4

Onun için küfredenlerle muharebeye tutuştunuz mu hemen boyunlarını vurmaya bakın, tâ kuvetlerini derinden kırıp tepeleyinceye kadar, o vakıt da bağı sıkı basın, ondan sonra da ya azâd ya fidye, ta harb ağırlıklarını atana kadar, bu böyle, gerçi Allah dilese elbette onlardan öc alıverir ve lâkin sizi yekdiğerinizle imtihan edecek; Allah yolunda katledilenlere gelince amellerini aslâ boşa gidermez

(.......) öyle olunca o küfredenlere savaşla karşılaştığınız vakıt (.......) hemen boyunlarını vurmaya bakın - (.......) boyunlarının köküne vurun da vurun: öldürün (.......) ta onları ishan ettiğiniz vakıt - ya'ni çok kırıp ordularının yarasını derinleştirdiğiniz, iyice alt ettiğiniz vakıt (.......) bağı sıkı basın - kalanlarını sağlam bağlayıp esîr edin (.......) sonra da artık ya menn ya fidye-ya'ni muhayyersiniz ya lûtfeder salıverirsiniz, yâhud can bahası bir fidyei necat alırsınız. Terdîdde aslolan infisali hakîkî olacağı için bu terdidin zâhiri esîr alındıktan sonra ya menn ya fidadan başka bir şey yapılamıyacağını gösterir, o halde tutulan esîri katletmek veya istirkak eylemek nasıl caiz olur? Bundan dolayı Hasenî Basrî Hazretleri gibi ba'zıları esîr tutulduktan sonra katl olunamıyacağına kail olmuşlardır. Rivâyet olunuyor ki, Haccada böyle bir takım esirler getirilmişti, Haccac onlardan birini katl için İbn-i Ömer radıyallahü anhüma Hazretlerine gönderdi, İbn-i Ömer Hazretleri dedi ki, -biz bununla emrolunmadık, Allahü teâlâ ancak (.......) buyurdu (.......) Lâkin ekseriyetle ulema demişlerdir ki, İmam, muhayyerdir.

1) müsliman olmadıkları takdirde dilerse katleder. Çünkü Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Ukbe İbn-i Ebi muaytı ve Tuayme İbn-i Adîyi ve Nadr İbn-i Hârisi sabren katletti. Maamafih imamın emri olmaksızın gazîlerden birinin esîri

kendiliğinden katl edivermesi câiz olmaz. Esîrin şerrinden korkmak gibi bir sebebi mülci olmaksızın katletmiş bulunursa İmam, onu ta'zîr eder.

2) İmam dilerse istirkak eyler, çünkü bunda hem şerlerinin def'i hem de islâmın menfeati vardır.

3) Dilerse hurriyyetleri mahfuz olmak üzere müslimanlara Ehli zimmet olarak bırakır. Netekim Hazret-i Ömer Irakın sevad ahalisini öyle bırakmıştı. Ancak Arab müşriklerinin zimmetleri de kabul edilmez, istirkakları da câiz olmaz, mürtedler gibi ya katil ya islâm teklif olunur.

4) Müfâdat, ya'ni esîrleri esîrlerle mübadele. İmamı a'zam Ebû Hanîfeden bir rivâyette tecviz edilmemiş ise de Siyeri kebîrin rivâyeti olan azheri rivâyette câizdir. Ebû Yusüf, Muhammed, Şafiî, Malikî, Ahmed kavilleri de budur. Resulullahın iki müslimi iki müşrik fidası ile kurtardığı rivayet olunur. Hattâ bir kadın ile bir haylı müsliman esirlerini kurtardığı dahi rivâyet olunmuştur.

5) Müfadat bilmal, Hanefiyye mezhebince meşhur olan tecviz edilmemiş, çünkü bunda düşmana para ile asker kazandırmak vardır. Ve «Bedr» de bu suretle alınan fidyelerden dolayı Sûre-i (.......) da (.......) âyetiyle ıtab varid olmuştur. Maamafih Siyeri kebîrde «müslimanlarda hâcet olunca beis yoktur» der. Dürerde de «fida bilmal harb bitmeden câiz olursa da harb tamam olduktan sonra câiz olmaz» diye mezkûrdur.

Ya'ni maşhurun mahmili budur. Bu ma'nâ (.......) kaydinden müstefad olsa gerektir.

