6Ey o bütün îman edenler! eğer size bir fâsık bir haberle gelirse onu tahkık edin ki, cehaletle bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza peşiman olursunuz (.......) Ey o bütün îman edenler! bir fâsık size bir haber getirirse onu tebeyyün ettirin - birdenbire kapılmayın da beyan isteyin, tahkık edip anlayın dinleyin, fisktan kaçınmayın yalandanda kaçınmaz. Fâsıkın mukabili adildir. Fahruddini Razî der ki, bu sûrede mü'minleri mekârimi ahlâka bir irşad vardır. O ise ya Allah ile veya Peygamber ile veya ebnai cinsi ile olur. Bunlar da iki sınıftır, çünkü ya mü'minler yolunda gider, tâat rütbesinde dâhil veya hâric olurlar. Haric olan fâsıktır. Mü'minler gidişinde dahil olanlar da ya yanlarında hâzır veya gaib bulunurlar. Bu suretle ahlak beş kısım olur: 1 ) Allah cânibine teallûk eder. 2 ) Peygamber cânibine teallûk eder. 3 ) Fâsıklar cânibine teallûk eder. 4 ) Mü'mini hâzıra, 5 ) Mü'mini gaibe teallûk eder. İşte bunlardan her birine âid olmak üzere Allahü teâlâ bu Sûrede beş kerre (.......) buyurmuştur. Allah ve Resulüne âid olanı beyandan sonra üçüncü olarak burada da fâsıkların sözlerine ı'timad edilmemesi lüzumunu beyan buyuruyor. Çünkü onlar araya fitne ilka etmek isterler ki, o fitne (.......) beyan buyurulacaktır. (.......) Bununla beraber fâsıkın kavlini de büsbütün hiçe saymayıp tahkık ve tebeyyünü emrolunmuştur. Demek ki, fâsık olmayıp da adl olacak olsa yerine göre haberi vahid mesmu' olabilecektir. Bu âyetin nüzulüne sebeb olmak üzere şöyle rivâyet ediyorlar; Resulullah Velîd İbn-i ukbeyi Benî mustalika vâlî ve zekât me'muru olarak göndermişti, onunla onlar arasında bir kin varmış, yaklaştığı zaman karşısına gelen suvarileri kendisine kıtâl yapacaklar zannetmiş, korkmuş dönmüş, Resulullaha varıp onlar irtidad ettiler, zekâtı men'eylediler demişti. Resulullah da gadaba gelmiş ve onlara gazâ etmeyi kurmuştu, bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. Bir rivâyette de Hâlid İbn-i Velîdi göndermiş, o terassud etmiş, Ezan okuduklarını ve tebeccüd dahi kıldıklarını görmüş ve zekâtlarını da ona teslim etmişler o suretle avdet eylemiştir. «Fâsık» ile «nebe'» in tenkiri şüyu' içindir. