93Îman edib de salâhlı salâhlı işler yapan kimseler bundan böyle sakındıkları ve iymanlarında sebat ile salih salih işlerine devam eyledikleri, sonra takvâlarında ve iymanlarında rüsuh buldukları, sonra bu takvâ ile beraber her yaptığını güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde mukaddema tattıklarında kendilerine bir beis yoktur, Allah muhsinleri sever (.........) îman edib salih, iyi işler yapanlara (.........) haramdan sakınıb îman etmekte ve a'mali saliha yapmakta cidden, zâhiren veya batınen sebat ettikleri (.........) sonra yine haram kılınandan sakınıb îman eyledikleri (.........) sonra ittikada, maasîden sakınmakta devam edib (.........) ihsan yaptıkları, güzel güzel ameller taharri ederek onlarla güzelce iştigal eyledikleri takdirde mazıyde tattıkları, ya'nı nehiyden evvel içtikleri içkide günah yoktur. Bunlar mertebei ihsandadır. (.........) ve Allah muhsinleri sever: onları muahaze etmez.» - Şu halde gayei felâh ve saadet rehbaniyyete değil, bu şeraıt altında ihsandadır. Görülüyor ki, bu âyette îman ve ameli salih iki kerre ve takvâ üç mertebe olarak zikredilmiş ve nihayet mertebei ihsana gelmiştir ki, takvânın bu üç def'a zikri muhtelif vücuh ve meratibi takvâya işarettir. Evvelâ, mazı, hal, istıkbal, ezminei selâseye işarettir. Saniyen, ahvali selâseye işarettir ki, birincisi insanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdanı beyninde takvâ ve îman, üçüncüsü kendisiyle Allah beyninde takvâ ve iymandır. Bunun için üçüncüsünde îman, ihsana tebdil edilmiş, aleyhissalâtü ves-selâmın (.........) ta'rifine işaret buyurulmuştur. Salisen, Sûre-i «Bakare» nin evvelinde beyan olunduğu üzere mebde', vasat, müntehâ olmak üzere takvânın üç mertebesi bulunduğuna işarettir. Rabian, tevakkı olunacak şeylerin meratibine işarettir. Çünkü evvelâ ıkabdan tevakkı için haramı terk, saniyen harama düşmemek için şübhelileri terk, salisen nefsi hıssetten sıyanet ve tabiat ve i'tiyad kirlerinden tehzib için ba'zı mübahatı terk gerektir. Netekim bu noktaya balâdaki (.........) kavli İlâhîsinde de bir işaret vardır. Zira (.........) medlûlünce halâl kılınanlar zaten tayyibat olduğu halde halâlların tayyibatı (.........) buyurulması tayyibatın tayyibatı mealini ifade eder ki, bu da hasis olan mubahattan bir ıhtirazı tazammun eyler. Hamr-ü meysir ve saire gibi daima haram olanlardan başka bir de mukvakkaten ve sırf taabbüd ve terbiye hıkmetiyle men-u tahrim edilenler vardır ki, buna da sûrenin başında (.........) kaydiyle işaret buyurulmuş idi. Şimdi buna celbi dikkatle buyuruluyor ki, (.........) Bu âyet Hudeybiye senesi nâzil olmuş ve bu imtihan o sene vuku' bulmuştur. Resulullah Ten'ım nam mahalle muvasalat buyurduklarında av hayvanatı: Âhû ve sâir enva'i vuhuş mü'minlerin etrafında mebzul bir surette dolmuş yüklerinin aralarına varıncıya kadar sokulmuş, mızraklarını dürtseler yetişecek ve hattâ ellerile tutsalar, tutulabilecek derecede yaklaşmış idi. Halbuki mü'minlerin hepsi ve bir rivayette ba'zısı ihramda olmakla bunlara el uzatmaktan mamnu' bulunduklarından bu hal onlar için önlerine gelen ve hırslarını gıcıklıyan bir Dünya ni'metine karşı ondan men' eden Allah’ın emrine derecei riayetlerini gösterecek, ya'ni Allahdan korkanla korkmıyanları temyiz edecek bir imtihan olmuştur. Filvaki' hamr-u meysir gibi doğrudan doğru zarar olduklarından dolayı haram kılınan şeylerde Allah’ın emrine riayet binnisbe pek kolaydır. Fakat bu gibi ıllet-ü hikmeti açık ve ma'lûm olan şeylerde emir veya nehye riayette