114

Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüddür

(.........) Ve salâtı ikame et - namaz kıldır (.........) gündüzün iki tarafında ve geceden zülfelerde- ya'ni gündüzün başlıca tahavvül saatlerinin ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde.

ZÜLEF, zülfenin cem'i ve Arabîde cem'in ekalli üç olduğu için bununla ikisi gündüz tarafında, üçü de geceden olmak üzere tam beş vakıt namaz emredilmiş olduğu zahirdir. Gündüz namazlarının kıraetinde cehir mes'elesinde sabah namazı gece namazlarından ma'dud olduğuna nazaran tarafeyinnehardan murad öğle ve ikindi, zülefen minelleyl de akşam, yatsı, sabah olmak lâzım gelir ki, (.........) da böyledir. Bu suretle öğle ve ikindiye tarafeyinnehar tesmiyesinin vechi şudur: sabah gündüzün kökü, Güneşin tulûundan zevaline kadar da gövdesi zevalden sonra öğle ve ikindi de grubuna kadar tahavvülâtının bariz hadleri olan taraflardır.

Şer'an da gündüzün sabah, öğle, ikindi olmak üzere başlıca üç tarafı vardır. Netekim diğer bir âyette (.........) buyurulmuştur. Sabah namazı Güneş doğmadan evvel olduğu cihetle sabah ve akşam «zülefen minelleyl» de dahil olunca gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Maamafih alel'ıtlak tarafeyinnehar ta'biri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı ma'nâsında zahir ve neharı şer'î, Fecirden mu'teber olduğu için ekser ulema, bunun (.........) ma'nâsında olarak sabah ve ikindi olması lâzım geleceğine kail olmuşlardır. Lâkin bu surette başka âyetlerde musarrah olun öğleyin bu âyette zikredilmemiş olur. Sabih keşşaf gibi bir çokları da bir tarafı zevalden evveli, bir tarafı da zevalden sonrası ya'ni gudüv ve aşiy ma'nâsına hamletmişlerdir ki, tarafı evvelinde sabah namazı tarafı sanisinde öğle ve ikindi namazları olmak üzere tarafeyi neharda üç namaz bulunmuş olur. Bu suretle «tarafeyinnehar» diğer bir âyetteki (.........) ı tazammum eder. Ve sabah namazı onun biri olur. Ve Binaenaleyh gündüzün iki tarafında üç namaz bulunursa «zülefen minelleyl» cem'i dahi lâekal üç namazın farziyyetini iycab ettiğinden farz namazların beş değil altı olması ıktıza eder ki, bunun biri Peygamber hakkında (.........) mucebince fazla olarak farz olan teheccüd, ümmet hakkında da vitir namazı olmuş olur. Netekim (.........) cemi'leri de lâekal altıyı tazammun eder. Şukadar ki, beş, vücuh ile kat'î, altıncısı muhtemil bulunduğu cihetle vitir, farzı i'tikadî değil farzı amelî, ta'biri âharle vacib olmuştur. Filvaki' mutlak surette gündüzün iki tarafı denildiği zaman sabah ve ikindi, hattâ sabah ve akşam tebadür ederse de burada bu iki tarafın mukabili olan zülefen minelleyl» den olmadığı da zahir bulunmak karinesiyle «tarafeyinnehar» gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı demek olmayıb urfe başlıca üç sayılan etrafı nehardan ikisi demek olması bilvücuh şayanı tercihtir. Gündüzün taraflarından iki taraf öğle, ikindi ve geceden üç zülfe: akşam, yatsı, sabah, tam beş vakıt namazdır ki, ikamet ve cemaatle kılınır, ikamet, sünnet, cemaat vacibdir. Hasılı bu beş vakıt namazı ikame et (.........) zira bu bir hakikat ki, hasenat, seyyiatı giderir. -

Ya'ni her namaz bir hasenedir, hasenate devam edildikçe seyyiatı sabıka silinir silinir gider, bu muhakkaktır. Binaenaleyh namaza devam edildikçe arada hasbelbeşeriyye insanların alel'ekser halî kalamıyacakları ba'zı seyyiat yapılmış ise onlar silinir silinir gider, beş vakıt namaz, arada vaki' olan küçük günahlara keffaret olur. Netekim bir Hadîs-i şerifte de varid olmuştur ki, (.......) = namaz, namaza kadar aralarındakine keffarettir, kebairden ictinab ettikçe » . Bundan başka (.........) olduğundan namaza devam edildikçe alel'umum seyyiate karşı hissi nefret uyanır. Bu suretle namaz, kebairden ictinaba ve şayed sebk etmiş kebîre varsa onda nedamet ve tevbeye de saik olur.

(.........) - namaz yahud (.........) emrinden buraya kadar olan hitabe (.........) ehli zikre bir tezkirdir. -

Ya'ni aklı başında olanlara bir muhtıra ve bir va'zdır. Bu âyetlerde emirler, nehiler bakınız ne kadar şayanı dikkattir : emirler (.........) diye zahiren müfred olarak Resulallaha hitab edilmiş, halbuki ma'nâ i'tibariyle emir, umuma yapılmıştir. Nehilerde hıtab ise (.........) diye ümmete tevcih edilmiştir. Ne dakık ve lâtıftir ki, hayr olan fi'illerde Peygamber, muhatab tutulmuş da ümmete ondan sirayet ettirilmiştir. Mahzur olan fi'illerden nehye gelince de Peygambere hıtabdan udul olunub ümmete geçilmiş ve bunun Peygambere ancak ümmeti dolayısiyle zımnî bir taallûku olduğu anlatılmıştır. Çünkü Ilmi usulde beyan olunduğu üzere bir fiilden nehiy, o fi'lin muhatabdan vukuu melhuz ve mütesavver olmasına mütevakkıftır. Vukuu muhtemil olmıyan fi'il, nehy edilmez. Bunun için (.........) nehiyyelerinin Peygambere tevcih edilmeyip de ümmete hıtab edilmesinde bunların Peygamber hakkında asla melzuh ve muhtemil olmadığını ve binaenaleyh ona istikamet emrinin istikamette devam ve sebatını te'min demek olduğunu ve fakat ümmette istikametsizliğin ve zalemeye meylin imkân-û ihtimali bulunduğunu bir ıhtar vardır. Ve işte Peygambere (.........) dedirten de âyetin bu dakık balâgatile ümmetin istikametinde öyle bir tehlükenin melhuz olmasıdır. (.........) O halde bunlara iyi dikkat et

114 ﴿