5O, odur ki, Güneşi bir zıyâ yaptı Kameri bir nur ve buna menzil menzil mıktarlar ta'yin buyurdu ki, senelerin adedini ve hisabı bilesiniz, Allah, bunu ancak hak hikmet ile yarattı, bilecek bir kavm için âyetleri tafsıl ediyor (.........) O odur ki, - ya'ni bu iade ve cezayı yapacak olan Allah, o halıkı müdebbirdir ki, (.........) Güneşe bir zıyâ yaptı ve Kamere bir nur. - Buradan zıyâ ile nurun bir farkı anlaşılıyor. Bunların ikisi de esasen zulmetin mukabili olan aydınlık hâdisesini ifade ettikleri, bunun da derecei şiddet ve za'fına göre bir çok meratibi bulunduğu ma'lûmdur. Ve bunların hepsine nur ıtlak edilebilir. Fakat nûr, zıyâdan eamm, zıyâ nurdan ehass veya akvaadır. Zıyâda bir fartı işrak, bir sutu ve lemean, şiddetli bir intişar ve ıztırap, nurda da mutlak zulmete tekabül eden bir ravnekı intişar ile sükûnü andıran bir safa ve letafet mülâhaza olunur. Bir ta'rîfe göre de nûr, zıyânın pertev ve şuaıdır ki, zulmeti dafı' olan şu'lesi, ışığı demektir. Bu, o demek olur ki, zulmetin zıddı karibi nurdur. Ve zıyada nurdan başka bir şey de vardır. Meselâ zıyada hararet ve nariyyet de bulunabilir. Netekim zıya harurî ve gayrı harurî hususiyyetlere tahlil olunabilir. Fakat nur, sırf zulmete tekabül eden ve zıyadan bittahlil alınan bir ma'nadır. Bir de denilmiştir ki, zıya, bizzat olana, nur bil'araz olana ıtlak edilir. Şu halde burada Ay nurunun Güneş dolayısıyla verildiğini iş'ar vardır. Sûre-i « İsra » da gelecek olan (.........) beyanını mülâhaza ile bu daha ziyade tenvir edilmiş olur. Bu suretle Kamere bir nur verilmiş olması mahvi kamer meselesini de ıhtar edeceğinden burada güneşe tapanlara karşı Şems-ü Kamerin hudûs ve mahlûkıyyetleri ve Allahü teâlânın bunlar üzerindeki halikıyyet ve hâkimiyyeti, rübubiyyet ve tedbiri tefhim olunduktan başka Güneşin zıya yapılması bed'i halkı üzere bir neş'eti ûlâ sun'unü, Kamerin nur yapılması da mahvinden sonra neş'eti uhrasiyle bir iade sun'unu göstermiş oluyor ki, siyakı bahsi teşkil eden bu bed'-ü iade kudreti zıya ve nurun keşfi hâdisatı ve cereyanı zamanı ı'lâm eden anatı tevalîsinden de mütemadiyen anlaşılıp durmâktadır. Ve lâkin ahvali Kamerden neş'eti uhrâ delâleti daha sarih ve daha mufassal okunmaktadır. Filvakı' Allahü teâlâ âyeti nehar olan Şemsı bidâyeti halkında bizatihi zıyâdar olarak inşa etmiş ve henüz onu mahv-ü tekvir etmediğinden o neş'eti zıya müstekarrini bulmak üzere elhâletü hâzihi cereyan etmekte bulunmuştur. Âyeti leyl olan Kameri ise neş'eti ûlâsından çıkarıp mahvetmiş ve ona bir neş'eti uhrâ ile zıyadan mün'âkis bir nur vermiştir. Ya'ni (.........) Şemse teallûku i'tibariyle inşa ve Kamere teallûku i'tibariyle tasyirdir. Evet, Allah odur ki, Şemsi bir zıyâ yaptı ve Kameri bir nûr (.........) ve ona - ya'ni Kamere - bir takım menziller takdir etti. - Kamer, menzilden menzile seyreder ve her birinde nuru muhtelif tahavvülât ile bir mıktarı mahsus arzeyler. Arablar menazili Kameri yirmi sekiz menzil sayarlar ki, her