2O, o hâlıktır ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi bir ecel de nezdinde müsemmâ, sonra da siz daha şübhe ediyorsunuz (.........) o öyle bir Allahdır ki, sizin hepinizi bir çamurdan halk etti.»- Allah, Arzı halkettiği zaman üzerinde hayattan hiç bir eser yoktu, o hayatsız mevaddı arzıyyeden çamur, çamurdan da nebat, hayvan, insan halketti ve sonra o insanın sulbünden o çamurun bir nümunei ıstıfası olarak çıkardığı bir «mai mehîn» için deki zerreciklerden bir sülâlei mütevaliye olarak sizleri halkeyledi ve eylemektedir. Sizin maddei ulânız bir çamurdan ıbarettir. Onu insan yapan Allahdır. Burada tefsiri meşhur budur: Allahü teâlâ insanları Âdemden Âdem’i de bir tıynden halketmiştir. Fahruddini Razî der ki, «bence bunda diğer bir vecih daha vardır şöyle ki,, insan meniy ile tamisten mahluktur. Bunlar ise kandan kan da ağziyeden tevellüd eder. Ağziye de ya hayvanî veya nebatîdir. Hayvanî olduğu takdirde o hayvanın keyfiyyeti tevellüdündeki hali insanın keyfiyyeti tevellüdündeki hali gibidir. Kala kala ağziyei nebatiyye kalır. Binaenaleyh sâbit ki, insan dolayısiyle ağziyei nebatiyyeden, ağziyei nebatiyye de şüphe yok ki, tıynden mütevelliddir. Ve o halde her insan bu suretle ibtidâen tıynden mahluktur. Tıynden nutfe, nutfeden kalb, dımağ, kebid ve saire gibi sıfatte, surette, levinde, şekilde muhtelif echize ve a'za tevellüd ve teşekkül etmesi ise kendi kendine olabilecek bir şey' değildir. Bu san'ati bedia ancak bir mukaddiri hakîm ve müdebbiri rahîmin takdir-ü tedbiri ile mümkin olabilir. ilh». Çünkü yok, kendi kendine var olamaz. Kendiliğinden tevellüd «jenerasyon spontane» hudus bilâ ılle muhal ve batıldır. Bâ husus böyle bir ıstıfa' ile böyle bir insan vücudünün tesadüfen ve cahilâne bir surette meydana gelmesi evleviyyetle bâtıl ve muhaldir. Râzînin bu ıhtarı fîlhal meşhud ve ma'lûm vakıatı hayatiyyeyi mülâhaza ile yalnız Âdem aleyhisselâmın değil bir insanın edvarı muhtelife içinde tîynden bil'ıstıfa halkedilmiş olduğunu göstermesi ve hılkati Âdem’i tenvir-ü tavzıh eylemesi i'tibariyle cidden haizi ehemmiyettir. Ancak bu müşahede tefsiri meşhurda olduğu gibi ilk insanın, ilk nutfenin halkını bir izah olmak üzere mülâhaza edilmedikçe mes'elenin bütün künhiyle kavranılmış olacağı câyi nazardır. Zira nev'i beşerin Arz üzerinde ilk halkına kadar çıkılmayınca her insanın nutfeden evvel tıynden halk edilmiş olduğu bihakkın tezahür edemez. Çünkü her ferdin halk olunduğu nutfei peder ve tamsi mâder topraktan aldığı gizasine mukaddemdir. Bu cihetle hılkati beşer (.........) dir. Sulbde nutfenin, rahîmde tams-ü beydanın hılkati dahi menşei nebatî dolayısiyle turaba ve suya medyûn ise de bunların deme temessülü daha evvel o sulb-ü rahimin garizei hayatiyyesine, bu da tevellüd ettiği nutfe ve tamse medyûndur. Binaenaleyh mes'eleyi ezher cihet