12Kimin şu Göklerdeki ve Yerdeki ? de "Allah’ın" de, o kendi uhdesine rahmeti yazdı, her halde sizi kıyamet gününe toplıyacak, bunda şüpheye mahal yok, nefislerine yazık edenlerdir ki, îman etmezler (.........) - Burada evvelâ gösteriliyor ki, hakikati ilmin başı idraki ıllet ve taharriyyatı ilmiyyenin başı da taharriyi ıllettir. Ve ıtmi'nanı kalb, ıllet ile ma'lûl beynindeki nisbeti illiyyetin keyfiyyetini idraktedir. Saniyen gösteriliyor ki, taharriyatı ılmiyyenin iki rükni mühimmi vardır: Biri suâl diğeri cevab. Bilmek için evvel emirde ne aradığını bilmek, suâlini ta'yin ve tasvir etmek lâzımdır. Filvaki' tasviri suâl ya'ni vaz'ı mes'ele ilmin nısfıdır denilir. Demek ki, ilk vazıfe Semavat ve Arzdaki eşyaya bakıb bunlardaki tehavvülâtı görmek ve binaenaleyh umumunun illetini teharri edib. «bunlar kimin?» sualini sormak ve buna nefsinde «Allah’ın!» cevabını almaktır. Salisen bu suâl-ü cevâbın «kul, kul» diye gayet sade bir surette emri ta'limi de iki hakikati müş'irdir. Birincisi gösteriyor ki, Bu suâl ve o lâhzada bu cevab dahi Allahü teâlânın kalbi beşere bir emr-ü ilhamıdır. O «bunu sor» ve arkasından da «şu cevabı ver» diye emrediyor; bu suretle bunlarda Allah delâlet eden âyatı enfüsiyye oluyorlar. Ve Allah’ın şuunı nefsiyyede hâkim bulunduğunu isbat ediyorlar. İkincisi demek ki, Semavat ve Arza nazar edenler için bu suâl son derece zarurî ve bedihî olduğu gibi buna «Allah’ın!» cevabını vermek de o kadar zarurî ve bedihîdir. Zira Semavat ve Arzın tehavvülât ve teessüratını görmek ve bunların bir maliki müdebbire muhtac olduğunu hissetmek Allah’ın varlığını duymak demektir. Ve zaten Allah demek bunların ılleti küllü, halikı, maliki, hâkimi demektir. Ve o halde bu suale karşı «lillah» cevabı, bedihî bir kazıyyei tahliliyeden ibarettir. İşte bu suretle evvelâ bütün mevcudatı mekâniyyeye şamil olan Semavat ve Arz ile mekân ve hâdisatı mekâniyye sonra (.........) âyetiyle zaman ve hâdisatı zamaniyye irae olunarak ve Allahü teâlânın hem mekân-ü mekâniyyâta hem de zeman-ü zamaniyyâta malik ve hâkim olduğu beyan edilerek isbatı sânı' ve maad mesailinin künh-ü lubbü takrir edilmiştir ki, Sûrenin evvelindeki (.........) fıkraları da mekânî ve zemanî bu iki noktai nazarı icmal etmiş ve halk ve ca'l hukümleriyle de ılliyyet kanunu ve ma'nâyı ılliyyet iş'ar kılınmış olmakla bu âyetler o âyetin bir inkişafıdır. Bu cevabdan sonra nevbet, bu eşyadan ve bu nisbeti ılliyyetten Allahü teâlânın sıfatı zatiyye ve ma'neviyyesini istidlâl ve istişhad ederek anlamağa ve ona göre her mevzı'de suâlini tasvir ve cevabını tahrir ede ede Allah’ı tefekkür ederek zaman üzerinde mebde'den meade yürümeğe gelir. Bunun için buyuruluyor ki, (.........) O Allah ki, kendine rahmet yazdı. - Ya'ni cemi'ı mahlûkata malik ve hâkim ve rahmet-ü gadaba alesseviyye kadir ve her ne isterse yapmak onun bilâ muarız hakkı olduğu ve onun fevkında icrayı te'sir edecek bir