmeğe ilmen ve aklen hakları olabilir mi?. Sonra bu vakıanın bir te'vili hakikîsi bir izahı var mıdır? Yok mudur? mes'ele budur. Yukarıdan beri erbabı ukule bütün bu izahatı veren ve ıstıfa kanununu da anlatıb kelimeyi böyle tahlil eyliyen Kur’ân tâ Sûrenin başında (........) nassı muhkemile müteşabihi inkâra veya sui te'vile ilmi rasıl ve aklı kâmil noktai nazarından hiç bir zaman hak ve salâhiyyet bulunmadığını anlatmış olduğu gibi burada da onu nazarı ukulde bizzarure sabit bir misali muhkeme bir maddei asliyyeye ve ezel ve ebed de sadık bir kanunı muhkeme irca' edib te'vili hakikîsini göstermiştir ki, o misal Âdem ve o madde toprak ve o kanun halk-ü ıstıfa kanunudur. Binaenaleyh fennî noktai nazardan bunu inkâra hak yoktur ve şöyle izah etmek lâzım gelir. İsa kelimesi bir insan tasavvurunu, bir insan kelimesini tazammun eder, insan tasavvuru ve insan kelimesi de vakı' ve nefsel'emirde her şeyden evvel Âdem, mefhumunu, Âdem vakıasını ifade eder. Çünkü vakı'de haddi insanînin ilk nümunesi Âdemdir. Âdem kelimesinin kat'î mefhumu akılda en muhkem surette delâlet ettiği vakıa da şudur: bidayeten topraktan mahlûk ve mükevven bir me'muri mutı' ki, asıl insan demek bu demektir. Binaenaleyh kelimei İsa aslı insan demek olan kelimei Âdem’e diğer evlâdı Âdemden daha ziyade bir mümaseletle benzeyib dururken böyle insan olmaz ve olamaz diye inkâr etmek veya evvel-ü âhır hiç bir misli bulunmak ihtimali olmıyan hâlık ve âmir Allahü teâlâya benzetmeğe kalkışıb tenakuza düşmek veya sefil misallere irca' ederek iftire ve buhtan yollarına sapmak için hiç bir zarureti ilmiyye ve fenniyye yoktur. Toprak ve ruh, halk ve ıstıfa bir halika mahkûmiyet, her insanda en küllî, en umumî, en muhkem esas bu iken bunu bırakıb da İsayı bunun haricinde veya hılâfında düşünmeğe veya ilmen hiç kabili izah değil zannetmek büyük bir cehalettir insanlıktan düşmektir. Kör bir tabiat, ıstıfâsız bir hılkat, mebde'siz bir kanun, ılletsiz bir ma'lûl, iradesiz bir tahavvüli ıllet fikirleri üzerinde yürüyen ve mebde' tasavvurunu haktan almayıb kendi şehadetinden alan ve insaniyyeti neş'eti ruhaniyyesinden ziyade neş'eti cismaniyye ve maddiyyesile ölçen kimselerin ifrat ve tefrıtten kurtulmıyan tasavvurlarına ve âdî iddialarına ilim denmez. Kıssai Âdem kıssai İsanın hem haber, hem istıkra' ve hem istintac noktai nazarından bir misal ve izahıdır. Velhasıl hilkati insaniyye hakkında başlıca iki kanun vardır. Birisi hiç bir istisnası olmıyan eam ve küllî ve binaenaleyh istidlâl ve istintac cihetile mantıkan kat'î ve yakanî bir netice veren şu kanundur: «Her insan Allah’ın mahlûkudur».

İkincisi de şu kanundur: «insan bir baba insan ile bir ana insanın bil'içtima mevlududur.» bu kanun küllî değil ekserîdir. Çünkü bizzarure müstesnası vardır. Çünkü ilk insana veya ilk insanlara şamil değildir. Binaenaleyh İsa bir insandır, ve ekseri insan bir baba insan ile bir ana insanın bil'içtima' mevlududur, o halde İsa da ekseri ihtimal böyle bir mevluddur, acaba onun babası kimdir? diye düşünmek muhkem, ilmî bir düşünce değildir. Bir iman te'min etmez, ilmî bir inkâra da hak vermez. Fakat «İsa bir insandır ve her insan ise Allah’ın mahlûkudur. O halde İsa da Allah’ın mahlûkudur». Diye tasavvur edildiği zaman hiç yanlış olmak ihtimali yoktur. Buna iman eden hiç bir zaman aldanmaz ve hiç bir yalan mebadii iman böyle her şüpheden âri ve her töhmetten berî gayet muhkem ve son derece nezih ve ahlâkî olmak lâzım gelir. İnsan ya hak söylemeli veya susmalıdır. Yalancılıkla Allah’a küfr-ü ısyan etmemelidir.

