5

İmdi birincisinin va'desi geldiği vakıt üzerinize milkiniz, şiddetli harb ehli bir takım kullar göndereceğiz de onlar tâ evlerin arabalarına girib araştıracaklar, ve bu fı'le çıkarılmış bir va'd oldu

(.......) imdi birincisinin mîadı geldiği vakıt - birinci fesad devrenizin va'desi yetip ceza sırası geldiği zaman ki, İbn-i İshakın rivayetine göre Şa'ya aleyhisselâmı katlettikleri zamandır. İbn-i Cerir tefsirinde tafsıl olunmuş olan bu kıssa, ıbret alınacak mevaızı muhtevî olduğundan burada nakli faideli olacaktır. Şöyle ki,

Benî İsraîlde bir çok hâdiseler vuku' bulmuş, günahlar işlenmişti. Cenâb-ı Allah, bunlarla muahaze etmemiş, kendilerine lûtf-ü ihsan ile muamele etmişti. Nihayet mülûki Benî İsrailden Sıdıka namındaki melikleri zamanında vukuatları büyümüştü o zaman Şa'ya aleyhisselâm ba's buyurulmuş ve Babil hukûmdarı Sencaribin hücum ve istîlâsı defnedilmişti. Şa'ya İbn-i Emsıya aleyhisselâm Isâ ve Muhammed aleyhimesselâmı tebşir eden bir Peygamber idi. Sıdıka onun vahiy ve nesayihi ile amel etmiş ve muvaffak olmuştu, vefat edince Benî İsraîlin umuru karışmış, hukûmette münafeseye düşmüşler, birbirlerini öldürmeğe başlamışlardı. Şa'yâ aleyhisselâmı dinlemiyorlar, nasihatlarını kabul etmiyorlardı. O vakıt Cenâb-ı Allah Şa'ya aleyhisselâma buyurmuş ki, kalk kavmin içinde senin lisanın üzere vahyedeceğim; müşarün'ileyh kıyam etmiş Allahü teâlâ da onun lisanını vahy ile intak edip buyurmuş ki, ey Semâ dinle, ey Arz sus! Zira Allahü teâlâ Beni İsraîlin halini anlatacak, o Beni İsraîl ki, ni'metiyle büyütmüş, kendisi için ıstıfa etmiş, kerametile mümtaz kılmış, ıbadına tafdıl eylemiş, kerametile mufaddal kılmıştı.

Halbuki onlar zayi' olmuş çobanı yok davar gibi idiler. Öyle iken ürkenlerini yatıştırdı, yitenlerini topladı, kırıklarını sardı, hastalarını tedavi etti, zayıflarını semizlendirdi, semizlerini hıfzetti. Vaktâ ki, bunu yaptı azdılar, koçları tosuşmağa başladı, birbirlerini öldürüyorlar, hattâ kırığı kendine sarılacak sağlam bir kemik kalmadı, vay bu hatakâr ümmete! Vay şu hatakâr kavme ki, ölümün kendilerine nereden geldiğini idrâk etmiyorlar. Deve bile vatanını hatırlar da ona döner gelir. Eşek bile üzerinde doyduğu bağı hatırlar da ona müraceat eder. Öküz bile semizlendiği şenliği hatırlar da ona döner gelir. Bu kavm ise öküz değil, eşek değil, zevil'ukul, oldukları halde ölümün kendilerine nereden geldiğini farketmiyorlar. Ben onlara bir temsil yapacağım dinlesinler, söyle onlara:

