8

Evet, nasıl olabilir ki, size bir zafer bulsalar hakkınızda ne bir zimmet gözetirler ne de bir yemin, ağızlariyle sizi hoşnud etmeğe çalışırlar, kalbleri ise iba eder durur, zaten ekserisi insanlıktan çıkmış fasıklar

(.........) nasıl olur? -O müşriklerin şu hal ile Allah ve Resulü ındinde bir ahdi nasıl bulunur? (.........) ki, size bir zafer bulurlarsa- ellerine bir fırsat geçer üstünüze çıkarlarsa (.........) hakkınızda ne bir ill ne de bir zimmet gözetmezler -

İLL, esasında keskinlik veya parlaklık ma'nâsından me'huz olarak feryad, yemin, ahid, karabet ma'nâlarına gelir. Ibranîce «il» muarrabi olarak ilâh demek olduğu da söylenmiştir.

ZİMMET, hıfz-u himayesi lâzım gelen ve zayi' edilmesi mezemmeti icab eden her hangi bir emr mefhumiyle ahd-ü eman, taahhüd ve zamân demektir ki, nakzı mucibi zemmolur. Bundan me'huz olarak şer'an bir şahsın leh ve aleyhinde iycab ve isticabe ehl olması vasfına ıtlak edilir ki, ahdi bulunan nefis diye de ta'rif olunur. Ta'biri âharle şahsıyyeti hukukıyye yahud bunu teşkil eden vasfı mümeyyiz, ya'nı hakk-u vazife ehliyyeti demektir. Evvelki lügavî ma'nâ ile borç bir zimmettir. İkinci şer'î ma'nâ ile ise zimmettedir. Sûre-i «A'raf» da (.........) âyetine bak. Bilkuvve zimmet bu ahdi fıtrî ile, ya'ni mevcudiyyeti insaniyyedeki tevhıd ve ma'rifeti hak kabiliyyeti mebdeiyle, bilfı'il zimmet de buna müsteniden bilfi'ıl yapılan taahhüd ile sabit ve kaim olur. Âyet selbi küllî üzere varid olduğuna nazaran zâhiri hangi ma'nâsiyle olursa olsun il ve zimmet namı verilebilecek hiç bir şey tanımazlar demektir.

Ya'ni bir fursat bulurlarsa bütün ahidlerine rağmen sizin hakkınız da ne Allah’ı, ne yeminlerini ne karabetlerini, ne de ahd-ü zimmetlerini tanımazlar. Ne kadar feryad etseniz yine tanımazlar. En keskin en parlak mukaddes hakka ve verdikleri ahde bakmaz, size kıyar dilediklerini yaparlar. Maahazâ bütün bu ma'nâları şu iki de hulâsa mümkindir: ne ilâhî, ne beşerî hiç bir hakk-u ahid gözetmezler, sizden kendi haklarında değil, kendilerinden sizin hakkınızda gözetmezler (.........) ağızlariyle sizi irza ederler. -Vefakârlıktan, dostluktan, islâmdan bahsederler, îman-ü tâatten dem vururlar, kandırmak için yeminler de yaparlar. Hılâfı zuhur ediverince aslı yok ma'ziretlerle ı'tizar ve taallül ederler. Lâkin bütün bunları yalnız dilleriyle yaparlar. (.........) halbuki kalbleri ibâ eyler- ağızlarındaki söz gönülleriyle taban tabana zıd, kuru ve ma'nâsız bir lâftan ibarettir. Mühadene değil müdahenedir. (.........) ve bunların ekserisi fasiktır. Taat ve ahidden çıkmış mübalatsiz mütemerridlerdir. Bir kısmı kalilinde olduğu gibi gadirden kaçınacak, namussuzluktan çekinecek ne bir akıdei maniaları, ne de bir mürûeti insaniyyeleri merdlikleri yoktur, utanmaz arlanmazlar.

8 ﴿