mucib ve mi'yarı hak bulunmadığı halde bizzat kendisi fazl-ü ihsan tarikıyle bütün milkine rahmeti iltizam edib kendi zati mukaddesine bil'ihtiyar vâcib kıldı, rahmeti ahlâk edidi. Bütün bu eşyayı rahmetiyle halketti ve bütün cereyanı şüun onun suturı rahmeti oldu. Binaenaleyh Allah ile mahlûkatı beynindeki nisbeti halk ve rububiyyette Allah tarafından evvelen ve bizzat gelen ve muntazar olan hukm-ü te'sir rahmetten ıbarettir. Ahkâmı gazab evvelen ve bizzat ahlâkı İlâhînin muktezası değil, ciheti halktan: Halkın gerek kendi aralarındaki nisbeti teaddüdleri ve gerek ahlâkı İlâhiyyeden tebaüdleri muktezası olarak derecei saniyede ve tâlî bir surette lâhik olur. Ve bu lûhuk da yine rahmeti İlâhiyyenin muktezasıdır. Elemin halkı maksud lizatihi değil, lezzete taayyün vermek, onun hukmünü muhafaza etmek ve lezâizi fâniyeden lezâizi bâkıyeye geçmek içindir. Allahü teâlânın cümle-i rahmetindendir ki, insanları da ibtidaen fıtratı selîme üzere halketmiş, akl-ü ıhtiyar ve hurriyyet vermiş ve enfüs-ü afakta nasbı âyât ve irsali rüsül ve inzali kütüb ile ma'rifet ve tevhıdine hidayet eylemiş, rahmet-ü rıdvanının muktezayatına da'vet ve gadab-ü ıkabına müeddi ahvalden tahzir etmiştir. Allahü teâlânın kendiye rahmeti yazmış olmasından dolayıdır ki, bu rahmeti ve ni'meti hurriyyeti suiisti'mal edib böyle Allahdan udul, fıtratullahı tebdil-ü tağyire kıyam, âyât ve delâilden i'raz, kitabları tekzib ve Peygamberlerle istihza velhasıl ahlâkı İlâhî hılâfına muktezayatı gadabı iltizam edenler hakkında ukubeti ta'cil etmez, tevbe ve ilticayı kabul eder, yoksa sizi de çoktan o mahv-ü münkarız olanların yanına gönderirdi. Fakat yine Allah’ın rahmeti kendine yazmış olmasından naşidir ki, bu imhal, nâmütenahi gidemez, elbette bunun bir eceli müsemmâsı vardır. Ve elbette Allah hılâfı rızası olan bu cür'etleri ahkâmı gadabiyle karşılıyacak, nizamı rahmetini ilel'ebed idame edecektir. Ey mükezzibîn bunun için (.........) kasem olsun ki, o rahmânı rahîm olan Allah yevmi kıyamete kadar sizi -o akıbetlerini göreceğiniz mükezzibîni mazıye ile beraber hepinizi kabirlerde ve mahşer yerinde -toplıyacak da rızasına doğru gidenleri rahmeti ebediyyesiyle bekâm ederken sizin de şirk-ü ma'sıyetlerinizin cezasını verecektir. (.........) Bunda: Bu cemi'de ve bu kıyamet gününün geleceğinde hiç şekk-ü şüphe yoktur. (.........) Nefislerini ziyan edenler, ya'ni kendilerinin rahmeti İlâhiyyeden sermayeleri olan fıtratı asliyyeyi aklı selîmi, isti'dadı mahsusu suiisti'mal ile zayi' edenlerdir ki, (.........) onlar bu hakıkate inanmazlar. -Ve bu suretle kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. İyi bilmeli ki, gün bugün, sâat bu sâat değildir. Bugün tatlı görünenler yarın acı, bugün acı gelenler yarın tatlı olabilir. Zeman derler bir şey vardır, hâli istikbal ta'kıb eder. Gecelerin gündüzleri, gündüzlerin geceleri gelir. Semavât ve Arz Allah’ın olduğu gibi |
﴾ 12 ﴿