birinde Kamer bir gece bulunur, bir veya iki gece de gizlenir, şöyle ki, Eşşeratan, Elbütayn, Essüreyyâ, Eddeberan, Elhak'a, Elhen'a, Ezzira, Ennesre, Ettarf, Elcebhe, Ezzübre, Essarfe, El'avva, Essimâk, Elfakr, Ezzübânâ, El'iklil, Elkalb, Eşşevle, Enneâim, Elbelde, Sa'düzzabıh, Sa'dibüla', Sa'düssüud, Sa'dül'ahbiye, Elferu'ülmuahhar, erreşa ki, Huttur. Bunlar, o burclar o mevakıınnücumdur ki, cahiliyye Arabları (.........) envâi müstamtarayı bunlara nisbet ederlerdi. Hasılı Allah o zıyâ ve nurû yaptı ve o nurâ menzil menzil muhtelif miktarlar ta'yin etti ki, (.........) senelerin adedini ve hisabı bilesiniz - ya'ni o zıyâ ve nûr ıhtilâfı mekadir delâletiyle ecram ve ecsamdan, eşya ve mekândan mebde' ve meadi idrake medar olacak olan eşya ve mekândan zaman fikrine ve aded ve hisab ılmine geçip dinî dünyevî maslahatlarınız için garazı ılmî teallûk eden ve Dünyadan Âhırete doğru ömürlerinizin cereyanını gösteren senelerin adedini ve aylar, günler, geceler vesaire gibi alâkadar olmanız lâzım gelen vakıtların hisabını bilesiniz. Allah’a hisab vermek için nefsinizi ve a'malinizi muhasebe edecek hisabı belleyesiniz (.........) Allah onu başka vechile değil ancak hak hıkmet ile halketti - ya'ni o zıya ve nur ve o mekadir-ü menazil ile gördüğünüz o Şems-ü Kameri bâtıl ve abes yaratmadı. Bunlar gayrı mahlûk veya ma'dum olmamakla beraber keyfe mettefak bir tesadüf ile veya bir oyuncak gibi hıkmetsiz ve faidesiz bir surette yaradılmış da değildir. Allah bunları ancak hakk ile, nefsel'emirde sabit ve mütehakkık hikmeti baliga ile yarattı. HAK, kelimesi, masdar ve sıfat ve ism olur. Ve bu suretle mütenevvi' ma'nâlarda kullanılır. En umumî olarak ma'nâyı masdarîsi subut ve tehakkukı vücud diye ifade olunur ise de bunun esas mefhumunda bir mutabakat ma'nâsı vardır-ki, evvel emirde ezhan ile a'yanın, ta'biri diğerle enfüs ile âfakın, ılm ile ma'lûmun mutabakatını ifade eder. Ve bu haysiyyetile kâh ezhana ve kâh a'yana ıtlak edilir. Ezhanın a'yana mutabakatı haysiyyetile kullanıldığı zaman sıdk-u savab gibi akval ve efkâra ve kazaya ve ahkâma ve iradenin gayei murada mutabakatı i'tibarile adl-ü hıkmet gibi ef'ale vasfolur. A'yan tarafından mülâhaza olunduğu zaman da tahakkuk ve vuku demek olur. Frenkler evvelkine verite, ikinciye realite derler. Evvelki söjenin ikinci objenin vasfıdır. Fakat yalnız değil diğerine mutabakati haysiyyetile. İşte hak ve hakikatin hakikati bu iki vechin intıbak ve cem'iyyeti olduğundan dolayı hak ma'nen ve sureten her vechile vucud diye ta'rif edilir ki, bu da vücubi vücud demek olur. Vücubi vücub ise ya bizatihi veya ligayrihi olarak mülâhaza edilebilir. Lizatihi vücubi vücub vücudu zatının muktezası olup hiç bir vechile gayre muhtac olmıyan ve hiç bir noksanı kabul etmiyen ezelî ve ebedî bütün sıfatı kemali cami' bulunan vacib tealâya mahsustur ve (.........) ismi şerifi onun esmai husnasındandır. Hak teâlâ enfüs ve afakın ve bütün izafatın fevkında onların noktai intıbaklarına