Bir zaman boş, harab, umrandan halî ölü bir arazî vardı ve bunun kuvvetli ve bilgili bir de sahibi vardı onu ı'mara başladı, kendi kuvvetli iken arazısinin harab olmasını veya âlim iken tazyı' etti denilmesini istemedi, etrafını duvarla çevirdi içinde müşeyyed köşk yaptı, ortasından ırmak geçirdi, zeytinden, rummandan, hurmadan, üzümden ve türlü türlü meyvelerin hepsinden sınıf sınıf ağaçlar dikti ve onu kavi, emin, re'y-ü himmet sahibi bir muhafızın hıfzına da tevdi' eyledi, nemâsına muntazır oldu. Vaktâ ki, tomurcuklandı, meyveleri keçi boynuzu çıktı, ay bu ne fena Arz! Bunun duvarını, kasrını yıkalım, ırmağını kapıyalım, bekçisini yakalıyalım, ağaçlarını yakalım, kemakân harab olsun, umrandan eser kalmasın dediler. Nasıl, ne dersiniz buna? Allah buyurdu ki, : o duvar, benim zimmetim, kasır şeriatım, nehir kitabım, muhafız Peygamberim, dikilen ağaçlar da onlar, o ağaçların çıkardığı keçi boynuzu da onların habîs amelleri. Ben de onlara kendilerinin aleyhlerine verdikleri hukmü hukm ettim. O, onlara Allah’ın darbettiği bir meseldir. Bana sığır, koyun kesmekle tekarrub etmek istiyorlar. Halbuki et, bana irmez ve ben, onu yemem. Bana takva ile ve tahrim ettiğim nüfusu boğazlamaktan sakınmakla tekarrübü bırakıyorlar. Kanlarla elleri boyanmış, elbiseleri bulaşmış benim için evler ve ma'bedler teşyid ediyorlar ve onların içlerini temizliyorlar da kendi kalblerini ve cisimlerini pisliyorlar ve kirletiyorlar. Benim için evleri ve ma'bedleri yaldızlı nakışlarla tezyin ediyorlar da akıllarını, fikirlerini tahrib ve ifsad ediyorlar. Benim teşyidi büyûte ne ihtiyacım var? Ben onlara sakin olmam, benim nakışlı ma'bedlere ihtiyacım mı var? Ben onlara girmem, ben onların yükseldilmesini ancak içlerinde zikr-ü tesbih olunmaklığım için ve namaz kılmak istiyenlere bir ma'lem olsun için emr ettim.

Diyorlar ki, Eğer Allah, bizim ülfetimizi toplamağa kadir olsa idi elbette toplardı, ve eğer Allah bizim kalblerimize anlatmağa kadir olsa idi her halde anlatırdı. İki kuru ağaç al, en çok tecemmü' ettikleri bir sırada mecma'larına var. O iki ağaca hıtaben Allah de size ikinizin bir ağaç olmanızı emrediyor. Bunu söyleyince iki ağaç birbirine karışıp birleşiverdi. Binaenaleyh Allah, buyurdu ki, söyle onlara gördünüzya ben iki ağacı te'lif etmeğe kadirim. Eğer dilese idim sizin ülfetinizi cemi' etmez mi idim? Veya kalblerinize söz geçiremez miydim? Halbuki ona ben suret verdim.

Diyorlar ki, oruç tutmak sıyamımız refi' olunmadı, namaz kıldık namazımız nurlanmadı, tesadduk ettik sadekalarımız nemalanmadı, güvercin gibi inliyerek dualar ettik, kurtlar gibi uluyarak ağladık hiç biri işidilmedi, müstecab olmuyoruz.

Allah buyurdu ki, sor olanlara benim icabetime mani' olan ne? Ben sâmi'lerin esmei, nâzırların ebsarı, mücîblerin akrebi, râhimînin erhamı değilmiyim? Elimde kimi az? Nasıl olur ki, benim ellerim hayre açık, dilediğim gibi sarfederim ve bütün hazînelerin anahtarları benim ındimde, onları benden başkası ne açar ne kapatır. Filhakika benim rahmetim her şeye vasi'dir. Yekdiğerini merhamet edenler ancak o sayede ederler. Yoksa bana budulmü arız oldu? Ben ekremînin ekremi, bütün hayırların fettahı, verenlerin en cevadı, kendisinden dilek istenenlerin en keremlisi değilmiyim? Eğer şu kavim benim kalblerinde parlattığım badehu kendilerinin onu atıp da Dünyayı iştira ettikleri hikmet ile nefislerine bir atfı nazar etselerdi, nereden, vurulduklarını görürler ve en büyük düşmanları kendi nefisleri olduğunu teyakkun ederlerdi.

