3Hem o, odur ki, Arza bir imtidad verdi ve onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaptı ve meyvelerin hepsinden onda iki çift yarattı, geceyi gündüze bürüyüp duruyor, her halde bunda tefekkür edecek bir kavm için âyetler var (.........) ve o: ya'ni Allah (.........) odur ki, (.........) Arzı meddeti -kudretile çekti, ona mahsus bir imtidad verdi. (.........) mantukunca Semâvattan Arzı ayırd edip bilhassa bir hacim ve sath ile enine boyuna uzattı sündürdü, bir ucundan bir ucu görünmiyecek kadar yaydı, döşedi. Meddi Arz mefhumu maddei Arzın alâstikiyyeti, hacim ve binaenaleyh bir tahriki mahsusa ve sathının ibtidai halde düzgünlüğü ile tûlen ve arzan imtidadı gibi ma'nâları tazammun eder. Ve bir sathın basît ve memdud, ya'ni yumurta gibi girintisiz çıkıntısız olması kürevî olmasına mani' olmıyacağı cihetle bundan sathı Arzın müstevî olduğu ma'nâsı anlaşılmıyacağı da unutulmamalıdır. Her madde değilse bile her cisim bir imtidadı mahsusu haizdir ki, cismiyyeti onunladır. Netekim ta'limî cisim namı verilen Hendese cismi mücerred eb'adı selâse ile tasavvur olunur. Cismi tabiî dahi denilen maddî cisim de maddenin bir imtidadı mahsusu ile mevcud olabilir ve maddeye o imtidadı veren kim ise o cismi yapan odur. Arz da insanların ilk madde hissini edindikleri büyük bir cismi maddîdir ki, kendine mahsus bir mıkdari imtidad ile mütemayizdir. İşte Arz maddesine bu mıkdarı imtidadı tahsıs edip de onu ecramı Semaviyyeden temayüz ettiren Allahdır. Zira aklen ve bittecribe ma'lûm ki, Arz maddesi muhtelif eşkâl ve imtidadı kabil olduğundan bulunduğu imtidadı mahsusu alması her halde bir muhassısa muhtactır. Ve alel'ıtlak madde mutlak bir imtidaddan hâlî olmasa bile her hangi bir imtidadı mahsus ile tahassus ve temayüz etmesine madde tabiati kâfi gelmez. Yok kendini var edemiyeceği için Arzın kendi kendine bilâ sebeb teşekkül etmesine imkân olmadığı gibi ecramı Semaviyyenin tabiati de kendilerinden bir madde ifraziyle ona böyle bir şekli mahsus vermeğe kifayet etmez. Çünkü her hangi bir tabiatin kendini nakzetmesi tenakuz olur. Ve onun içindir ki, (.........) bâtıldır. Sema muvazenei umumiyyede kendisine merbut olan Arzı tabiatiyle kendisinden ayırıp fırlatamaz. Arzın teşekkülü için ne kadar esbabı tabiiyye mülâhaza edilirse edilsin Arz maddesinin bir mıkdarı mahsus ile diğerlerinden ayırılıp gördüğümüz vechile meddolunması ilk evvel tabiatin kanunu olan ıttırad ve istıshabı tagyir ve tebdil eden bir faıli muhtarın ılm-ü iradesile kudreti fâtıresine mütevakkıftır. Bir de âyetin siyakına nazaran ahvalı Arz makamı tafsılde zikr olunmuştur. Demek ki, Arzın hılkati sureti tafsılde vakı' olmuştur. Ya'ni Arzın maddesi bed'i halkte sureti icmâlde yaradılmış olan maddei ulâdan veya ecsamı ibtidaiyyeden veya ecramı Semaviyyeden fasl-ü fetkolunarak meddedilmiştir. Binaenaleyh Âleme yeni bir cirm ilâve etmiş olan meddi Arz mahlûkatı Arzıyyeye nazaran bir mebde' olmakla beraber kendisinden mukaddem olan mahlûkata nazaran bir tâlîdir. Fakat iş yalnız tabiate kalmış