tahlil etmiş olmak için tıynin mebdei hılkati beşer olması ilk nutfe ve tamesin hılkatine kadar irca' edilmek lâzım gelir ki, bu da evvelâ hılkati Âdem’i mülâhaza ile mümkin olur. Bu münasebetle zamanımızın nazariyyatı fenniyyesini bir gözden geçirmek müfid olacaktır. Bugünki nazariyyata göre gerek hayvanî ve gerek nebatî mebde'i hayat son tahlilde bir «sellûl» e ya'ni bir huceyreye müntehi olmaktadır. Bir nebat, bir hayvan bir insan bedeninin bütün a'zâyı ensacı, hurdebîn ile muayene olunabilen gayet küçük müdevver veya mustatîl bir takım huceyrelerin bir san'ati bedi'a ile dokunmasından mütehassıldir. Hayat ve uzviyyetin ilk nümunesi bir huceyrededir ki, biz bunları insanlar hâkkında, zahri Âdemden çıkarılan zerrecikler diye mülâhaza edebiliriz. Huceyre, huceyreden tevellüd ederek tekessür eder. Bir huceyre heva, su ve sair mevaddı arzıyyeyi tegazziy ve onlar huceyrenin içinde uzviyyete temessül eder. Bundan diğer huceyreler tevellüd eyler ve mecmunundan da bir ziy hayat beden dokunur, meydana gelir, ve bu suretle enva'ı nebatât, enva'ı hayvanat ve bu miyanda insanlar birli veya ikili olarak kendi huceyrei asliyyeleri üzerinde bir sülâle ta'kıb ederler. Bir insanın mebdei teşekkülü olan ilk huceyre anasının rahiminde bir yumurta huceyresiyle onu telkıh eden bir nutfe huceyresinin teşekkül ettikleri mülakkah bir huceyre olmak üzere mütelea olunur ki, horos tohmiyle aşılanmış bir tavuk yumurtası bunun tam değilse de zahirî bir nümunesi gibidir. Şimdi, her huceyre kendi tabiatiyle kendini yaratıyor demek yoktan ılletsiz bir eser tasavvur etmek olduğu için nasıl bir tenakuz ve muhal ise bütün huceyratı mütevellidenin halikı ve bunları bir beden olarak nescedib vücude getiren sani'i de ilk huceyredir demek dahi ondan daha büyük bir tenakuz ve muhaldir. Çocuğu yaradan ve yaşatan kendisi veya anası ve babasıdır zannetmek gibi açık bir cehalettir. Şüphe yok ki, bir huceyreden bir nutfenin «meşie» inden yüzlerle binlerle, milyonlar milyarlarla huceyratı halk eden ve bunları nescederek evsaf ve eşkâlleri ve menafi'i ve garizeleri muhtelif a'za ve echizeden müteşekkil mükemmel bir beden, bir hayat makinesi halinde işleten san'ati bedia bunların cümlesi üzerinde hakim olan bir kudreti baligai İlâhiyyenin en mükemmel şahididir. Ve böyle olduğu Kur’ân’ın müteaddid âyetlerinde de gösterilecektir. Fakat bu âyetten çıkan mes'ele yalnız bundan ibaret kalmıyor. O ilk huceyrenin menşeyi ne olduğu da gösteriliyor ki, bütün kudreti halikai hayatiyyenin o bir huceyreye aid olması gibi bir tevehhüme de meydan kalmasın. Bugün erbabı fen diyorlar ki, Hayât ve uzviyyet böyle bir huceyreye bir tohuma râci'dir ve Pastör tecribesine nazaran da gerek nebatî ve gerek hayvanî her zî hayât, her uzviyyet behemehal kendi nev'inden böyle bir tuhum ile mesbuktur. Ya'ni bir sülâledir. «Jenerasyon