Ben onların yalan sözle telbis ettikleri, haram yemekle kuvvet almak istedikleri oruçlarını nasıl kabul ederim? Onların kalbleri benimle harbetmeğe, yarışmağa kalkışan, meharimimi hetkedenlere ısga edip dururken namazlarını nasıl nurlandırırım? Veya sadekaları benim ındimde nasıl zekâtını bulur ki, başkalarının mallarını tesadduk ediyorlar. Ben onlarla ancak gasbedilmiş olan sahiblerini me'cur kılarım. Hem dualarına nasıl icabet ederim ki, o ancak dillerile bir söz, fiıl ise ondan çok uzak. Ben ancak vâziı leyyini müstecab kılarım, ancak müstaz'afı miskînin sözünü dinlerim ve miskînlerin rızası benim rızamın alâmetindendir. Fukaraya merhamet, zua'fayı takrib, mazluma insaf, mağsube yardım, gaibe adalet dullara ve yetîme ve miskîne ve her hak sahibine hakkını eda etselerâ. Bana beşerle konuşmak yaraşsa idi onlarla konuşurdum.

Ve o vakıt gözlerinin nûru, kulaklarının sem'i, kalblerinin ma'kulü olurdum, ve o vakıt bellerini doğrultur, ellerinin ve ayaklarının kuvveti olurdum ve o vakıt bellerini doğrultur, ellerinin ve ayaklarının kuvveti olurdum ve o vakıt dillerini ve akıllarını tesbit ederdim. Sen benim risaletlerimi tebliğ ederek kelâmımı işittikleri zaman: bunlar uydurma lâflar, mütevaris lakırdılar, sahirlerin ve kâhinlerin te'lifâtından bir te'lif diyorlar. Ve kendileri de böyle bir söz söylemek isteseler yapabilirler ve Şeytanların onlara yapacağı vahy ile gaybe muttali' olabilirler diye zu'mediyorlar. Ve hepsi bu söylediklerini gizliyor, sir tutuyor. Halbu ise bilirler ki, ben Semavât ve Arzın gaybını bilirim ve onların açıkladıkları ve ketmettikleri şeyleri de bilirim. Ben Semavât ve Arzı halkettiğim gün kendime isbat eylediğim bir huküm hukmettim ve ona önünde müeccel bir ecel ta'yin eyledim ki, lâüdd o, vaki' olacaktır.

Eğer onlar ılmi gayıbdan intihallerinde sadık iseler haydı sana haber versinler ben o hukmü ne vakıt tenfiz edeceğim, o hangi zamanda olacak?. Eğer onlar dilediklerini yapmağa kadir iseler benim onu icra edeceğim kudret gibi bir kudret ızhar etsinler. Ben onu müşriklerin istememesine rağmen her dinin üstüne çıkaracağım. Eğer onlar dileklerini söylemeğe kadir iseler o hukmün emrini tebdir edeceğim, hikmetin mislini te'lif etsinler. Zira ben Semavât ve Arzı yarattığım gün hukümettim ki, nübüvveti ecîrler içinde kılayım, mülkü çobanlara, ızzi zelillere, kuvveti zaıyflara, gınayı fukaraya, serveti ekıllâya, şehirleri kırlara, kal'aları çöllere, beredayı enginlere, ılmi cahillere, hukmü ümmîlere tahvil edeyim.