olsa idi bu tâlî o mukaddemlerden infisal edip de yeni bir tabiat olarak teşekkül edemezdi. Meselâ Laplas nazariyyesinde söylenildiği gibi Arzın Şemisten koptuğunu farzedelim. Gerek maddei ulâya verilen indifa' ve inbisat kuvveti düşünülsün. Gerek Şemsin anilmerkez kuvveti hisaba alınsın ve gerekse bütün ecramı Semaviyyenin tazyıkı tasavvur olunsun zeman ve mekânda bir mıkdarı mahsus ile Arzın teşekkülünü ta'yin ve iycab « determine» etmek için bunların o an için faaliyyetlerini ıktiza eden fevkattabia bir emri mahsus bulunmak her halde zarurîdir. Yoksa şeriatı sabıkanın değişmemesi lâzım gelirdi. Buna tekâmül veya tahavvül namı vermekle mes'ele halledilmiş olmaz. Zira tahavvül veya tekâmül dahi ıllete muhtac bir hâdise olmaktan ileri geçemezler. Her hangi bir şey'in gerek lâhzadan lâhzaya ve gerekse milyarlarca seneden sonra uğradığı tahavvül veya tekâmülü tabiate isnad etmek tabiat kendini değiştirdi demektir. Bu ise tabiat farzedilenin tabiat olmadığını ı'tiraftır. Zira tabiat tabiat olmak haysiyyetile ancak lâ yetegayyer olmak üzere tasavvur edilebilir. Ve onun içindir ki, tabiat kanunları «lâ yetegayyer» dir denilir. Halbuki tabiatte tahavvül ve tekâmül, tekessür ve tenevvü' emri vaki' dir. O halde bed'i halk gibi tabiatin bütün tahavvül noktalarında da ılleti mucibe, tabiat değil, tabiat üzerinden müessir olan rabbanî bir emr-ü iradedir ki, tabiatleri hem iycad hem tafsıl ediyor, ediyor da ortada yok olan tabiatler var oluyor ve kendine kalsa ataletten çıkamıyacak, değişemiyecek olan o tabiatler, tahavvül kanununa tabi' olarak değişiyor ve tekâmül ederek başka bir tabiat da oluyor. Semavâtta lâyuadd hususiyyetlere ayrılan ve direksiz cereyan eden o ecram mukabilinde bir kısım madde de bir meddi mahsus ile çekilmiş Arz olarak başka bir cereyan almış bulunuyor. Hak taalânın emr-ü faslı olmasa, iradei rabbaniyyesi taallûk etmemiş bulunsa idi maddei Arzın tabiati ataletten nasıl çıkabilirdi. Şemsin anilmerkez kuvveti mukabili olan ilelmerkez kuvvetine kendi tabiatile nasıl galebe edebilirdi ? Veya muhitın hangi tabiati sabık muvazeneyi bozar, maddei Arzı koparıp fırlatır da yeni bir muvazene vaz'edebilirdi veya ılm-ü iradesi yok hangi kimyager o kaynar Güneş potasından bir madde alır, diğer bir kalıba döker, soğutur da mehbi beşer olan kışrı Arzı i'mal edebilirdi? Şemside veya diğer ecramda Arzın maddei ibtidaiyyesi bu kadardan mı ıbaret idi? Daha fazla veya daha eksik olmayıp da şimdiki mıkdarı mahsusa intihab ve ıstıfa eden muhassıs ne idi? Sonra çeken veya iten kuvvete nazaran Arzın Şarka doğru yuvarlanmasıyle Garba doğru yuvarlanması beyninde fark olmamak lâzım gelirken onu Şarka doğru döndüren müreccih, ne idi? (.........) Yeni tabiatler vaz'eden ve onlara başka başka cereyanlar veren bütün bu tahvilât-ü tahsısat ve hattâ bütün hâdisat hep Allah teâlanın ılm-ü iradesile kudreti baligasını gösteren âyâtı tafsıliyyedirler. Ki, kâfirler bunların üzerine uğrarlar da yüz çevirir geçerler. Tabiatın her tahavvülü muhavvile mütevakkıf olduğu için