159

deme ki, mahza Allahdan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak bulundun, eğer katı yürekli bir nobran olsa idin elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi, o halde kusurlarını afvet de günahlarına istiğfar ediver ve emirde reiylerini al, sonra da azmettin mi artık Allah’a mütevekkil ol, çünkü Allah mütevekkil olanları sever

(........) İmdi ya Muhammed! şu ni'meti İlâhiyyeye bilhassa şükretmelidir ki, mintarafillâh büyük bir rahmet ile meftur olduğun hüsni hulk müktezasınca sen onlara yumuşak, nâzik bulundun, tekdire müstehık oldukları halde kusurlarını yüzlerine vurub da sert muamele etmedin. Yoksa (........) sen huysuz, bir kalbı yoğun olsa idin (........) hiç şüphesiz etrafından darmadığın olurlar. Seni bırakıb kaçtıktan sonra bir daha başına toplanmazlardı, bu ise en büyük bir felâket olurdu. Binaenaleyh (........) hukukı risalete müteallık kusurlarını afvet (........) ve hukukullahı Allah afvettiğinden onlar için istiğfar eyle (........) ve emirde onlarla müşavere et. Yani vahiy varid olmayıb re'y-ü ictihada mütevakkıf bulunan harb gibi umurı âmmeye müteallık işlerde onların re'yini al ki, emir, emir bilma'ruf olsun. (........) ba'delmüşavere karar verib azmettiğin vakit de (........) Allah’a tevekkül ve itimad et, icrada fütur getırme: (........) .Müşavere, şivar, meşvüre, meşvere, meşure, danışıb işaret almak, ya'ni rey almak demektir. Toplanıb meşveret eden cemaate de (........) denilir ki, bu da esasen obirleri gibi masdardır. Lisanı Arabda «işaret» (........) diye (........) ile sılalandığı zaman lisanımızda meşhur olduğu üzere el veya göz, kaş ile ima ma'nâsına geldiği gibi (........) diye (........) ile sılalandığı zaman da emretmek, reiy vermek ma'nâsına gelir. Müşavere işte bu manâca işaret almak içindir. İştikak noktai nazarından işbu müşavere ve işaret arı kovanından bal almak manâsından veya satılık bir hayvanı göstermek veya anlamak için at pazarında binib koşturmak manâsından me'huzdur. Afiv ve istiğfar emirlerinden sonra (........) buyurulmasında calibi dikkat bir takım nükteler ve hikmetler vardır:

1- Peygamberin onlarla müşaveresi şanlarının i'lâsını ve payelerinin terfiini icabeder. Bu da onların mahabbetlerinin izdiyadına bais olur. Müşavereye tenezzül edilmemesi ise bir nevi' hakareti tazammun eder ki, bundan da sui hulk ve fazazat husule gelir. Bunun neticesi ise

(........) mantukiyle beyan buyurulmuştur. Bu noktai nazarla müşaverei nebeviyye bir tatyibi kalbi tazammun eder.

2- (........) emirleri medlûlünce bi'seti Muhammediyye umum insanlar için muktedabih, nümunei imtisal olacak bir ümmet teşkilini istihdaf ettiğinden Eshabı Muhammedînin en yüksek bir terbiyei siyasiyye iktisab etmesi matlûbi İlâhî idi, böyle bir terbiye ise (........) medlûlünce mahzı rahmeti İlâhiyye olan fahrı risaletin mektebi müşavaresinde alınabilirdi. Ribbiyyunı Muhammedî rabbanî olarak yetişecekler, bilâhare de (........) hadîsi nebevîsi müeddasınca biemrillâh nice ribbiyyun ve rabbaniyyun yetiştireceklerdi. Buna ise her şeyden evvel pek büyük bir semahat ve nezaketi haiz bir kemali ahlâkî ve irfanı rabbanî lâzım idi ki, işte esası bir mevhibei İlâhiyye ve semerat-ü inkişafatı kesbi beşerî olan bu ahlâkın mebdei (........) hıtabı minnetiyle ve inkişafatı (........) emri semahatiyle gösterildikten sonra o irfanın ta'lim ve temrini için de (........) buyurulmuştur. Bu noktai nazardan da müşaverei Nebevviye bir sirri terbiyeyi ve hikmeti ıktidayı tazammun eyler.