İmdi sor onlara bu ne zaman? Ve bunun başına geçecek kim? Kimin elile ben bu sünneti açacağım? Bu işin a'van ve ensârı kimler? Biliyorlarsa söylesinler, ben bunun için bir nebiyyi ümmî ba's edeceğim. Sert değil, kaba değil, sokaklarda bağırmaz, fuhş ile tezeyyün etmez, edebe mugayir söz söylemez, ben ona her güzellik için istikamet vereceğim, her hulkı kerîmi bahşedeceğim, sekineti libası, birri şıarı, tekvayı zamiri, hikmeti ma'kulü, sıdk-u vefayı tabiati, afv-ü ma'rufu hulku, adl-ü ma'rufu siyreti, hakkı şeriati, hüdayı imamı, islâmı milleti, ahmedi ismi kılacağım. Dalâletten sonra onunla hidayet edeceğim. Cehaletten sonra onunla ta'lim edeceğim, düşgünlükten sonra onunla yükselteceğim, tanınmazken onunla şan vereceğim azlıktan sonra onunla çoğaltacağım, darlıktan sonra onunla zenginleştireceğim, tefrikadan sonra onunla toplıyacağım, muhtelif kalbleri, dağınık arzuları, müteferrık ümmetleri onunla te'lif edeceğim. Ümmetini insanlar için çıkarılmış hayrı ümmet yapacağım.

Beni tevhid için bana îman ve ıhlâs ile ma'rufu emir, münkeri nehyedecekler, kıyamen, kuuden, rukûan, sucûden bana namaz kılacaklar, benim yolumda saffen ve zahfen mukatele edecekler, benim rıdvanıma irmek için mallarından, diyarlarından çıkacaklar, ben onlara mescidlerinde, meclislerinde, yattıkları, gezdikleri yerlerde tekbir, tevhid, tesbih, hamd, midhat, tahmid ilham edeceğim, sokak başlarında tekbir, tehlil, takdis edecekler, bellerine esvab bağlıyacaklar, kurbanları kanları, kitabları sineleri, gece ruhban, gündüz arslan. O benim bir fazlım ki, dilediğime veririm ve ben çok büyük fadıl sahibiyim. Şe'ya aleyhisselâm sözünü bitirince öldürmek için üzerine saldırmışlar, o da kaçıp ağaca gizlenmiş, eteğinin dışarda olan ucunu görmüşler, destereyı dayayıp ağaç ile beraber biçmişler Allahü teâlâ da Buhtu nassari teslît edip belâlarını vermişti. Netekim buyuruluyor ki,

(.......) Şiddetli harb ve savlet sahibi müstenker kullarımızdan üzerinize saldık - burada izafetle ma'rife olarak (.......) buyurulmayıp nekire olarak (.......) buyurulması bunların, Allah’a izafetle yad olunacak makbul ma'rifet-ü ıbadet kulları olmadığına işarettir.

Ya'ni bu tenkirde (.......) ta'rifi gibi izafeti mahsusa ile bir teşrif ma'nâsı değil, şiddetli bir tehvil ve tedhiş ma'nâsı vardır. Fil'vaki' Allahü teâlâ rabbül'âlemin olduğu için haddi zatında mü'min de kâfir de onun kuludur ve düşünmeli ki, mü'min iken azan bir kavme kâfir bir kavmin taslitı ne korkunç şeydir. Salih ellerle ıslâh kabul etmiyen akvamı bekliyen akıbet de budur. Ba'zı müfessirîn bu vak'anın Câlût vak'ası olduğunu söylemişlerse de ekseriyyet «Buhtu nassar» vak'ası demişlerdir. Maamafih asıl haizi ehemmiyyet olan cihet, vak'anın zaman ve eşhası değil, mahiyyeti mahsusasile hıkmetidir. Kur’ân’da da ancak bu nokta anlatılmıştır. Onun için en doğrusu eşhas ve ezmanın ta'yinile uğraşmıyarak vak'ayı beyanı vechile cezr-ü hıkmetiyle mülâhaza etmektir.

Azameti ilâhiyye onlara o korkunç kulları saldırdı (.......) de evlerin aralarını yokladılar - ya'ni öyle istilâ ettiler, öyle katli amm yaptılar ki, umumî mahallerden maada evlerin aralarını taharri edip öldürecek Beni İsraîl aradılar (.......) ve bu, fi'ile çıkarılmış bir va'd oldu - ya'ni birinci fesad devresinde mev'ud olan humk-ü kaza bu suretle fiile çıkarıldı, tamam oldu. (Sûre-i «Bakare» de (.......) âyetine bak).

5 ﴿