104

Hakıkat Rabbınızdan size bir çok basıretler geldi artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir ve o halde ben size karşı muhafız değilim

(.........) muhakkak size rabbınızdan basıretler -kalb göziyle görülecek münebbihler, şahidler geldi.- göze nisbetle basar ne ise kalbe nisbetle basıret de odur. Gözlerin görmesine sebeb olan ve kuvvei bâsıra denilen nûrı rü'yete basar denildiği gibi kalbin görmesine sebeb olan ve lisanımızda kalb gözü dahi ta'bir olunan kuvvei müdrikeye ve alel'husus bunun zekâ ve fetânet ve firâset denilen ve bir emri zâhir-ü bâtınına dikkat ve nüfuz ile gereği gibi idrâk eder bir derecede açık ve parlak olması haline basıret denilir ki, bir nûrı ilâhîdir. Kezalik baş göziyle hasıl olan ve görmek denilen idrâki tam ve kâmile basar denildiği gibi kalb göziyle hasıl olan idraki tam ve kâmile ve ma'rifeti mütehakkıka ve yakınîyyeye dahi basıret denilir. Bundan başka basıret beyyineye, hüccet ve bürhana, şahide ve dikkat ve im'an ile ibret alınacak esbabı hidayete dahi ıtlak olunur. Çünkü bunlar kuvayı müdrikeyi takviye eder, basıret ve tebassura sebeb olur. Ve bu ma'naca basıret evvelki manâlara da şamil olur. Çünkü nefsi basıret dahi en büyük huccet, en büyük şâhid ve beyyine, en büyük medarı ibrettir ve onsuz hiç bir şey idrâk olunamaz. Burada da besâir ya birinci ma'nâya ve yahud ona dahi şamil olan bu üçüncü ma'nâya olarak Kur’ân ve bâhusus bâlâda varid olan âyâtı beyyinattır. Görülüyor ki, bu âyetler basar-ü basırete nazarı dikkati calb ederek sureti umumiyede doğrudan doğruya ma'rifeti hakka vusul basıret ile olacağını göstermiştir. Bu âyet ile de iş'ar olunuyor ki, müşriklerde fili basıret yoksa da kuvvei basıret tarafı rabbanîden bütün hılkati beşere verilmiştir. Ve sonra kalbi Muhammedîye vahyolunan âyâtı beyyinat ile de bütün o basıretleri takviye edecek ve ikinci ma'nâ ile bilfiil basıret ve idrâki tam husule getirebilecek olan berahîni ilâhiyye tebliğ olunmuştur. Ve şu halde herkesin bu envarı basırete karşı kalb gözlerini yummayıb kendindeki kuvvei basırete bakması ve bu suretle besâirden istifade ederek bilfiil basırete ve ma'rifeti hakka ermesi vazifei ıhtariyesi kalmıştır. Binaenaleyh (.........) her kim ibsar ederse, ya'ni kalb göziyle bakar rabbından gelen bu delâili basıret ile hakkı görmek ister de îman ederse bu kendi lehinedir. Kendi menfaatinedir. (.........) ve her kim körlük eder, kalb gözünü yumar, kör olursa bu körlük ve nankörlük de kendi aleyhinedir. Kendi zararınadır. (.........) medlûlü üzere asıl körlük göz körlüğü değil, kalb körlüğüdür ki, bundaki zararın hadd-ü payanı yoktur. Ey basıret körleri bu takdirde (.........) Ben de sizin üzerinize hafîz değilimdir. -

Ya'ni Allah verdiği basırete, gönderdiği besâire körlük eden sizin gibi nankör kâfirlerin, müşriklerin ef'ali ıhtıyariyelerinde hâfız ve hâmisi değildir, bil'akis rakibidir. Körlük ve dalâlet halk eder, kendilerini körkörüne tuğyanlara, zulmetlere bırakır, ve bundan muhafaza edecek ve zulmetlerden nûra çıkaracak diğer bir veliyyi hafîz de mümkin değildir. Körkörüne rast gelene sarılırsınız, onlar da sizi tutar, zulmetten zulmete, zarardan zarara sürüklerler. Hasılı alâkülli şeyin hafiz ve hayrülhalikîn olan Allah (.........) dur. Beriün minelmüşrikîn ve adüvvün lilkâfirîndir. Çünkü bunlar Allah’ın hıfz ve himaye için verdiği ve gösterdiği besâire körlük etmiş, hıfz-u vikayei İlâhiyyeden iba ve imtina eylemişlerdir. Ve bu hususta mes'uliyet kendilerine aiddir. Görülüyor ki, burada ibsar ve ama fiilleri ıbade isnad ve bunlardan birini tercih ve ıhtiyar ile vazifei tahaffuzun abde aid olduğu tefhim olunarak tevhidi hâlik mes'elesine karşı tevehhüm olunabilecek olan bir cebr suâlinin hallile büyük bir inzar vardır. Basıret körlüğü eden kimselere kendi «ene» si, ya'ni benliği, nefsi muhafız olmadığı gibi hâlık tealâ da onlara hafîz ismi şerifiyle muamele etmez. Ve işte bizim anladığımıza göre Allahü teâlânın görderdiği besaire körlük ve hakkına nankörlük eden kâfirlere, müşriklere karşı (.........) buyurması bu ma'nâ iledir. Ve âyette (.........) gıyabından (.........) tekellümüne iltifat vardır. Burada müfessirîn «hafîz» ismi şerifini mücazat veya mükâfât etmek üzere amelleri murakabe ve hıfz eden «rakıb» ma'nâsiyle tefsir ettiklerinden dolayı bu âyet lisanı resul üzere varid olmuştur diyorlar. Ve bunu «ya Muhammed! de ki, sizin üzerinizde hafîz, ya'ni amellerinizi murakabe ve hıfz ederek muahaze edecek olan rakıb ben değilim Allahdır, Ben ancak bir resulüm» mealinde tefsir ediyorlar. Fakat biz bu te'vili pek de muvafık bulmuyoruz.

104 ﴿