spontane» kendi kendine tevellüd yoktur ve olamaz. Illetsiz bir hadise olamıyacağını anlatan bu ifadeden bir çokları yanlış neticeler çıkarmış ve kudreti halikayı inkâra kadar varmışlardır. Halbuki bu noktada fennin tafsılen tahlil edemediği ve maamafih icmalen halleylediği ikinci bir safha vardır. Zira Erzın ve Erz üzerinde hayâtın kadîm olmadığı fennen ve mantıkan ma'lûm olduğu gibi «huceyrenin mürekkeb ve mütekevvin ve binaenaleyh hâdis» olduğu da yakînen ma'lûmdur. Ve hattâ kimyayi uzvîde ve ilmi ensacda «huceyrelerin terkibatına ve eşkâline» müteallık bir hayli ma'lûmat da vardır. Gayrı uzvî bir takım mevaddı basiteden zihayât bir huceyrei uzviyye terekküb etmiş bulunuyor. Gerçi fen bu mevaddın bıssınaa terkibinden bir huceyre yapamıyor. Fakat huceyrenin mürekkeb ve mütekevvin ve hâdis olduğu da her şüpheden azâde olarak ma'lûm bulunuyor. Ve zaten tevellüdi müteselsil tasavvuru da her huceyrenin tekevvün ve hudusünü tasavvur etmektir. Şu halde huceyre içinde huceyre ve daha evvel Arz üzerinde ilk insan veya ilk hayvan veya ilk nebat huceyresi nasıl ve nereden yapılmıştır? Suâli vardır. Buna karşı fenni beşer: «Nasıl yapıldığını henüz bilmiyorum ve fakat şurası muhakkaktır ki, her halde mevaddı basitai Arzıyyeden yapılmıştır. Bu nokta fennen ve aklen müteyakkandır. Zira terkibatında Arzda bulunabilen mevaddı basita müşahede olunuyor» cevabını vermekte ve bu noktada mes'ele kimyadan ve ılmi hayattan kanunı ıstıfa' ile hıkmeti İlâhiyye sahasına geçmektedir. Illetsiz kendi kendine hudus ma'nasına «jenerasyon spontane» tevellüd veya tekevvün binefsihi haddi zatında bir tenakuz olduğu için aklen ve fennen bizzarure muhal ve aynı zamanda huceyrenin hâdis ve mütekevvin olduğu da yakınen ma'lûm bulunduğundan bu babda Pastör nazariyyesi daha ziyade felsefî demek olan ıstıfa mülâhazasına lüzum görmeden fenni doğrudan doğru kudreti halıkaya istinad ettirmiştir. Çünkü ıstıfayı mevzuı bahsetmenin neticesi de bunu isbattan başka bir şey değildir. Yoksa «her zîhayat kendi nev'ine mahsus bir tohumdan olur. «jenerasyon spontane» yoktur» diyen Pastör bu sözü ile huceyratı ibtidaiyyenin kıdem ve ezelliyetini iddia etmek gibi bir tenakuzu iltizam eylemek istememiştir. Pastör bilirdi ki, huceyratı hayatiyye fennen azamî olarak yüz derecei hararete bile tahammül edemez helâk olur. Ve hattâ bundan dolayıdır ki, mevkıî tecribeye koyduğu şişelerindeki suları ve onlardaki mevaddı uzviyyeyi bu suretle ta'kım etmiştir. Şu halde ılmi tabakatı Arza nazaran sonradan teşekkül eden ve bir vakitler binlerle derecei hareret içinde bulunan kürei Arz üzerinde kadim ve ezelî bir huceyrei hayatiyyenin mevcudiyyetini nasıl kabul ve tasavvur etmiş olabilir? Ve şayed ettiyse böyle bir da'vanın ne kıymeti ılmiyyesi olur?!... Binaenaleyh huceyrei ibtidaiyye her halde hâdis ve mevaddı