6) MENN, ya'ni hiç bir şey almaksızın mecanen dârı harbe salıvermek ma'nâsına menn, Ebû Hanîfe, Malik, Ahmed ibni Hanbel mezheblerinde tecviz edilmemiştir. Fakat İmamı Şafiî buna da cevab vermiştir. Çünkü Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem, «Bedr» esîrlerinden bir takımına menn etmişti: ki, bunlardan birisi Ebul'as İbn-i Ebirrebi' idi, şöyle ki, Mekke ahalisi esîrlerini kurtarmak için fidyelerini gönderdiklerinde Resulullahın kerîmesi

Zeyneb de zevci olan Ebul'asın fidyesini göndermişti, bunun içinde bir gerdanlık var idi ki, bunu Zeyneb Ebül'ase gelin olurken validesi Hazret-i Hadice radıyallahü anha takmıştı, Resulullah bunu görünce rıkkatinden, çok müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah eshabına, bakın bunun gönderdiğini kendisine iâde edip de esîrini koyuvermek re'yinde bulunursanız yapın dedi, onlar da onu maal'memnuniyye yaptılar. Resulullah bunu salıverirken Zeynebi tahliye etmesine söz aldığını da rivâyet ederler. Kezalik Resulullah sallallahü aleyhi vesellem ehli Yemamenin seyyidi Sümame İbn-i Esal İbn-i Nu'manı hanefîye de menn etmişti ki, o sonra güzel müsliman oldu. Bir de Buharîde sâbit olduğu üzere şöyle buyurmuştu: Mut'ım İbn-i Adiy sağ olsa da şu kokanlar - ya'ni Bedr esîrleri - hakkında bana söylese idi ben onları behemehal bırakıverirdim. Bu hadîs de menn-ü ıtlakın cevazını gösterir. Zira câiz olmasa Peygamber yapardım demezdi.

Bunlardan başka İmamı Şafiî bir de işbu (.......) âyetiyle istidlâl eylemiştir. Gerçi ba'zılarının dediği gibi burada menn, fida olmadığı halde katletmemek ma'nâsına hamledildiği surette gerek rıkkıyyet ve gerek zimmi olarak hurriyyet ile ibka etmeğe şamil olacağı gibi, mutlak azad etmek ma'nâsına hamlolunduğu surette de zimmî olarak kalması şıkkına da mütenavil olur ise de bunların hiç birisi meccanen memleketine iâdesi ma'nâsına mani' olmaz, evleviyyetle mütenavil olur. Binaenaleyh bu âyete karşı menni neshedecek bir delîl bulunmadıkça İmamı Şafiînin dediği gibi mennin cevazı şübhesiz olur. Süyutînin Dürri mensûrda zikrettiğine göre İbn-i Abbas, Katade ve Dahhâk ve Mücahidden bu âyetin bundan sonra nâzil olmuş bulunan sûreî «Berae» âyetleriyle mensuh olduğu rivayet edilmiştir. İbn-i Cerîr de der ki, ehli ılim işbu (.......) âyetinde ihtilâf ettiler, ba'zıları dediler ki, mensuhtur, onu (.......) nesheyledi, berâe ve insilâhı eşhürden sonra müşriklerden hiç birinin ne ahdi ne hurmeti kalmadı. Dahhâkden: (.......) bu mensuhtur. (.......) onu nesheyledi. «Berâe» den sonra müşriklerden hiç birinin ne ahdi ne zimmeti kalmadı. Lâkin diğer bir takımları da bu muhkemdir, mensuh değildir, esiri katil câiz olmaz ancak menn veya fidâ câiz olur demişlerdir. Balâda nakledildiği üzere İbn-i Ömer Hazretleri: biz katl ile emrolunmadık (.......) demiştir. Ata, müşrikin sabren katlini mekruh görür bu âyeti okurdu: (.......) Hasen demiştir ki, esîrler katledilmez ancak harbde onlarla düşman tehyîb edilir. Ömer İbn-i Abdil'azîz recüli recüle fidâ yapardı ve Hasen mal ile müfadâtı mekruh görürdü.

Taberî bunları naklettikten sonra der ki, bence savab olan bu âyet, mensuh değil, muhkemdir. Zira nâsıh ile mensuh hâleti vahidede hukümlerinin ictimaı cereyan etmiyen yâhud birinin diğerini nâsıh olduğuna kat'î huccet kaim olandır. Halbuki menn-ü fidâ ve katilde Resulullaha ve ondan sonra ümmetin emriyle kaim olanlara mühayyerlik verildiği inkâr olunmamaktadır. Gerçi bu âyette katil, mezkûr değil ise de diğer âyette (.......) diye katle izin verilmiştir. Resulullah da öyle yapmış Ehli harbden yedinde esîr bulunanı ba'zan katletmiş, ba'zan fidâ, ba'zan da menn yapmıştır. Bu âyette bilhassa menn-ü fidânın zikredilmiş olması ise yukarıdan beri geçen âyetlerde katil emr-ü izinlerinin mükerrer geçmiş olmasındandır (.......) Görülüyor ki, Taberînin bu beyanına göre (.......) tahyirin ıtlakı, katle delâlet eden diğer âyetlerle takyid edilmiş oluyor. Halbuki Usuli fıkıhta ma'lûm olduğu üzere mutlakın takyidi mukarin ile olursa tahsıs, muahhar ile olursa bir neshı tezammun eder. «Berâe» âyetleri de nüzulde muahhar olduğu için bu sureti hall demek ki, İbn-i Abbasın dediği gibi bir neshı ı'tiraftan başka bir şey değildir. Netekim Hanefiyyeden bir çokları nesha kail olmuşlardır.