3- Esasen aleyhissalâtü ves-selâm vak'ai Uhudün bidayetinde müşavere etmiş idi. Resulullah Medineden çıkılmamasına mütemayil olduğu halde onlar çıkılması reyinde bulunmuşlardı. Çıkılınca da olanlar oldu. Binaenaleyh bundan sonra Peygamber onlarla müşavereyi terk ederse o müşavereden dolayı kalbinde bir teessür bulunduğuna delâlet ederdi. Bunun için bu vakıadan sonra emri müşavere tasrih buyurulmuştur ki, kalbi Nebevîde bu vakıada böyle bir eser bulunmadığı ve müşavere hususunda tessür caiz olmayıb emniyeti kâmile ile hareket edilmek lâzım geldiği ve hüsni niyyet ile vaki' olan re'yi ictihadîden dolayı âhirinde hatâ tebeyyün etse bile evvelinde mes'uliyyet olmayacağı anlaşılmış olsun.

4- Münafıkların reisleri Abdullah İbn-i Übeyy müşavereye idhal edilmiş olduğu halde ahlâkıyyeti müşavereyi tanımıyarak ve fikri tahakküme kapılarak en müşkil bir zamanda emre iştirak ve müdahale hırsıle «bize emirden bir hıssa var mı? (........) dediklerinden dolayı (........) cevabından sonra (........) buyurulmasında hem siyaseti islâmiyyenin tahakküm ve istibdad fikrinden uzak bir ruhı semahat ve ahlâka ibtina eylediğini, hem de bu semahatin aslı tevhide ve fikri ıhlâsa muhalif açık veya gizli bir şirk ve işrake varan bir iştiraki emir mahiyyetinde olmaması lüzumunu ayrıca bir ıhtardır. Binaenaleyh (........) buyurulmayıb da (........) buyurulması münafıklara bir reddi ve müşaverenin (........) nassındaki vahdeti emri ıhlâle değil, taharri ve ızhara müteveccih olması lüzumunu da ihtiva eder ve âyetin evvelinde (........) ılh... hükmi celilleriyle bütün emrin Allah’a ircaı da bu noktai tevhidi i'lâm eyler. Bundan ise şu neticeyi alırız ki, şûrayı islâmın vazifesi mücerred kendi arzu ve iştihalarını ifade eden iradelerini göstermek değil, hâdisatta ibadullahın menafi'ı umumiyesi noktai nazarından taharrii hakk ile olbabda edillei akliyye ve nakliyesinden ma'mulünbih olması lâzım gelen hükmullahı ta'yin etmektir. Bu suretledir ki, tecelli edecek olan irade, vaki'de hiç bir kıymeti olmıyan mücerred iradatı beşeriyye değil, vaki'de tahakku edecek olan iradei İlâhiyyeyi temsil ve ona münkad olarak müfid bir surette icrayı hükmedebilir. Burada iradei beşeriyyenin hiç hükmü yok denemez. Fakat ilmin iradeye tabi' olmasile iradenin ilme tabi' olması arasında büyük bir fark bulunduğunu unutmamak lâzım gelir. Binaenaleyh şûrâ evvel emirde bir fikri ilmî ile taharrii hak ve iradei İlâhiyye tecelliyatına ittiba' etmek ve iradei cüziyyelerini kendi temennilerini ibraza değil, hükmi hakkı ızhar ve