nefsin zarar ve menfaati garazı bulunduğundan Allah mahabbeti veyâ Allah korkusu hâlıs ve samimî olamaz. Bunlar Allah için değil, nefs için bir perestiş demektir. (.........) ve (.........) muktezasınca kemali ıhlas ve islam ise yaptığını mahza Allah için, Allâh rızası için yapmaktadır. Tevhid ancak bundadır, bu ise bütün ağrazı nefsaniyyeden tecerrüde mütevakkıftır. Bu da nefsin zarar veya menfaati zahir olmıyan, ta'biri âharle zahirde ma'kulülma'nâ bir ıllet ve hikmeti görünmeyib bütün hikmeti mücerred Allah’ın emrine itaattan ve onun rızasına tebe'ıyetten ibaret olan ve binaenaleyh zahire nazaran gayrı nafı' ve muzır görünse bile iyfa edilmesi lâzım gelen velhasıl Allah ve rızaullah her şey'in ve her menfaatin başı olmak îman-ü ı'tikadile yapılan amellerle tezahur eder ki, bunlara ümurı teabbüdiyye ıtlak olunur. Ve hayır bizatihi olan ihsan ancak bununla tebeyyün eder. Ve insan şirki nefisten ancak bununla kurtulur. Yoksa insanın kalbinde kendine tapmak hissi silinmemiş ve hakikatte (.........) denilmemiş olur. Ve Allah’ın mâdununda kendi hay-ru menfaatini düşünmek iddiasında bulunanlar da haddi zatında hayr-u menfaat düşünmemiş olurlar. Bunun içindir ki, meslâ müskiratı Allah’ın nehy-ü tahrim ettiği için değil mahza kendilerine zarar olduğu için terk edenler, bu terklerinden dolayı Dünyada o zarardan nefislerini kurtarsalar bile Âhırette bundan dolayı bir sevaba nail olamazlar. Zira onu Allah rızası için terk etmemişlerdir. Ve yine bunun içindir ki, namaz, oruç, zekât hac gibi ibadat, nefsimize şu, şu faideleri vardır gibi bir garazı nefsanî ile değil mahza Allah rızası için ve Allah’ın emri olduğu için mücerred bir fikri teabbüdle ve mahza Allah’a takarrub için hâlıs muhlıs ıbadet niyyetile yapılmak lâzım gelir. Ve öyle olmadıkça makbul olmaz. Çünkü o zaman Allah’a değil nefse ıbadet edilmiş olur. Nefs ise hangi hevası galib olur ise onun peşinde koşar. Böyle demek bunların nefsel'emirde hiç bir faidesi yok demek değil, belki fevaid-ü menafiı ta'dad-ü ta'yin edilemiyecek kadar umumî ve nâmütenahi demektir. Fakat Allah ve rızaullah mefhumuna nazaran umumî ve na mütenahî kelimeleri dahi kasır olduğundan ıbbette nefsine az çok bir hıssai ma'budiyyet mulâhazası vermekten hâli olmıyan menafiı umumiyye ve gayrı mütenahiye fikirlerinden dahi tecerrüd ederek Allah sevgisini ve Allah korkusunu her menfaat-ü zarara takdim eylemek ancak ve ancak Allah’ı ve Allah’ın emrini mülâhaza etmek bir şartı aslîdir. İşte bir takım halalları muvakkaten tahrim ve meni' demek olan ıhram dahi Allah’ı böyle bir niyyeti ıhlas ile tanıyıb tanımıyanları temyiz edecek mücerred bir hikmeti teabbüdle emredilmiştir ki, bunlarla insanların terbiyei fazıletleri tekâmül edecek, Allah için mütedeyyin olanlarla Dünya ve nefisleri için mütedeyyin olanlar temayüz edecektir. Fakat malûmdur ki, elde bulunmıyan bir ni'metten sarfı nazar etmek ile ni'metin karşısında men'i nefsetmek arasında fark vardır. Birincisi kolay, ikincisi zordur. Meselâ bir dağ başında kalmış kimsenin açlığa sabrederek Allah’a ıbadet etmesile kurulmuş bir sofranın karşısında açlığa sabrederek ıbadet etmesi arasındaki fark mülâhaza edilsin: Elbette evvelkinde ma'nayı fazılet az, ikincisinde ise çoktur. Evvelkinde muvaffak olanların çoğu ikincide olamaz. Rehbaniyyet terbiyyesiyle islâm terbiyesinin arasındaki fark da bu misalden tezahür eder. Bu âyette Allahü teâlâ ıhramın hıkmetini göstermek üzere mü'minleri böyle bir imtihana tâbi' tutacağını beyan ile buyurmuştur ki, |
﴾ 93 ﴿