7

Ve o vakıt Allah, size iki taifenin birini va'dediyordu ki, sizin olsun, siz, ise arzu ediyordunuz ki, şekvetsiz olan sizin olsun, halbuki Allah, kelimatiyle hakkı ihkak etmek ve kâfîrlerin arkasını kesmek dileyordu

(.........) ve unutmayın o vakti ki, Allah size iki taifenin birini sizindir diye va'd buyuruyordu (.........) siz ise arzu ediyordunuz ki, şevketi olmıyan sizin olsun. -Bu iki taifenin biri Ebû süfyanın maıyyetinde Amr İbn-i Asın ve Amr İbn-i Hişamın dahi içlerinde bulunduğu kırk süvari himayesinde Şamdan büyük bir ticaret ile gelmekte olan Kureyş kârvanı idi. Hazret-i Peygamber bu kârvanın vürudunu haber vererek Medineden hareket buyurmuş, Eshab, ise hedefi hareketin yalnız bu kârvan olduğu fikr-ü mülâhazasında bulunduklarından bir çoğu harekete hafif bir surette iştirâk edivermişlerdi. Halbuki diğer kumandasında hareket etmiş, şevketli bir taife. Bin kişilik müsellâh bir Kureyş ordusu «Bedr» e doğru geliyordu. O zaman Cibrîl nâzil olmuş demişdi ki, «ya Muhammed, Allahü teâlâ size iki taifenin birini va'detti, ya ıyr veya nefiyr, ya'ni ya kârvan veya Kureyş ordusu» bunun üzerine Resulullah yolda eshabiyle istişare edib buyurdu ki, «ne dersiniz; kavim, Mekkeden çıktılar (.........) geliyorlar. Binaenaleyh sizce ıyr, kârvan mı daha iyi, yoksa nefiyr, ordu mu?» Hayır dediler bizce düşmanı karşılamaktan kârvanı ta'kıb daha iyi. Buna karşı

Resulullahın vechi saadetlerinde bir tegayyür hasıl oldu. Sonra şu vechile iadei kelâm buyurdu: «Kârvan deniz kenarından geçti gitti, Ebû cehil ise geliyor» dedi, yine «ya Resulâllah kârvana bak, düşmanı bırak» dediler. Resulü ekrem hiddetlenmişti, Ebû bekir ve Ömer radıyallahü anhüma kalktılar, güzel sözler söylediler, sonra Sa'd İbn-i Ubade radıyallahü anh kalktı, dedi ki, «ya Resulâllah emrine bak, icra et, vallahi (.........) e gitsen Ensardan bir adam arkandan kalmaz.» Sonra Mıkdad İbn-i Amr radıyallahü anh dedi ki, «ya Resulâllah Allahü teâlâ sana ne emrettise icra et, ne tarafı arzu edersen biz her halde seninle beraberiz. Biz, Beni İsraîlin Hazret-i Musâya dedikleri gibi (.........) demeyiz ve lâkin deriz ki, «sen rabbınla git ikiniz onlarla harbediniz biz de maıyyyetinizde deprenir bir gözümüz bulunduğu müddetçe harbederiz.». Bunun üzerine Resulullah gülüb «bana söyleyin nâs bu iki reyden hangisine tarafdardır» buyurdu ve nâstan muradı Ensar idi, zira Ensar, Akabede biyat ettikleri zaman «sen bizim diyarımıza vasıl oluncıya kadar zimmetlerinden beriyiz, bize geldiğin vakıt zimmetlerimizdensin, evlâd-ü ıyalimizi müdafaa ettiğimiz gibi seni de müdafaa ederiz» diye teahhüd etmişlerdi ve anlaşıldığına göre Resuli ekrem Ensarın «biz ancak Medine içinde hücum eden bir düşmana karşı müdafaayı der'uhde ettik» gibi bir reyde bulunmaları ıhtimalini hisab ediyor gibi idi, Sa'd İbn-i Muaz kalkıb «ya Resulâllah galiba bizi murad ediyorsun» dedi, evet buyurdular, bunun üzerine «biz, dedi, sana îman ettik, seni tasdık eyledik ve bize getirdiğin hakk olduğuna şehadet ettik ve bu babda sana sem'u tâat üzere ahidler verdik, binaenaleyh ya Resulâllah ne irade buyurursan icra et, seni hakk ile gönderen zati ecell-ü a'lâya kasem ederim ki, sen bize şu denizi gösterib dalsan biz de beraber dalarız ve içimizden bir adam, tehallüf etmez ve bizimle düşmana karşı gitmeni hoş görmemezlik etmeyiz, biz harbde sebatkâr, çarpışma sırasında sadakat şiârızdır. Umulur ki, Allahü teâlâ bizden sana seni karirül'ayn edecek şeyler gösterecektir. Binaenaleyh yürüt bizi Allah’ın bereketine». Sa'din bu sözünden Resulullah ferah ve inbisat buldu, sonra da buyurdu ki, «haydi yürüyünüz Allah’ın bereketine, size tebşir ederim ki, Allah bana iki taifenin birini va'd buyurdu, alimallah ben sanki şimdi o kavmin yıkılacakları yerlere bakıyorum». İşte harbin nihayetinde enfâl mes'elesi üzerine bidayetinde cereyan eden bu haller ıhtar olunarak buyuruluyor ki,Size Allah iki taifeden gayri muayyen birini va'd ediyorken siz şevketsiz tarafı arzu ediyordunuz (.........) halbuki Allah kelimâtiyle hakkı ihkak etmeyi ve kâfirlerin kökünü kesmeyi irade buyurdu. -

Ya'ni siz, kârvanı vurmak gibi şerefsiz, küçük şeyler arzu ederken Allah celle celâlühü hakkınızda yüksek işler, kelimei hakkın i'lâsına ve kâfirleri kahrile dini hakkın ı'zazına müteallık emirler takdir ve irade buyurdu ki, bu size sizin iradelerinizle Allah’ın hukm-u iradesi beyninde kendi lehinize ne büyük bir fark bulunduğunu anlatır. Burada şuna iyi dikkat etmek lâzım gelir ki, Allahü teâlâ bu ihkakı hakkı doğrudan doğru halkıle değil, kelimatı vasıtasiyle, ya'ni emrile yapmak istiyordu. Ve işte böyle Allah’ın emr-ü kelimatiyle ve iradei beşerin mutavaatiyle yapılması lâzım gelen şeylerdir ki, cürm-ü ma'sıyyet ve derecat-ü mağfiret tahakkuk eder. Yoksa Allahü teâlânın kelimatiyle değil, doğrudan doğru cebr-ü halkıyle yaptığı ve yapacağı şeyler de sa'y ve iradei beşerin hiç hukmü yoktur. Bunun için Allah evvel emirde kelimât ve âyâtiyle o va'di gayri muayyen olarak yapıyormu ki,

7 ﴿