Bu izahata ilâve edecek bir şey yoktur. Fakat zamanımızda ilmi hayat ve fenni tabiyî ve mebhasi rüşeym namına söz söyliyenler çok olduğundan bunları kavrıyamıyacak olanların istib'adlarını izale için şunları da ıhtar edelim:

Evvelâ, tevellüdi hayvanîde kanunı verasete müterettib olmak üzere «atavizm = ceddaniyet» yani ta yukarılardaki ataya ve dedeye çekmek tabir olunur bir hâdise vardır ki, vakıai İsa da bu kabildendir.

Saniyen, tasvirî olan ilmi hayatta zîhayât olanlar «monomer yahud diyamer yani zülvalide veya zülvalideyn» daha Türkçesi «bir analı veya analı babalı» olmak üzere iki kısma taksim olunur. Demek olur ki, Hazret-i İsa da beynelbeşer bir valideli bir hayat vakıası olmuştur.

Salisen, insanlarda erkek dişi bulunduğu gibi zülcinseyn olarak hunsayi müşkil de bulunabilir. Ve zaman zaman bunun bir ciheti galebe edebiliyor. Biz bundan Hazret-i Meryeme hunsa demek istemiyoruz, zira nassı Kur’ân ile o ünsadır, lâkin bundan bihakkın şunu istinbat edebiliriz ki, bir bedenin iki nevi tohuma mebdei tekevvün olması pek a'lâ mütesavverdir. Şu halde nisai âlemîn mıyanında ıstıfai Meryemi bu surette tasavvur etmemize mani nedir?

Rabian, bugün biliyoruz ki, insan tohumu olan nutfe tamamen meniy demek değildir. (........) mucebince meniyden bir cüz'olan ve bir meniy içinde birçok bulunabilen ve bezri manevî denilen bir hüceyreciktir. Ve bunun yirmi otuz sene evvel zannedildiği gibi hayvanî hayat ile bir «huveyn» değil, nebatî hayatta bir «büzeyr» olduğu kabul ediliyor. Şimdi ilmi tabiî namına güneşten koptuğu ve bir vakitler güneş gibi mayii narî halinde bulunduğu binnazariyye müsellem gibi tasavvur olunan kürei Arzın o ateşleri içinde böyle bir bezir bulunamıyacağı ve binaenaleyh bunun sonradan halk-u tekvin olunduğu fennen malûm ve müsellem iken ve sonra böyle bir bezrin tekevvünü imkânına kuru topraktan ziyade mütekâmil bir rahimin daha müsaid ve çok daha elverişli olması tabiî görünmek lâzım gelirken rahimi Meryemde bir yumurtacığı bulmak için böyle bir bezrin behemehal haricî bir erkek tarafından telkıh edilmesi nasıl olur da bir zarureti mutlaka gibi tasavvur olunur. Ve nasıl olur da öyle bir bezrin suret ve tarikı vusulünü ilim ve fenni beşer ihata ve tayin eder diye iddia olunabilir. Ve sonra mahza böyle had naşinas fünunı tabi'iyye davalarına haddini bildirmek için halk ve irsal buyurulmuş olan Hazret-i İsaya ve hemdemi melâike olan Mûsaffa validesine ilim namına nasıl tecavüz olunabilir.