ve vücudi vücublarına hâkimdir. Ve bütün meratibi hak onundur. Ve ondan dolayı ve onun içindir. Bütün enfüs ve afakın yekdiğerine mutabakat ile hakkiyet ve tahakkuku, ya'ni masivallah kendi zatlarından dolayı kendileri için ve kendi iycabları, kendi haklar ile değil ancak Hak teâlânın icabı ile ve onun hakkı için mevcud mütehakkıktırlar. Kendi kendilerine hâlik ve bâtıl oldukları halde Allah’ın halkiyle Allah için hâktırlar. Binaenaleyh bunlar vacib ülvücud ligayrihi ya'ni hak ligayrihidirler. Hak teâlânın tahsıs ettiği eceli müsemma ve mikdarı mahsus ile nibsî bir suret ve ma'nâda hak ismini alırlar. Her birinin haddi, vechi hakkile alâkadar bir hakikati ve yekdiğerine karşı hukuku vardır. Netekim (.........) âyeti de bunu natıktır. Ve hak kelimesinin ıtlakatındaki tenevvü' hak ligayrihi ma'nâsının vücuhuna aiddir. Ve bütün maanisinde hakkın mukabili batıldır ki, mümteni', ma'dum, hâlik, hata, zulüm, abes ve boş ma'nâlarına gelir. Vacib lizatihi ma'nâsına olan (.........) isminin cem'i yoktur. Diğer ma'nâlarda hakkın cem'i makamında hakayık kullanılır. Bir de hak «vacibünleh» ya'ni bir şeyin lehine olan vacib ma'nâsına gelir ki, bu da bir ıtlakı mahsus olmakla beraber evvelki esas ma'nâya müteferri'dir. Elhak ismi şerifi bunun da mebde' ve zâmanıdır. Bu ma'nânın cem'inde hukuk denilir ki, mukabili vacibünaleyh veya sadece vacib, vecîbe ve urfümüzde vazife dahi denilir. Bütün hakk ve hukukun mercn olan Hak teâlâ vacib lizatihi olduğundan onun hukuku vardır. Ve ulûhiyyet ve rububiyyet onun hakkıdır. Fakat aleyhine vecibe ve vazife tasavvur olunamaz. (.........) ve (.........) dir. Ancak (.........) mantuklarınca kendinin kendiye icab ettiği hususat vardır. Ve ancak bu ma'nâ ile ibadın ve mahlûkatın Allah üzerinde hakkı mülâhaza olunabilir. Ve lisanı şer'ide varid olmuştur. Bu âyetteki (.........) ı yi İbn-i Cerir gibi ba'zı müfessirîn Allahü teâlânın isimlerinden olan (.........) ismi şerifiyle tefsir etmiştir ki, bu surette «bâi» sebebiye olmak zâhirdir. Ekser müfessirîn ise (.........) âyetleri delâletiyle boş, abes ve oyuncak olmamak ya'ni Hak teâlânın muradına mutabık birçok masalih ve menafi'i mühimme terettüb etmek ma'nâsına ilim ve iradeyi cami' hıkmeti baliga ile tefsir etmişlerdir ki, hak ligayrihi ma'nânasındandır ve «bâi» mülâbesedir. O halık tealâ (.........) ehli ilm olan, ilmi bulunan bir kavm için âyetlerini tafsıl eder, - ılmi olanlar ve ilim şanından bulunanlardır ki, hakkın hıkmet ve ahkâmına delâlet eden tekvinî veya tenzilî âyetlerinin tafsılâtına vakıf olur. Ve onlarla intifa' edebilir. Ve ilimlerin terakkı ve tezayüdü bu tafsıli ile alâkadar olarak namütenâhî gider. Ve anlaşılıyor ki, bu tafsıl ve terakkıde cem'ıyyet ve içtimaıyyettin de bir ehemmiyeti mahsusası vardır. Burada bilhassa ılim sıfatının zikri hak mefhumunda balâda beyan ettiğimiz mutabakat kaydine bir işaret demektir. Hakkın ılmi vardır ve hakk ile âlim alâkadar olur. O âyetler ne gibi?: |
﴾ 5 ﴿