ta'yine sarf eylemek ıktıza eder. Yoksa ortada müşavere değil, iradatı muhtelifenin tenazu' ve cidali cereyan eyler ve bu tenazu', fikri hakk-u hayr ile hükmullaha irca' olunmadıkca fırakı muhtelifenin tesadümü, inkırazı müstelzim olur. İşbu müşavere emrinin vücub mu yoksa nedib mi ifade ettiği hakkında ulemanın ıhtilâfı vardır. İmamı Şafiî Hazretleri nebde hamletmiş ise de zahir olan vücubdur. Fakat müfessirîn ve ulemanın ittifakı vardır ki, min indıllah vahiy nâzil olmuş bulunan hususatta Peygamberin ümmet ile müşavere etmesi caiz değildi. Çünkü nass karşısında re'y-ü kıyas batıldır, mevridi nassta ictihada mesağ olmadığı ma'lûmdur. Nass olmıyan hususata gelince her şeyde müşavere câiz midir değil midir? Bir hayli ulema ve müfessirîn işbu (........) emrinin emri harbe masruf olduğu fikrindedir. Çünkü vahiy bulunan hususatta müşavere caiz olmadığı müteyyakkan bulunduğundan (........) deki (........) ın istiğrak için olmadığı anlaşılır. Binaenaleyh ahd için olması taayyün eder. Bu âyette sebketmiş emri ma'hud ise harb ve telâkıi a'dâdır. Şu halde emirde buna muhtass olmak lâzım gelir. Lâkin diğer ulema ise (........) in âmmolduğu ve ancak nass varid olan hususata tahsıs edilmiş ve binaenaleyh mutebakide umumî üzere huccet olarak kalmış bulunduğu fikrindedir. Fil'vaki' (........) emri harbe mahsus olmadığı gibi buradaki (........) dahi öyle olmak lâzım gelir. Beyyinatin vürudundan sonra ıhtilâf edenler ve kitabullaha iman etmiyenler aleyhinde varid olan âyâtin mevridi nassta içtihada mesağ olmadığını gösterdikleri ve daha açıkçası nass karşısında ictihad, emri ilâhî karşısında re'y-ü kıyas ile ısyan eden mel'un İblisin hali olduğu ma'lûmdur. Binaenaleyh mes'elenin ruhu mazharı vahyolan Resulullahın emri dinde ictihada da memur olub olmadığı mes'elesidir. Peygamber için içtihadı tecviz etmiyenler müşaverenin emri harb gibi sırf

Dünyevî olan hususata aid bulunduğuna kail olmuşlardır. Halbuki İlmi usulde sahih olan şudur ki, Resulullah vahye muntazır olur ve vahiy varid olmıyan husasatta re'y-ü ictihadiyle amel ederdi. Ve bu ictihadda ibtida' hata da melhuz olabilir, ancak hata vukubulur ise vahiyle tashih olunur, devamı etmezdi. İctihadı Peygamberînin ictihadatı saireden farkı bu idi yoksa Cenâb-ı Allah (........) diye ulemai müctehidîni medhetmiş ve (........) diye isti'mali basıret ile itibar ve kıyası da emretmiş iken ülül'ebsarın seyyidi olan ve akl-ü zekâsı her kesin fevkınde bulunan Resulullahın bu nususdan haric olamıyacağı derkârdır. Binaenaleyh Resulullahın vahiy nâzil olmayınca ictihada me'mur idi. İctihad ise mübahase ve münazaraile kuvvet bulacağı cihetle mevridi vahiyden maadasında müşavere ile de me'mur olmuştur. Mervidir ki, işbu (........) nâzilolduğu zaman Resulullah şöyle buyurmuştur: (........) Biliniz ki, Allah ve Resulü müşavereden her halde müstağnidirler ve lâkin Allahü teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı, onlardan her kim istişare ederse rüşdden mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz» diğer bir Hadîs-i şerifte de (........) müşavere eden bir kavm her hlde işlerinin en doğrusuna muvaffak olur» buyurulmuştur.

Bütün bunlardan anlaşılır ki, burada Peygambere hıtaben varid olan «veşâvirehüm» emri balâda beyan olunduğu üzere bir çok fevaidi muhtevi olmakla beraber bunun illet ve hikmeti asliyyesi ümmetin ta'lim ve terbiyyesi için varid olmuş bulunmasıdır. Binaenaleyh Peygamber için müşavere, mendub da olsa ümmet için vacibdir. Netekim diğer bir âyette (........) buyurulmuştur. Bu noktada Resulullaha hıtabdan mü'minlere iltifat ile buyuruluyor ki,

159 ﴿