4

O, odur ki, mü'minlerin kalblerine o sekîneti indirdi, iymanları üstüne îman artırsınlar diye

(.......) o - Allah (.......) o zati celîldir ki, (.......) mü'minlerin kalblerine o sekineti indirdi -

SEKÎNET, sükûn ve itmi'nan, sebat ve temkin ma'nâsına masdardır ki, nefisteki telâş ve halecanın kesilmesiyle hasıl olan ve kalb oturması, yürek ısınması, gönül rahatı ta'bir olunan huzur ve sükûn haline veya onun men'şeine isim dahi olur. Sekînetin inzali halk-u iycadı demektir. Şanının yüksekliğine iyma için inzal ta'bir buyurulmuştur. Râgıb der ki, Allahü teâlânın kuluna ni'metini inzali ı'tası demektir. Ki, ya o şey'in kendisini inzal ile olur Kur’ân’ın inzali gibi, yâhud da esbabını indirip ona hidayet etmekle olur. Demiri ve saireyi indirmek gibi (.......) Maamafih burada kondurmak kalblerini sekînete menzil ve makarr yapmak ma'nâsına da olur. Hazret-i Alîden bir rivayette de denilmiştir ki, «sekînet mü'minin kalbine sâkin olup onu te'min eyliyen bir melektir. Sekîne hakkında Futuhati Mekkiyyenin şu müteleası hoştur: Sekînetin başlangıcı, emri her vechile ihata tarikıyle mütaleadır. Böyle olmayınca sekînet sahih olmaz.

İbrahim aleyhisselâm (.......) dedi, itmi'nanı bed'i sekîne yaptı, çünkü ona ıhyanın vücuhu muhtelif gelmişti, kendisini her taraftan çekiştiriyordu. Allahü teâlâ ona keyfiyyeti müşahede ettirince o muhtelif vücuhtan gelen cezbelerle ıztırabdan sükûna iriverdi: işte bu suretle matlûbun husul, yâhud tahsılinden yeis o matlab hakkında sekînetin başı olduğu gibi korkulan şeylerde de lâyıkı vechile böyle olur. İnsan böyle iymanın şartlarını tekmil edip muhkemleyince haktan o mü'minin kalbine bir tecellî hasıl olur ki, o tecellîye zevk tesmiye edilir. O sekîneti o sıfattaki mü'minin kalbinde o husule getirmiştir ki, o sekînet onun için îman vakı' olacak gaib emrin husulüne bir kapı ve bir merdiven olsun da onun beraberinde evvelki emrin müeddasına vücuh ile sükûn yüz gösterip esbaba alışmış olan kimselerin esbaba sükûnü gibi bir emri mu'tad halini alsın. Bu ise asla gaybden olmaz; belki zevkten, ya'ni muayeneden olur. Meselâ insanın yanında bir günlük nefakası bulunursa o günün vereceği ıztıraba karşı nefis bir sekînet bulur. Çünkü nefakasının milkinde husulünü bilmuayene görmektedir.

İşte nezdinde îman bu derece hukmü tahtinde hasıl olmuş ise o, sekînet sahibidir. Ve eğer insan, iymanın hukmü altında ıyan kendisine münazea ediyorsa onda sekinet hasıl olmamıştır. Şu da bilinmeli ki, kalblerin ittisaf ettiği maâni, ba'zan Allahü teâlâ onların kullarından dilediği kimselerin nefislerinde husulüne haricden bir alâmet de yapar, o alâmete de nefiste hasıl olan ma'nânın ismi verilir. Ki, o, onun kalbinde husulüne alâmet olduğu bilinmek için. Netekim Benî İsraîlin tâbûtunda böyle bir sekîne konulmuştu ki, o bir şekil, bir suret idi, ıhtilâflı olan tafsıline lüzum yok, o suretin bir halinden veya bir hareketinden nusrat ma'nâsı anlıyarak kalbleri onu görünce sükûnet bulurdu, alâmet olan o surete de sekîne denilmişti. Fakat ma'lûm olan sekînenin mahalli ancak kalbdir.

Allahü teâlâ bu ümmet için sekînetin husulüne kendilerinin harcinden bir alâmet yapmamıştır. Onlar için onun kalblerinde husulünden başka bir alâmet yoktur. Bu ümmetin sekîneti Benî İsraîlde olduğu gibi hariçten bir delîle muhtac olmaksızın bizzat kendi nefsinde kendine delîldir. Sekînetin mebdei anlaşıldıktan sonra kendisine gelelim: sekînet şol emirdir ki, nefis onunla kendisine edilen va'de veya kendisinde hasıl olan bir matlûba sükûnet bulur. Buna sekîne yâhud sekînet denilmesi şunun içindir ki, bu hasıl olunca nefsin diğer cihete olan esintilerini keser atar, netekim bıçağa sikkîn denilmesi onunla sahibinin kesecek şeyleri kesmesinden dolayıdır. Ve bu lâfız sükûnden müştaktır. Sükûn ise hareketin zıddı olan sübuttur. Çünkü hareket bir nakledir. Sekînet ise nefsin mutmeinn olduğu şey üzerine sübut verir ki, velevse hareket olsun. İşte sekînetin hakıkati budur. Ve bu ancak bir mutalea veya müşahededen olabilir. Bu sebeble mü'minlerin üzerine iner ve inmesiyle onları bulundukları îman mertebesinden muayene makamına nakleder.

Ve böyle ıyan ile iymanlarını katlar (.......) ki, iymanları ile beraber îman artırsınlar diye - basît olan aslı iymanda ziyade ve noksan olmasa bile müeyyidatı arttıkça iymanın kemalinin de artacağında şübhe yoktur. Bir de iymanın esbab ve müteallikatı arttıkça aslı tevhid olan îman bir ağaç gibi füru' ve şuabatını artıra artıra nüşû ve nema bularak nihayet matlûb olan meyvelerini verir. Aslı îmana nazaran ise ziyade ve noksan, şiddet ve za'f ile tefsir olunur, çünkü asıl tasdık kemmiyyet kabîlinden değildir. (.......) ve Göklerin ve Yerin orduları hep onundur. - Sekînetin mebdei olan ihatalı görgü ile bütün eşyayı Allah tealaya teslime işarettir.

Ya'ni Gökleri ve Yeri tutan yukarıda ve aşağıda mevcud olan bütün kuvvetler onundur. Dilediğine dilediği gibi nusrat verir ve işte mü'minlerin kalbine indirdiği sekînet de onun cünudundan biridir. Onunla Cahiliyyenin verdiği galeyanlar def'edilerek iymanlar arttırılır, o sayede haller, salâhlar, muvaffakıyyetlerle öyle büyük fetihler kazanılır (.......) ve Allah bir alîm hakîm bulunuyor - her şeyi ve bütün umuru kemali ılmile bilir ve hikmet ile takdir ve tedbir eyler. Binaenaleyh Gökteki ve Yerdeki bütün o orduları da ılm-ü hikmetiyle dilediği gibi gâh birbirine taslıt ederek ve gâh beyinlerinde sulh yaptırarak tedbir ve idâre eder, şunun için ki,

4 ﴿