Onun için Ebüssüud şöyle der: (.......) Ma'nâ ise katil, istirkak, menn, fidâ beyninde tahyirdir. Ve bu tahyir ındeşşafiî sâbittir. Bizim ındimizde ise mensuhtur demişlerdir ki, bu «Bedr» günü nâzil oldu sonra nesholundu. Huküm, ya katil ya istirkaktır. Mücahidden de «bu gün menn-ü fidâ yoktur, ancak islâm veya darbı unuk vardır» diye merviydir. (.......) Fakat unutulmamak lâzım gelir ki, Mücahidden merviy olan bu huküm Arab müşriklerine mahsustur. Hanefiyyeden Allâme İbn-i Hümam hidaye şehrinde der ki, nesıh sözlerine karşı şu söylenebilir: Sûre-i «Berâe» deki katil emri üseranın gayrısı hakkındadır. Delîli de onlar hakkında istirkakın cevâzıdır. Bundan anlaşılır ki, me'murun bih olan katil esîrlerin gayri hakkındadır (.......) Maamafih bu istirkak Arab esîrlerinin gayrisindedir.

Bu tafsılâttan sonra biz şu kanâate gelmek istiyoruz ki, Sûre-i Muhammedin en güzel ve en mühim ahkâmından olan bu âyet esas ı'tibariyle sâbittir. Bununla Sûre-i «Berae» âyetleri arasında bir nesıhten ziyâde bir tefsir ve tafsıl farkı bulabiliriz. Bir kerre en ziyade ileri sürülen (.......) ile buradaki (.......) arasında katil emri noktai nazarından teâruz değil, bir tevafuk vardır. (.......) ise (.......) da odur. Yine Sûre-i «Enfâl» daki (.......) mazmununu bir beyandır. Yalnız (.......) âyetinde menn-ü fidâya muarız düşecek bir hususiyyet var gibidir.

Lâkin Haseni Basrînin harbde düşman tehyîb olunur dediği bu ma'nâyı da ishan mazmunu içinde mülâhaza etmek mümkindir. Bu suretle görülüyor ki, burada evvelâ ishan hasıl oluncıya kadar boyunlarını vurmak emrolunuyor. Boyun vurmaktan maksad da yalnız boynu vurmak değil, şiddetli surette katlolduğu ma'lûmdur. İshan da kesreti katl ile düşman ordusunu derinden cerihadar etmek ezmektir. Bu da İmamın, kumandanın takdir edebileceği bir vaz'ıyyettir. Binâenaleyh bu gayenin husulüne kadar katil, me'muribihtir. Esîr tutulduktan sonra da bu gayeyi tehakkuk ettirmek ma'nasına mülhak olarak katil me'zununfih olmalıdır. Ondan sonradır ki, (.......) emri verilmiştir. Bunda sâdece tutup yakalamaktan fazla bir mazmunı şiddet vardır ki, istirkaka da muhtemil olabilir. Maahâzâ zâhiri zabt-ü tevkıftir. Ondan sonar da ya menn ya fidâ denilmiştir. Menn-ü fidâ istirkaktan sonra meccânen veya biivazın ıtlak ve âzada dahi muhtemil olmakla beraber menn dari harbe avdet ile zimmet beyninde serbes olmak üzere iâdei hurriyyet, fidâ da mal veya üserâyi müslimîn ile mübâdeledir. «İmma» ile terdid istirkak bakımından maniatülcemı' olmak melhuz ise de hakîkî olmak asıldır. Biz burada şu mütaleada bulunuyoruz:

