11Haberiniz olsun ki, ifk ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır (.......) Şunlar ki, ıfk ile geldiler-IFK, asl-ü esasından çevirilmiş, hakıkati tahrif edilmiş söz, ya'ni yalan, iftira, bühtan demektir. BÜHTAN da ansızın atılıp insanı mebhut eden iftira demektir. Umumiyyetle tefsir ve hadîs kitablarında rivayet olunduğu üzere bu âyetlerin sebeb-i nüzulü şöyledir : Hazret-i Aişe radıyallahü anha dedi ki,, Resulullaha sallallahü aleyhi vesellem, bir sefer irade buyurduğu vakıt kadınları arasında kur'a çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Beni mustalık gazasından evvel yaptığı gazada da aramızda kur'a çekti, benim ismim çıktı, binaenaleyh Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hıcab âyetinin nüzulünden sonra idi, onun için bir hevdece -mahmile -konuldum, avdette Resulullah Menineye yaklaşınca bir menzilde konakladı sonra da rehil, nida ettirdi rehil nida ettikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugâhı geçtim, def'i hacet ettim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne bakayım Zafâr boncuklarından bir dizim vardı kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu. Benim yol nakliyyatımı yapmakta olan takım, varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler, çünkü hafif idim, henüz küçük yaşlı bir taze idim, beni hevdecde sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Avdet ettiğim vakıt o mekânda kimseyi bulamadım, binaenaleyh belki aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safyan İbnilmuattal ordunun arkasına kalır, nasın emtiasını araştırır, bir şey kalmış ise zayi' olmamak için diğer konak mahalline götürürdü, beni görünce tanımış (.......) demesiyle uyandım, hemen ferâcemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik inmişler, bağrışıyorlardı, indikleri zaman beni bulamadıklarından nas çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya dalmış, helâk olan helâk olmuş. Resulullah Medineye kudum etti ve bana bir veca' arız oldu. Fakat rahatsız olduğum zamanlar aleyhissalatü vessellemdan tanıya geldiğim lûtfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, nasıl o? diyordu, bu beni işkillendirdi, henüz mâceraya vukufum yoktu, nihayet nekahat haline geldim, bir gece Mıstahın anasıyle hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstahın anasıyle odama döndük. Derken Mıstahın anası Mırtı, ya'ni yün çarşafı içinde sürçtü (.......) dedi ben buna i'tiraz ettim, «Bedr» de bulunmuş bir zata sebmi ediyorsun dedim, haberin yokmu dedi, ne var dedim, ben, dedi, şehadet ederim ki, sen hakıkaten (.......) tansın. Sonra ehli ifkin dediklerini anlattı, derhal maraz üstüne marazım arttı, hemen ağlıyarak döndüm. Sonra Resulullah girdi ve nasıl o? dedi, bana izin ver ebeveynime gideyim dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim, anneme: ey anne, dedim, nas ne söylüyorlar? Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok lâf etmesinler pek nâdirdir. Daha dedi bu âna kadar söylenilen sana ma'lûm olmadımı? Ben ağlamağa başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum, ağlarken babam yanıma geldi, valideme bu neye ağlıyor dedi, bu âna kadar söylenilenden ma'lûmatı yokmuş dedi, babam da ağladı sus kızım dedi, o gün durdum göz yaşım dinmiyordu, ebeveynime ağlamak ciğerimi parçalıyacak gibi geliyordu, ikisi de yanımda oturmuş ben ağlıyorken Resulullah sallallahü aleyhi vessellem üzerimize geliverdi, selâm verdi ba'dehu oturdu, hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allahü teâlâ ona benim şanımda bir vahyindirmemişti. Sonra dedi ki, (.......) ya Aişe! Hal mühim senden bana şöyle böyle söz yetişti, imdi sen beri' isen Allah, muhakkak seni tebrie eder. Ve eğer bir günaha düştünse Allah’a istiğfar ile tevbe et. Zira kul tevbe edince Allahü teâlâ tevbeyi kabul eder. Vaktâ ki, Resulullah mekalesini bitirdi göz yaşlarım boşandı, sonra