Hamisen, insan madde ile değil ruh ile insandır. Ve burada ilmi ruh noktai nazarından da bir mülâhaza vardır. Her lâhza kendimize dikkat edersek görürüz ki, zihnimizdeki bir kelimenin veya bir ma'nayı mücerredin ma'neviyyetten maddiyyete, ruhaniyyetten cismaniyyete bir sebebiyyeti vardır. Nefsimizdeki bir şüurun bir hayale, bir hayalin bir harekete geçebildiğini görüyoruz. Böyle olmasa idi kolumuzu oynatamazdık ve hiç şüphe yok ki, bu kütlevî ve mihanikî hareket dahilimizde zerrevî, huceyrevî hareketle alâkadardır. Demek bir idraki mücerred hem hareketi mihanikiyyeye hem hareketi zerreviyye ve kimyeviyyeye ve tahavvül edebiliyor da bu suretle kulaktan veya kalbden gelen bir arş kelimesi orduları yürütüyor. Hâdisatı maneviyyenin böyle hâdisatı maddiyyeye muttariden inkılâbı görüldükten sonra bunun diğer misallerini de az çok bir tefavüt içinde tasavvur edebiliriz. Bir kelimei lâfzıyye veya nefsiyye veya vücudiyye bir intıba'ı vicdanî uyandırır, ve bu intiba'ı vicdanî şiddetine göre bütün ruhu istilâ eden bir akıdei rasiha olur, ve bu akıde bedende icrayı tesire beden dahi onunla mütenasib bir hayatı cedide başlar, ve bu hal tekâmül edebilirse vezaifi uzviyyede bir sureti cedide vücud bulabilir ki, hükema bu şeraıt altında tahavvülâtı uzviyye misalleri bile tesbit etmişlerdir. Binaenaleyh Hazret-i Meryemin bu hali yaşadığını tasavvur ve kabul etmek de mümkindir. Ve ihtimal bu suretle kalbi Meryemdeki bir kelime rahımı Meryemde bir bezr ile bir beyzanın beraberce tekevvününe biiznillâh sebeb olmuş ve İsa bundan tevellüd etmiştir. Bu da şehevanî bir ma'na ile değil, bilhassa rahmanî bir ma'na ile tasavvur edilmek lâzım gelir. İşte bazı hükemai müfessirîn ıstıfai Meryem, tebşiri melâike, tekevvüni kelime ayetlerinin ilmi ruh noktâi nazarından böyle bir mülâhaza ilham ettiğini de göstermişlerdir. Maamafih bunlar te'vil ve tefsir değil inkâr ve istib'ad iddialarını nakzedecek tasavvuratı mümkineyi göstermektedir. Hakikaten te'vil (........) dur. Bunda o kadar çok maani vardır ki, dikkat edib anlamalıdır. Topraktan halk, sonra «kün!», akıbinde «feyekûn». Ancak şu noktayi unutmamalıdır ki, bu zikri hakîm bütün muhatablardan evvel Nesârâya karşı bir hükmi hâkimdir.

Allah’ı ve insanı tanımak, halik ile mahlûku, âmir ile me'muru, hâkim ile mahkûmu temyiz ettirib itaate davet eylemektir. Kelime, İsada var da Âdem de yok değildir, İsaya her ne cihetten bakılırsa bakılsın şeriki, misli, emsali vardır. Fakat Allah’ın hiç bir misli yoktur. İsa ve Âdem ikisi de topraktan mahlûk, ikisi de bir emrile me'murdur. Âdem kelimesi Allah’ın ayni veya oğlu olmak mümteni' bulunduğu gibi İsa kelimesi de öyledir. Kelimeler çok, Allah ise birdir. Allah, kelimelerde fani değil hayyı kayyumdur. Lâkin kelimeler Allahda fanidir. Kelimelerle Allah teksir edilmemeli, Allah ile kelimeler tevhid olunmalıdır. Kelimeler birer dall, birer alâmet, birer âyettirler. Bütün bunların yegâne medlûlları Allahdır. İsa da Âdem gibi Allahdan gelmiş, Allah’a refolunmuştur. Ruhı İsa vefat etmediyse edecektir, baki ancak Allahdır.

Şimdi Necran murahhasları ve onların emsali bu hakkı kabul etmeyib de (........) dedinya, işte bu bize kâfidir, kelime Allah’ın cüz'üdür, kelime Allah’ın aynidir, kelime Allahdır diye inad ve mükâbere ile teksiri kelime ediyorlarsa: Ya Muhammed: (........)

59 ﴿