Kur’ân’ın bir çok yerlerinde (.......) diye milki yemîn ta'biriyle hep işâret tarikıyle istirkaka cevaz ve müsaade verilmiş olduğunda şübhe yok ise de hiç bir yerinde buna teşvık eden bir emir vârid değildir. (.......) gibi emirler bulunmakla beraber, istirkak, isti'bad için emir yoktur. Bil'akis (.......) demek nehyedilmiştir. Bundan şu netîce çıkar ki, Kur’ân istirkak usulünü neshetmemiş ise de tervic de etmemiştir. Onun için müslimanlar istirkakı terk etmekle âsim olmazlar. Onun için burada da tasrıh etmeyib zâhiri menn-u fidaya kasr eylemiştir. Biz Kur’ân’ın tertibinin dahi tevkıfî olmasına kail olduğumuz için bu âyetin burada dercini de hikmetten hâlî bulmuyoruz. Allahü a'lem bunun hikmeti istikbalde istirkakın terki evlâ olacağını ıhtar olsa gerektir.

Ya'ni bu âyet tam zamanımızdaki ahkâmdır.

Ba'del'ishan şeddi vesaktan sonra ya menn ya fidâ (.......) ta harb ağırlıklarını atana kadar. - Yakınlığı i'tibariyle menn-ü fidânın gayesi gibi görünürse de «şedd» in veya «darb» in yâhud da mec'muun gayesi dahi olabilir. En muvafıkı ve akrebi kelâmın mec'muuna gaye olmaktır. Sonra buradaki (.......) in elif lâmında ahid veya cins olmak üzere iki vecih vardır. Ahd olduğu takdirde de iki vecih muhtemildir. Birisi bilhassa muayyen bir ahdi ferdî olmasıdır ki, buna ba'zıları «Bedr» harbi dimişlerdir. Bu surette (.......) ma'hud kâfirler demek olur. Lâkin böyle sebeb-i nüzule tahsısı umumî kaidemize muvafık değildir. Diğeri de başlanmış olan harb demektir ki, (.......) den müstebân olan ahiddir. Yukarıda Dürerden naklettiğimiz mes'ele bu iki ma'nâya göre fidânın gayesi olmasına mübtenîdir. Cins ma'nâsına olduğu takdirde alel'umum harb cinsini ifâde eder. Harbin ağırlıkları âlât ve edevatı yâhud tazyık ve mükellefiyyeti yâhud harbe sebebiyyet veren şirk ve cinayât demek olabilir. Binâenaleyh ma'nânın hasılı şu üç suretle hulâsa edilebilir: Ma'hud müşriklerle başladığınız ma'lûm «Bedr» harbi bitene kadar yâhud her hangi kâfirlerle başladığınız harb Dünyadan kalkana kadar.

Ya'ni o müşriklerin şevketi sönüp de harb ihtimali kalmıyana kadar, yâhud bütün insanlık âleminde islâmın gayesi olan bir silmi küllî teessüs edene kadar ki, ba'zıları buna Isânın nüzulüne kadar demişlerdir. Bunda harbi kaldırmak için çalışanlara bir ümid, vardır. Buna göre (.......) hadîsinde ya cihad, harbden eamm bir ma'nâya yâhud Kıyamet ehass bir ma'nâda te'vil olunmak ıktiza edecektir. Diğer bir ıhtimal de bu

hadîsin zâhirine muvafık olmak üzere (.......) Kıyamete kadar demek olabilir. Netekim Âlûsî nin naklettiği üzere Seleme İbn-i Nüfeylden rivâyet olunan bir hadîste (.......) vârid olmuştur. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Cenâb-ı Allah sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâmı gönderdikten sonra artık bu muharebelere ne lüzum vardı, bir mu'cize ile kâfirleri kahrediverse olmaz miydi? Buna karşı buyuruluyor ki, (.......) eğer Allah diyecek olsa idi, onlardan, ya'ni o küfredib Allah yolundan sapan veya men'eden kâfirlerden öcünü, intikamını alıverirdi, her hangi bir helâk sebebiyle helâk ediverirdi, meselâ yere geçiriverir, volkan yapar, gark eder, ölet verir ilh... (.......) ve lâkin ba'zısını ba'zınızla mübtelâ kılmak, imtihan etmek için - öyle harb-ü darb emrini veriyor.

Ya'ni mu'cize ile cebren yapmak için değil, şer'u kanun ile emren yapmak ve insanları birbirleriyle defedip Allah yolunda mücahede edenleri sevaba irdirmek için bu emirleri veriyor. Fakat bu surette yalnız kâfirler vurulmuş olmıyor, mü'minlerden de bir çokları katl olunuyor denecek olursa buyuruluyor ki, (.......) Allah yolunda katlolunanlara gelince (.......) Allah onların amellerini, çalışmalarını, o yoldaki fedakârlıklarını asla boşa gidermez, hedefinden şaşırmaz

4 ﴿