Arzıyyeden mütekevvindir. Fakat binefsihi tevellüd ve tekevvün de batıl olduğundan bunun halk-u tekvini bizzat halık tealânın kudreti ezeliyyesine müstenid ve ona delil ve şahiddir. Ve bu babda ilk huceyrenin kürei Arza diğer ecramı Semaviyyeden gelib gelmediğini farzetmeğe kalkışmak da söz uzatmaktan başka bir şey değildir. Hâsılı insan içinde insanın huceyre içinde huceyrenin tevellüd ve tekevvünü ile sülâlei hayatın tevalisi tegaddi ile alâkadar, tegaddi ise Arzdan, çamurdan halkolunarak gelen bir gıdayi tahvil ve temsil demek olduğu derkârdır. Ve bu suretle mevaddı arzıyyenin hılkati beşere velev kısmen olsun bir mebde' bulunduğu da zahir ve kudreti halıkayı bu tahvil ve temsil suretindeki ıstıfadan fehmederek mes'eleyi kısa kesmek de mümkindir. Ancak bunun ılleti halıkasını tegaddi ve temsil kudretinde farzetmek bu kudreti de sırf o insan veya o huceyrenin daha evvelki bir insan veya huceyreden tevarüs ettiği kuvvei hayatiyye eseri olarak mülâhaza etmek mümkin ve hattâ mu'tâd bulunduğundan bu hal içinde insanın bidayeten tîynden halkedilmiş olması esasına henüz ıhtilât ve iltibastan salim bir surette tavazzuh etmiş nazariyle bakılamaz. Ve Pastör nazariyyesini ta'kıb edenler de bu safhai tevali içinde ılleti halıkayı ilk huceyrenin malik bulunduğu kuvvei hayatiyyede gözetebilirler. Fakat mes'ele, Arz üzerinde ilk tekevvün eden huceyrede mutalea edilir, hem de ılletsiz hudûs, tevellüd binefsihi muhal olduğu ve huceyrenin kadim ve ezelî olamayıb bizzarure hâdis bulunduğu unutulmıyarak mutalea edilirse o zaman gerek pastörcüler ve gerek ıstıfacılar, herkes bizzarure i'tiraf etmek mecburiyetindedirler ki, beşerin maddei ibtidaiyyesi mevaddı arzıyyeden Arzın çamurundandır. Ve fakat beşer o çamurun süzülmüş, ıstıfa görmüş bir şekl-ü sûretidir (.........) İşte Allah o halıktır ki, insanları ibtidaen böyle bir çamurdan halk eyledi (.........) sonra bir ecel kaza etti; takdir-ü hukmedib bilfiil mevkıı icraya koydu, her Dünyaya geleni ölümüne kadar bir ecel ile te'cil eyledi ki, her eceli yetenin ölmekte olduğu zahir ve hepinizin ma'lûm ve meşhududur. Bundan başka (.........) takdir-ü tesmiye edilmiş bir ecel, bir eceli müsemmâ da onun ındinde, onun huzurunda vardır. -Ki, bu da bu hayatı Dünyadaki nîk-ü bed bütün ef'alın ba'delmevt mes'uliyeti vakti ya'ni eceli saat ve kıyamet, yahud eceli bâsdir ki, bu henüz kazâ edilmemiş, fi'liyyatı meşhudunuz değil gâibdir. Fakat takdir-ü tesmiye edilmiştir. Bilâhare huzurı ilâhîde behemehal icra ve infaz edilecek (.........) ebediyyen taayyün edecektir. Yukarılarda dahi sebkettiği üzere ecel, bir vakıt, veya o vaktin nihayeti demektir. Meselâ şu borç bir sene müecceldir denildiği zaman bir sene bir eceldir. Sonra eceli geldi denildiği zaman da senenin nihayeti geldi demek olur. Ve bu âyette her iki ma'nâ câizdir. Maamafih