her hâdise vücudi barîye bir delil teşkil ederse de iradei ilâhiyyenin istivası takdirinde, ya'ni bir ıttırad ile taallûk ettiği muttarıd ve müteşabih hâdiselerde muahhar, mukaddemin tabiatine nisbet olunabilmek ihtimaline mebni bu delâlet oldukça bir silsile tasavvuruna muhtac olacak kadar hafî görünür. Fakat muttarıd ve müteşabih olmıyan hılâfı ade ve münferid hâdiselerin tabiate isnad olunamıyacağı aşikâr bulunduğundan harikul'ade veya ender olan vukuatın doğrudan doğru bir âyeti ilâhiyye olduğu zâhir olur. Onun içindir ki, ekser nâs, Allah teâlayı ancak fevkal'ade hâdisat karşısında hatırlar. Bu hikmet dolayısile burada da avmm-ü havas herkesin ıttıradı tabiat kanununa muhalif olduğundan açıktan açığa görüp anlıyabileceği münferid ibdaât, ıhtar olunmuştur ki, birisi meddi Arzdır. Zira Arzı yayan san'at başlı başına bir bediadir. Ve işte Allah, bunu yapandır. O, Arzı meddetti, bundan başka: (.........) Ve onda rasiyeler - ya'ni sâbit ve ağır dağlar (.........) ve ırmaklar da yaptı - ya'ni tabiati Arzı da tafsıl etti. Dağlar, nehirler yekdigerine zıdd iki tabiattirler. Bu suretle sathı arz denizlerde olduğu gibi ilk tabiati olan sadeliğile kalmayıp dağlar ve derelerle girintili çıkıntılı, sulb ve mayi', sâbit ve câri muhtelif tabiatlere ayrıldı. Halbuki tabiatte bırakılsa idi Arz, ilk meddindeki gibi yeknesak kalmak ıktıza ederdi. İki zıdd tabiat bir tabiatten nasıl doğabilirdi? Allah, bunları ayırdı (.........) meyvelerin hepsinden onda (O Arzda) iki, çift eş de yaptı - zevceyn; ya'ni zevc, erkek ve dişi gibi zevc ve zevceden mürekkeb bir çift eş demektir. Bunun bir de «isneyn» diye iki ile tevsif olunması, te'kid veya ikişer manasına tevzi' için olduğu söyleniyorsa da bunun bir taksim olması daha zâhirdir. Şöyle ki, her meyvenin çiçeğinde hayvanatın erkek ve dişisi mesabesinde bir çift eş vardır ki, o meyve bunların izdivac ve telkıhinden hasıl olur. Netekim (.........) buyurulmuştur. Sonra bu zevceyn de iki kısımdır. Bir kısmı ayrı ayrı menşe'lerde meselâ incirin erkeği başka ağaçta, dişisi başka ağaçta çıkar. Bir kısmı da hem uzvi tezkir hem de uzvi te'nisi haiz olan hunsâ halinde ayni menşe'de çıkar ki, ekser çiçekler böyledir. İşte zevceyn ta'birile her meyvede çiftleşen alel'ıtlak erkek ile dişi, isneyn, tavsıfile de bunların hunsası ve gayri hunsası anlatılmıştır. Hurma ve incir gibi ba'zı meyvelerin erkeği dişisi bulunduğu ve meyve hasıl olmak için bunların telkıhi lâzım geldiği eskiden beri ma'lûm idise de her meyvenin, her çiçeğin de zevceyni olduğu yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Bu ahîren hurdebînlerin ı'mali ile nebatatın vezâifül'a'zâsı «fiziyoloji» ılminde hasıl olan terakkıden sonra anlaşıldı. Onun için müfessirînin bu âyetteki «zevceyn isneyn» e dâir olan izahları ibhamdan hâlî değildir. Bunu iki sınıf veya iki zıdd mefhumuna irca' ederek hassı âmm ile tefsir edercesine izaha çalışmişlar, hurma ve incir gibi bütün meyvelerde de baba ve ana mesabesinde bir zevc ve zevce izdivacı bulunduğuna umumiyyetle