18

Kullarının üstünde kahir o, hakîm o, habîr o

(.........) velhasıl o kadir, kullarının fevkında kahirdir. -Mâ tahtten icrayı te'sir etmeğe çalışır ve mağlûb olması muhtemil bir müessir değil, her veçhile üstün, daima galib ve kahir bir kadirdir. Ne durruna muaraza edilebilir, ne hayrına müzahame, durr, onun durru, hayır onun hayrıdır. (.........) ve o ef'alinde hakîm, ıbadının ahvaline habîr-ü alîmdir. Hem yeğâne hakîm ve habîrdir ki, o hakîm-ü habîr olmasa idi hikmet ve hayır nişaneleri nereden gelirdi!. Binaenaleyh böyle kâşifi durr, mu'tıyı hayır, kadir-ü kahir, hakîm-ü habîr bir Allah’ın karşısına başkası nasıl veliy ittihaz edilir de istiklâlen veya iştiraken ma'bud tanınabilir!?.. Bu hakîm-ü habîr fasılası ve bu hikmet-ü hayr noktasında ilmi hikmetin en mühim esasını teşkil eden şâhidi hak ve menatı yakîn mes'elesi ile nübüvveti Muhammediyyeyi takrir siyakında buyuruluyor ki, Ya Muhammed:

Rivayet olunuyor ki, ehli Mekke «ya Muhammed, Allah senden başka bir Resul bulamadımı? Biz seni tasdık eden bir kimse görmüyoruz. Yehud ve Nesârâya da senden suâl ettik onlar da kendilerinde senin nübüvvetine dâir bir haber olmadığı fikrinde bulunuyorlar. Binaenaleyh bize senin nübüvvetine şehadet edecek bir şâhid göster» demişler ve bu âyet, bu sebeble nâzil olmuşdur:

18 ﴿