birincide vakit ikincide nihayet ma'nası daha muvafıktır. Binaenaleyh insanın Dünyada eceli demek mevtine kadar müddeti ömrü veya onun nihayeti ânı mevti demektir. Öldüğü lâhzada bu ecel gelmiş ve yetmiş olur. Her hangi ma'nâ tasavvur edilirse edilsin bu ömür, bu ecel birdir. Bir kerre tahakkuk eder. Bir insan için bir mevte kadar iki ecel tasavvuruna imkân yoktur. Ve ölüm her ne sebeble olursa olsun ecel yetmiş ömür bitmiş olur. Ve artık ona ecelsiz öldü demek tenakuzdan başka bir şey değildir. O gün anlaşılır ki, ezelde mükadder ve müsemma olan bu, bu gün tahakkuk edib fi'len kaza edilen de budur. Fakat bunun kazasiyle, bu ecel yetmekle insanın, vücudun her şey'i her iş bitmiş olmaz. Bundan sonra da diğer bir ecel, bir nihayet gelecektir, bu ecel de bu müddetin nihayetinde ve huzurı ilâhîde iyi ve kötü her mes'uliyyet hıtam bulacak, suâl-ü hisab tamam olub hayatı Dünyanın bütün defterleri kapanacak, ondan sonra ya ebediyyen sevab veya ebediyyen ıkab devresi gelecektir. Ve işte burada (.........) bu akıbet, bu nihayettir ki, buna kıyamet, sâat, yevmi ba's, yevmi cemi', yevmi suâl, yevmi hisab, yevmi ceza, yevmi din yevmi fasıl denilir. (.........) bu fasıldan i'tibaren tecelli ve tahakkuk eyliyecektir. Ve artık buna nihayet yoktur. Eceli mevtten başka bir ecel olan bu eceli müsemmâ ecelin nihayet ma'nâsı i'tibarile faslı Âhıretin mebdei olan sâat ve vakit ma'nâsı mülâhazasiyle de mevtten o sâata kadar olan berzah müddetile tefsir olunur ki, meâl birdir. Ve tefsiri sahih ve mu'teber bu ma'nâlardır. Maamafih ba'zı müfessirîn diğer veçhiler de söylemişlerdir ki, bunlardan bilhassa ba'zılarını ıhtar edelim: 1- Ebü Müslim demiştir ki, «kazâ olunan birinci ecel geçmişlerin, ya'ni vefat eden eşhas ve ümemi salifenin ecelleridir. İkinci ecel de henüz vefat etmemiş bulunanların eceli mevtleridir ki, bunu ancak Allah bilir «buna göre mevzuıbahs her şahs için ancak bir eceli mevt demek olur ki, (.........) tenkirlerine nazaran hılâfı zâhirdir. Birinci ecel herkesin geçen ömrü mıktarı, ikinci ecel de kalan ömrü mıktarı demek de böyledir. Hattâ bizce burada birinci eceli eceli eşhas, ikinci eceli (.........) medlûlü üzere eceli umem, ya'ni birisi mevti ferdî eceli, diğeri mevti milli eceli olmak üzere mülâhaza etmek de varidi hatır olur. Fakat mervi olan evvelki ma'nâ bunu mutazammındır. (.........) ikisine de şamildir. 2- Ba'zıları da demiş ki, her insanın iki eceli vardır. Birisi âcâli tabi'ıyye, ikincisi âcâli ıhtiramiyyedir. Eceli tabiî şudur: mizac, avarızı hariciyyeden masun kalmış olsa idi müddeti bekası fulân vakte kadar varacaktı, eceli ıhtiramîy de gark, hark, haşerat sokmak ve saire gibi esbabı hariciyyeden mu'dıl bir sebeb ile husule gelendir. Fahrüddini Razî bunu hükemai islâm kavli diye nakletmiştir ki, murad, Etıbbâdır. Etıbbâ arasında bir ömri