hukmedememişlerdir. Maamafih Keşşaf ve Fahruddini razînin ifadelirinde buna bir takarrüb vardır. Bâhusus Râzî bunu insanın mebdeindeki Âdem ve Havvâ ile tanzır ederek cemi'i eşcar ve zürua ta'mim eylemiştir ki, mahzâ mazmunı âyetin sevkıle bir beyandır. Binaenaleyh biz bu günkü nebatat ılminin şehadetile anlıyoruz ki, bu âyetin bu cümlesinde başlı başına bir mu'cizei ılmiyye vardır. Bu hakıkatin bin bu kadar sene evvel Kur’ân’da haber verilmiş olması Kur’ân’ın kitabullah ve bunu getirenin hak Peygamber olduğuna re'sen bir delili bâhir teşkil eder. Sûrenin başında geçtiği üzere hakıkaten (.........) dır. Şimdi düşünmeli ki, Arzda ne kadar muhtelif ve mütenevvi' meyveler var. Hepsi ayni Semâ altında ve ayni Arzda oldukları halde her nev'ı başka bir tabiatte bulunan ve yekdiğerine zıdd bir takım hassaları haiz olan bu meyvelerin hey'eti mecmuasındaki bu ıhtilâf ve tenevvü', elbette Arzın tabiatine de isnad olunamaz. Bununla beraber bu meyvelerden her biri kendi nev'ıne ve kendi tohumunun tabiatine de isnad olunamıyacaktır. Zira her meyve evvel emirde muhtelif tabiatte bulunan iki zevc ile mesbuktur. Bu bir çift eş husule geldikten ve telkıh olunduktan sonra ıttırad bir tabiat gibi mülâhaza olunsa bile her meyvenin ilk iki eşi tabiati Arz arasında münasebet bile yoktur. Arzın ilk meddolunduğu zamanki hali şöyle dursun cibal ve enharın bile câmid tabiatleri bu muhtelif çiftlerin hayatı hususiyyelerinden ne kadar uzaktır. Maddei Arz ilk aldığı tabiatinden kendi kendine veya her hangi bir tabiatin icabı olarak bu varyeteleri, bu muhtelif tahvvülâtı bulacak, bu semereleri verecek derecede tafsıl olunabilir mi? Böyle bir tasavvur, tenakuz olmaz mı? Doğrusu tabiî noktai nazardan düşünüldüğü zaman Pastörün dediği gibi her zîhayet tohum ile mesbuk olmak lâzım gelir. Arzda ilk erkek dişi huceyrelerinin tekevvünü ve tabiatlerin ıhtilâf ve tenevvüü mes'elesi ise fevkattabîa bir harikai san'attir. Tabiatin ıstıfa ve tekâmülü bir vakıa ise de bu bir tabiat eseri değil, ancak faıli muhtar bir rabbı müdebbirin esari san'at ve iradesi olabilir. Her hangi bir şeyde tabiî ya'ni kendi kendine bir ıstıfa veya tekâmül farzetmek yoğun varlığa ıllet olabileceğini farzetmektir ki, sırf tenakuzdur. İşte Allah, o sani'ı hakîmdir ki, Arzı meddetmiş ve onda cibal-ü enharı ve bütün meyvelerin mebdei olan çiftlerini de ilk evvel fevkattabîa olarak ikişer ikişer yapmış ve böyle kudret-ü iradesine delâlet eden âyetlerini tafsıl eylemiş ve eylemektedir. Öyle ki, elhalete hâzihi hiç birini tabiatinde bırakmıyor (.........) geceyi gündüze bürüyüp duruyor. - (Sûre-i «A'raf» a bak) (.........) hiç şüphe yok ki, tefekkür edecek bir kavm için bunda, bu medd ve ca'l-ü gasiyden her birinde bir çok âyetler vardır. - Düşünen ferd veya cem'iyyetler bunlarda Allahü teâlânın kudreti bâligasına ve tabiat üzerindeki tasarrufatına ve binaenaleyh mebde'-ü meade dâir çok ve pek çok deliller bulurlar. Lâkin ekser nâs düşünmezler. Maamafih o kadar uzağa gitmeğe ve ince düşünmeğe de lüzum yoktur. |
﴾ 3 ﴿