babama tarafımdan Resulullaha cevab ver, dedim, vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum dedi, bunun üzerine valideme dedim tarafımdan Resulullaha cevab ver, vallahi ne diyeyim bilmiyorum dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur’ân’dan çok okuyamazdım, ya'ni çok istişhad edebilecek halde değildim, dedim ki, vallahi ben anladım siz bunu işitmişsiniz, hattâ gönüllerinizde yer etmiş inanmışsınız, şimdi ben size berîeyim desem inanmıyacaksınız ve eğer benim muhakkak berîe olduğumu Allah bilip dururken size fena bir i'tirafta bulunsam hemen tasdık edeceksiniz. Vallahi benimle size başka bir mesel bulumıyorum, ancak Yusüfün babası o Salih kulun-ki, ismini zikretmemiştim-dediği gibi (.......) . Böyle dedim, sonra dönüp yatağıma yattım. O halde ben vallahi biliyordum ki, Allahü teâlâ muhakkak beni tebrie eder. Lâkin vallahi şanımda bir vahyi metlüvv indireceğini zannetmiyordum. Şa'nım nefsimde Allahü teâlânın öyle tilâvet olunacak bir emr ile tekellüm buyuracağı mertebeden çok hakîr idi. Ve lâkin umuyordum ki, Resulullah uykuda bir ru'ya görür de Allah, beni onunla tebrie eder. Alimallah Resulullah meclisinden kalkmamıştı, ehli beytten bir kimse de dışarı çıkmamıştı, Allahü teâlâ Peygamberlerine vahyindirdi, ona vahyinerken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin sıkletinden dolu danesi gibi ter dökülürdü. Binaenaleyh bir örtü örtüldü ve başının altına bir yasdık konuldu, vallahi ben telâş etmedim ve aldırmadım, çünkü beraetimi biliyordum. Fakat Resulullah açılıncıya kadar nâsın dediklerine hak virecek bir vahiy gelivermek korkusundan anamın babamın canları çıkacak zannettim. Vaktâ ki, Resulullah açıldı gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu (.......) müjde ya Aişe! agâh ol vallahi Allah, seni kat'ıyyen tebrie etti» dedi (.......) hamd, Allah’a ne sana ne eshabına dedim, validem dedi kalk ona, ben, vallahi ne ona kalkarım ne de beraetimi inzal eden Allahdan başkasına hamd ederim dedim. İmdi Allahü teâlâ (.......) on âyet inzal buyurmuştu. Binaenaleyh Ebû Bekir «vallahi bundan sonra artık Mıstaha infak etmem dedi. Çünkü ona karabeti ve fakri hasebiyle nefaka veriyordu. Bu sebeble de Allahü teâlâ şunu inzal buyurdu (.......) Ebû Bekir de belâ vallahi = Allah’ın ben mağrifet etmesini severim dedi, Mıstahâ yine nefakası avdet etti. Hasılı uzrüm nâzil olunca resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur’ân’ı tilâvet buyurdu minberden indiği vakıt da Abdullah İbn-i Übeyye, Mıtaha, Hamneye, Hassana hudud vurdu. (.......) (.......) İçinizden bir usbedir - mahdud bir güruhtur. - USBE; ondan kırka kadar bir cemaat, sayılı bir güruh demektir. Ey o ifke ma'ruz olanlar (.......) onu sizin için bir şer sanmayınız (.......) belki o - ifk (.......) sizin için bir hayırdır - büyük sevab kazanmağa sebeb, Allah ındindeki kerametin zuhuruna, akıbet kadr-ü mertebenin yükselmesine vesîle olur. Fivaki' ifk, o iftira yalanı büyük bir şerdir. Fakat hakıkatta onun şerri onu uyduranlara, söyliyenlere aiddir. (.......) onlardan - o güruhtan - her birinin (.......) kazandığı vebali kendisinindir. - Kimi susmuş, kimi gülmüş, kimi söylenmiş (.......) içlerinden onun - o vebalin - büyüğüne mütevellî olan - o güruh içinde o iftirayı ah kasdin atan ve işaasını arzu ederek vebalin büyümesini iltizam eden (.......) için de büyük bid azâb vardır. - Bu, Abdullah İbn-i Ubeyy hakkındadır ki, Munafıklanın reisi idi. O ifki ibtida o atmış, ilk evvel o tasrih etmiş ve halk arasında propaganda yaptırmış idi. Kurnaz Munafıklar cinaslı lakırdılarla mü'minleri gizliden gizliye heyecana getirmeğe çalışmış ve bu propagandaya aldanan şâir Hassan ve fakîr Mıstah gibi bir iki sâde dil de o ubeyy oğlunun tasrihine kapılıp haddi kazfe müstehıkk olmuşlardı, Safyan, Hassana hücum edip vurduğu bir kılıç darbesiyle bir gözünü söndürmüş ve demişti ki, : |
﴾ 11 ﴿