10

Şanım hakkı için Davuda bizden bir fadıl verdik: ey dağlar çınlayın onunla beraber ve ey kuşlar! dedik ve ona demiri yumuşattık

(.......) Hakıkaten şanım için Davuda - en güzel inâbe etmiş olan Davud aleyhisselâma - verdik (.......) bizden, bizim tarafımızdan - ya'ni alel'âde değil, azameti ilâhiyyeyi ayrıca bir hususiyyetle ifâde eden mahzâ ilâhî bir atıyye, fevkal'âde bir mu'cize olarak (.......) bir fadıl -

o vakte kadar diğer Enbiyaya verilenlerden fazla bir âyet, bir ni'met verdik. Şöyle ki, (.......) ey dağlar, dedik: onunla beraber te'vib, ya'ni terci' yapın: ötün çınlayın (.......) siz de ey kuşlar - Sûre-i «Enbiya» da geçen (.......) Sûre-i (.......) da gelecek olan (.......) bunun tefsiri demektir.

Ya'ni Davuda öyle güzel bir ses, öyle şanlı bir eda verilmişti ki, akşam sabah tesbih ettikçe onun sesine bütün dağlar ve kuşlar iştirâk eder, çınlar öterlerdi. Demek ki, güzel sesle husni elhan Davudun bir fazıleti mahsusası, kuşları dahi başına toplıyan bir mu'cizesi olmuştu. Bu ma'nâ iledir ki, savti Davudî meşhur olduğu gibi mezamîri Davud da meşhurdur. Bu güzel san'ati islâmda sureti mutlakada mezmum zannedenler olmuştur. Fakat bilmek lâzım gelir ki, mezmum olan lühunı fısıktır. Yoksa Kur’ân okurken tertil ve tahsini savt, me'murun bihtir. Bu babda kütübi sıhahta hayli hadîsler vardır. Bir çokları ğınanın, ya'ni Musikînin tesirini ruhanî zannederler. Böyle bir zan, ruhu heva zannetmektir. Ses bir heva ihtizazı olduğu için Musikînin doğrudan doğru verdiği tesir ve heyecan, bir buse zevkı gibi cismanî ve asabî bir tesirdir. Teganni ancak bir kelimenin, bir kelâmın ma'nâsını ruha duyurmağa hizmet etmesi ı'tibariyledir ki, ruhanî bir kıymet alabilir. Ehli fısk, hep şehevanî mevzularla cismanî heyecan aradığı için ma'nâyı öldürerek sâde a'saba basan kuru nağmelerle cismanî tesir arar. Bu ise ruhanî şuuru terbiye değil, ifnâ eder. Belki fasık için bütün şuurundan geçip mesti lâya'kıl olmak bir zevktir. Fakat dinin, şer'ın vermek istediği zevk bu değil, güzel ma'nâlı, mukaddes şuurlu bir hayat yaşatmaktır. Şerı istiyor ki, Kur’ân okunurken ses güzelleştirilsin, teganni edilsin, ancak nazmı bozarak ma'nâyı unutturarak kuru ses ta'kıb eden ehli fısk elhan ve nagamatiyle değil,

elfazın tecvidini fesahatini bozmıyarak, ma'nâsını belâğatinin incelikleriyle duyurarak şuurlu bir hayat yaşatacak olan bir lâhnile okunsun ki, buna hadîsi nebevîde lühuni Arab ta'bir buyurulmuş ve Ilmi edada tecvid ile ta'rif olunmuştur. Bu suretle biz Kur’ân okunurken Hazret-i Davudun mu'cizesini yaşamış oluruz. Netekim Kur’ân’ı güzel okuyan hakkında «Âli Davudun mezamîrinden bir mizmar verilmiştir» diye sitayiş buyurulmuştur. Hazret-i Davudun dağları teshir eden, uçan kuşları durduran mu'cizesi de kuru bir ses oyunundan ıbaret terennümati mücerrede değil, ruhtan kopup Hudaya arz olunan takdisat ve tesbihat idi. Netekim bu ma'nâyı belâğatle ifade için onun maıyyetinde dağlar zevil'ukul gibi gösterilerek (.......) diye nidâ (.......) onun mahalline atf edilmiştir. Dağlar, kuşlar böyle müsahhar olduğu gibi (.......) ve ona demiri de yumuşattık - müfessirîn bunu şöyle tefsir ediyorlar: kızdırmağa, döğmeğe muhtac olmaksızın elinde bal mumu gibi dilediği surete koyuverdi. Fahruddini Razî der ki, Allah’ın kudretinden bunu istib'ad etmemelidir. Çünkü görülüyor, ateşte öyle yumuşuyor ve öyle münhall oluyor ki, yazı yazılan mürekkeb haline geliyor. O halde her hangi âkıl onu kudreti ilâhiyyeden istib'ad eder? Maamafih ba'zı nâs bundan murad ateş ile ve alât isti'maliyle demir eritmeyi keşf ve istihrac etti demek olduğuna kail olmuştur, Lâkin bu doğru değildir. I'tikadının za'fı ve Allah’ın kudretine ademi ı'timadi onu bu fikre sevketmiştir. (.......) Böyle olmakla beraber âyetin bu ma'nâya da ihtimali yok değildir. Demirin keşfi ve izabesi daha eski olsa gerektir. Fakat onu mum gibi dilediği şekle koyarak elbise dokuyacak derecede ince sanayia tatbik etmek Davud aleyhisselâma nasîb olmuş bir san'attir. Netekim Sûre-i «Enbiya» da (.......) buyurulmuştu ki, bundan bu san'atin ahlâfa da yadigâr kaldığı anlaşılıyor. Zira (.......) hıtabı ümmeti

Muhammededir. Burada ise bu hikmet şöyle ifâde olunuyor:

10 ﴿