tabiîy nazariyyesi vardır. Ve netekim tabiblerimiz lisanında eceli tabiîyye eceli müsemmâ, eceli ıhtıramîye de eceli kaza ta'bir edilmek mu'tad olmuştur. Böyle bir telâkki kablelmevt hayatta esbaba, hıfzussıhhaya, tedaviye tahaffuzatı hariciyyeye riayetin menafi'ıni göstermek noktai nazarından müfiddir. Lâkin bunu iki ecel diye anlamak doğru değildir. Ya'ni bir insanın biri tabiîy, biri ıhtiramîy olmak üzere iki eceli yoktur. Ya tabiîy veya ıhtıramîy bir eceli vardır. Zira fi'len vakı' olacak olan ecel, bunların ancak biridir. Diğeri bir imkândan ibarettir. Vücuhi imkân, müteaddid ve hattâ namütenahî olabilir. Fakat vaki' birdir. Hakikaten ömür, ecel de o vaki'den ibarettir. Allah’ın takdir-ü kaza ettiği de odur. Allah’ın bildiği şaşmaz, o mümkini mümkin, vaki'ı vaki' olarak bilir. Binaenaleyh eceli tabiîy ve ıhtıramîy taksimi eceli mümkin, eceli vaki' diye bir taksim yapmak gibidir. Esbabı hariciyye ıhtıramı ile ölenin tabiîy olarak ölmesi mümkin olduğu gibi tabiîy olarak ölenin de esbabı hariciyye ile olması melhuzdur. Fakat o her halde bunların yalnız birile ölecektir. Halbuki ecel denildiği zaman mümkini değil vaki'ı anlamak lâzım gelir. Vaki' vukuundan evvel henüz imkân sahasındadır. Binaenaleyh henüz ölmiyen bir kimsenin esbabı tahaffuza riayeti meşru' ve hattâ vazıfedir. Fakat vakıın vuku'ıyle sahai imkân kapanmış, ecel tahakkuk etmiştir. Binaenaleyh o zaman da vazıfe, vakıa teslim olmaktır. Sonra ömri tabiî sözü de mücerred bir nazariyyedir. Ölüm her ne olsa bir ıhtıram ve tahrib olmaktan çıkmaz. Herem esasen bir ıhtıram eseridir, yoksa tabiatin tabiat olmak üzere muktezasi ıttıraddan başka bir şey değildir. Tesiri haricî ile ıhtıram mevzuı bahs olmayınca ömri tabiî namütenahi olmak iktiza ederdi. Demek ki, huküm, tabiatte değil, halikı tabiattedir. Ve o halde tabiat sözü bir taglit ve teşkiktir. Bu gibi sözlerle insanlar emri yakîn olan ölümde bile şeklere düşer dururlar. Netekim buyuruluyor ki, (.........) Sonra ey kâfirler siz tutar şekk-ü tereddüd edersiniz ha!...» Ya'ni Allahü teâlânın sizi ve sizin maddei ûlânıza varıncaya kadar bütün usulünüzü halkeden halık ve size takdir-ü hukm ettiği ecel gelinciye kadar hayatınızı veren bir muhyiyi kadir olduğu nefsinizdeki âsari meşhudesiyle sâbit ve muhakkak ve böyle maddeler yaratmağa ve onlarda hayatlar ibda' etmeğe ve sonra bu hayâtı dilediği ecele kadar ibka eylemeğe kadir olan halık tealânın bu halk-u ıhyayı bir daha yapmağa kudreti evleviyyetle müberhen bulunduğu halde siz kalkar kudreti İlâhiyyede şüpheler eder, keyfiyyetini ihata ve idrâk edemediğinizden dolayı indallah muayyen ve mukadder olan bu eceli müsemmâda, bu yevmi mes'uliyyet hakkında şekkler, tereddüdler çıkarır, Allah’a küfürler eder. Kendinizi, yâhud Semâvî veya Arzî diğer mahlûkatı Allah’a denk tutarsınız öylemi? Halbuki |
﴾ 2 ﴿