13Hem Göklerde ne var Yerde ne varsa hepsini kendinden olarak sizin için musahhar kıldı, şübhesiz ki, bunda düşünecek bir kavm için âyetler var (.......) Hem Göklerde ne var ve Yerde ne varsa hepsini kendisinden sizin için teshîr buyurdu - başka birinin tevassutıyle değil, yalnız kendisinin halk-u teshîriyle olarak hepsini sizin menafi ve mesalihinize hizmet ettirmektedir, yâhud size musahhar kılmıştır. Tarafı subhânîsinden bir lûtfolmak üzere hepsini bir suretle istihdam edebilirsiniz. (.......) Şübhe yok ki, bunda: bu teshîrde tefekkür edecek bir kavm için çok âyetler vardır - ki, Allahü teâlânın insan üzerindeki ni'metinin çokluğuna ve insana olan fadl-u ınâyetinin ehemmiyyetine ve insanın Allahdan başkasına kulluğu câiz olamıyacağına delâlet eder. Bu âyet çok calibi dikkat bir âyettir. Evvelâ, müfessirîn buradaki (.......) kaydının i'rabında bir kaç vecih göstermişlerdir. Zemahşerî (.......) kavlinde (.......) nin ma'nâsı nedir ve i'rabdan mevkıi ne oluyor? Suâline karşı der ki, hal mevkiındedir: ya'ni şudur: (.......) o, bütün bu eşyayı ondan olarak onun ındinden husule gelmiş olarak teshîr etti, ya'ni o kudret ve hikmeti ile onların mükevvin ve mucidi, sonra da halkına teshîr edenidir, Mahzuf bir mübtedânın haberi olmak da câizdir: (.......) demek olur. Bir de (.......) yukarıdaki (.......) ü te'kid olmak (.......) diye başlanılmak ta câizdir. (.......) mübteda (.......) haber olmak ta câizdir. (.......) Taberî İbn-i Abbastan (.......) ya'ni her şey Allahü teâlâdandır diye nakleder. Ki, bütün müfessirîn ve muhaddisîn bunu Zemahşerînin dediği gibi Allahü teâlâ tarafından halk-u iycad olunmuştur diye anlarlar. Hikâye olunur ki, Harunı Reşidin huzurunda Nesarâ rahiblerinden birisi Hazret-i Isâ hakkındaki ı'tikadına Kur’ân’dan (.......) kavliyle istidlâl etmek istemiş (.......) teb'ız ifâde eder demişti, ona karşı Hüseyin İbn-i Alî İbn-i vâkıd de bu âyeti okumuş (.......) ne ise (.......) de odur. Her şey Allah’ın cüz'ü demek olamayıp Allah’ın mahlûku demek olduğu gibi Isâ da Allah tarafından halkedilmiş bir ruh demek olduğunu anlatmıştır. Vahdeti vücudcu Sofiyyenin ise burada başka bir neş'esi vardır: Âlûsî nin beyanı vechile Sofiyyeden şeyh İbrahimi Gûranî demiştir ki, mahlûkat vücudı müfâzın teayyünatıdır, vücudı müfâz, amâ tesmiye olunan nefesi Rahmanînin suretidir. Şöyle ki, amâ nefsel'emirde mütemeyyiz ümurı ademiyyeden ıbaret olan hakaik üzere inbisat eylemiştir, inbisat hâdistir, ve amâ mahiyyâta ıktiranı haysiyyetinden, Hak teâlânın zatının gayrıdır. Çünkü zati Hak sübhânehu mahiyyâta ıktiran etmiyen vücudi mahızdır. Binaenaleyh mevcudat, amâde hâdis ve bununla kaim suretlerdir. Allahü teâlâ da onların kayyumudur. Zira celle ve alâ o suretlere beka ile imdad eden evveli batındır. Ve bundan havadisin zati hakk ile kıyamı lâzım gelmez. Ve Hak subhanehunun onda olması da lâzım gelmez. Çünkü hakk tealânın vücudu, mahiyyattan mücerreddir: onlara gayri mukterindir, onlara göre müteayyin olan ancak amâdır ki, vücudı müfâzdır. (.......) Bu ifâde halkı işrak nazariyyesine bir tatbık oluyor, halk-u iycad ta'biri yerine ifazai vücud ta'birini koymak daha nezih bir ifâde değildir. Bunun için beyan olunduğu üzere müfessirîn ve muhaddisînin ifâdeleri daha vazıh ve daha ziyade şayanı tercihtir. Bizim zevkımıza kalırsa, (.......) ma'nâsiyle (.......) den mef'uli mutlak olmak makamı minnete daha muvafıktır. Ya'ni bu teshîr ne insanlardan ne de eşyadan bir sebebiyyet ve ıktiza ile değil mahza Allah’ın insanlara bir lûtf-u ınâyetinden neş'et etmiştir ve onun için yalnız ona ubudiyyet ile şükreylemelidir. Bu anlaşıldıktan sonra gelelim diğer bir işkâle: burada (.......) gerek (.......) demek olsun gerekse (.......) demek olsun ikisinde de insanların bütün eşyadan daha ehemmiyyetli olduğunu ifâde eder. Zira bütün Semavât ve Arzdaki eşyanın insana musahhar olması insanın hepsine hâkimiyyetini ifâde edeceği gibi insan için musahhar olması da insanın gayei hılkat olmasını ifâde eder, her iki takdirde ise insan diğer eşyadan daha mütekâmil bir hılkatte yaratılmış demek olacağından (.......) âyetiyle bu âyet beyninde bir teâruz olmaz mı? Diye bir suâl hatıra gelir. Müfessirlerden buna tearruz edenine müsadif olmadığımdan âyetin lüzum gösterdiği tefekkür ile bunu şöyle anlıyabileceğimizi arzederim: İnsanın iki haysiyyeti vardır, birisi bedenî, birisi de ruhî haysiyyetidir. Beden haysiyyetiyle bedihîdir ki, insanın hılkati Semavât ve Arzın yanında bir zerre denemiyecek kadar küçüktür. Lâkin ruh haysiyyetine gelince (.......) izafetiyle şereflendirilmiş ve (.......) beyaniyle i'lâ edilmiş olan ruhı insanî diğer ecram ve escam âleminin hâiz olmadığı yüksek bir cem'ıyyeti hâizdir. Ve işte bu âyette beyan buyurulan teshîr de bu haysiyyetledir. İnsanın bir nazarla Arz ve Semâdan ne kadar geniş bir sahayı görebildiği mülâhaza olunursa bu teshîrin bir lâhzası mütalea edilmiş olur. Bu âyetin bilhassa tefekkür âyeti olmak üzere ıhtar edilmiş olması da gösterir ki, buradaki umumî teshîrden murad, teshîri ruhânîdir, teshîri fı'lî ona terettüb eder. Bu suretle bu âyet daha çok tefekkürlerle terakkıye müsâıd ise de bu kadar işâret elverir. Yalnız şunu bir daha ıhtar edelim ki, bu tefekkürün ilk netîcesi insana bu teshîri ınâyet buyurmuş olan zati ecell-ü alânın vahdaniyyetini bilerek ni'metlerine şükretmek kazıyyesi olacağını unutmıyalım. |
﴾ 13 ﴿