13

Sonra bu misaklarını nakzettikleri içindir ki, biz onları lâ'netledik ve kalblerini kas katı ettik, kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler, ıhtar edildikleri hakikatlerden hazz almayı unuttular, içlerinden pek azı müstesna olmak üzere onlardan daima bir hainliğe muttali' olur durursun, yine sen onlardan afvet ve aldırma, çünkü Allah ihsan edenleri sever

(.........) başka bir sebeble değil, ancak misaklarını nakz ettiklerinden dolayıdır ki, (.........) biz de onları lâ'netledik».

Bu lâ'netin tefsirinde üç vecih zikredilmiştir: Atanın beyanına göre: rahmetimizden tard-ü teb'id ettik demektir ki, asıl mefhumu ve en şumullü ma'nâsıdır. Hasen ve mukatil «meshettik, suretlerini maymunlara hınzırlara çevirdik» demek olduğunu söylemişler, İbn-i Abbas Hazretleri de «tenzil ettik, üzerlerine cizyeleri, ağır vergileri bastırdık» diye tefsir etmiştir ki, misal ile tavzıhtirler.

Velhasıl sırf nakzı misak yüzündendir ki, başlarına felâketler yağdırdık (.........) ve kalblerini kasvet içinde bıraktık; ne söylense duymaz, hakk-u adil tanımaz, gadr'ü zulümden kaçınmaz, Allahdan korkmaz, yeisten kurtulmaz bir hale getirdik» -Hamze ve Kisaî kıraetlerinde «ya» nın teşdidiyle elifsiz olarak (.........) okunur ki, züyuf veya mağşuş akça demektir, ya'ni kalblerini mağşuş para gibi bozuk ve düşkün bir hale getirdik. Bunun için (.........) kelimeleri mevzı'lerinden tahrif ederler. -Kelimeleri şuraya buraya çekerek kelâmı tağyir ederler. Bu onların öyle bir âdeti olmuştur ki, sairlerinden kat'i nazarla kelâmullahı ve arzularına muvafık gelmiyen ahkâmı İlâhiyyeyi tahrif ve tağyir ederler. Netekim Tevrattaki «recm» âyetini rüesa hakkında «tahmim» ya'ni kömürle yüz karalamak diye te'vile kalkışmışlardı. Fursat bulunca elfazı da tağyir ederler, fakat alelekser buna imkân bulamadıklarından dolayı tahirflerini sui te'vil ile yaparlar. Kelâmullahı tahrif etmekten daha büyük bir kasveti kalb de tasavvur olunmaz. Sûre-i «nisa» da (.........) âyetine bak. Yine kalblerinin kasvetinden veya bozukluğundan dolayı (.........) tezkir ve ıhtar olundukları şeylerden en mühim bir kısmını da unuttular, -diğer bir ma'na ile- tezkir edildikleri, belletildikleri şeylerin bir kısmından hazzalmayı, intifa' etmeyi unuttular, hatırlarına getirmez veya getiremez oldular ki, Hâtemül'enbiyaya îman bu cümledendir. (.........) ya Muhammed, sen de bunlardan daima bir hıyanete muttali' olur durursun» -ya'ni bunların âdetleri budur. Selefleri Enbiyaya nakzı misak ve katl ile hıyanet edegeldikleri gibi halefleri de sana hıyanet eder dururlar, ahidlerini nakzederler, düşmanlarına müzaherette bulunurlar, seni katle ve tesmime teşebbüs etmek isterler. (.........) ancak bir azı müstesna- ki, cmuhurun beyanına göre bunlar îman etmiş olanlardır. Maamafih, denilmiş: bu kalilin küfr üzere kalmış olmakla beraber siyasî noktai nazarla yaptıkları ahidde duran ve hıyanet etmiyenler olması dahi muhtemildir. Bu kadar seyyiat ve hıyânatın ta'dadından sonra bunlara hiç eman vermeyiniz, hemen mahv-ü ifna ediniz tarzında bir emir verilecek gibi gelirken bakınız ne buyuruluyor: (.........) Şimdi ya Muhammed, sen bunlardan geçmişteki hıyanetlerini afvet»- onları kale alma, mazıyı Allah’a bırak ve istikbale bak, çünkü (.........) dir. Afv-ü safh da bir ihsandır, sen ise hulükı azîm ile, mekârimi ahlâk ile meb'ussun.» Bu afv-ü safh emrinin müstesnâ olan kalîle mi? Yoksa diğerlerinede mi aid olduğu cayi bahs olmuştur. Ba'zı müfessirîn müstesnaya raci' olduğuna, ya'ni Hazret-i Peygambere îman edenlerin mazıdeki günahlarından veya îman etmemekle beraber ahdinde duranların ufak tefek kusurlarından afv-ü safhı emrettiğine kail olmuşlardır. Fakat bunun böyle hıyanetten istisna edilmiş olanlara rabtı lâfzan karîb olmakla beraber ma'nâ cihetiyle rekik ve hılâfı zâhirdir. Doğrusu burada bu âyetin nüzulünden mukaddem vakı' olan hıyanetlere aid olmak üzere hainlere bil'ıbare ve müstesnalara evleviyyetle ve biddelâle olmak üzere hepsine karşı umumî bir afv-ü safh emr edilmiş ve bu suretle rahmeten lil'âlemîn olan Hazret-i Peygambere mukaddema el uzatmak istiyen hainlere karşı bile gayz-u intikam hissinden vareste olarak adl-ü adaletten başka mekârimi ahlâk ile muamele etmesi emr olunmuştur. Afvin ındel'ıtlak cürmi vakıa masruf olacağı ma'lûmdur. Maamafih bunlarda hıyanetin devam edib duracağı beyan olunduktan sonra (.........) buyurulması bu afvin istikbale de bir taallûkunu iş'ardan halî değildir. Ve işte müfessirîni düşündüren de bu nokta olmuştur. Fakat bu cihetle afv-ü safhın bütün istikbalde her cürme ve hattâ her hıyanete umum ve şümulünnü ifade eden hiç bir kayid yoktur. Nihayet bununla her hıyanetin tecziyesi vacib olmadığı ve ba'zılarının afvi caiz ve hattâ mendub bulunduğu anlaşılır. Çünkü emri mutlak esasen ne umum ifade eder ne de tekrar. Binaenaleyh burada Yehudîlerin bu kadar cinayattan sonra behemehal tecziye edilmeleri lâzım gelir gibi bir zan def'edilmiş ve dini islâmın semahati gösterilmiştir. Şu halde hasılı ma'nâ «mâzıyı afvet, istikbalde de her hıyaneti tecziye tarafdarı olma» demek olur. Katâde bunun Sûre-i «Berâe» deki (.........) âyetiyle ba'zıları âyeti seyf ile, ba'zılarıda Sûre-i «Enfal» deki (.........) âyetiyle mensuh bulunduğunu söylemişlerdir. Lâkin (.........) mazıde ve istikbalde Yehudîlerin hiç bir hıyanetini hiç bir cürmünü tecziye etme demek olmadığı gibi harb-ü kıtal emirleri de hiç bir afiv yapma demek olmadığından bunlarla nesıh kavli Cumhûr ındinde mercuhtur. Ancak (.........) âyeti calibi dikkattir. Fakat yerinde görüleceği üzere bunu da afvi nesıh değil belki buradaki icmali bir tavzıh olarak kabul etmek ıktıza eder. Çünkü nebz emri

bile bir müsaadedir. Ve ondan sonra vuku' bulacak tevbe ve müracaatin kabulü de memnu' değildir. Benî İsrâil böyle olduğu gibi

13 ﴿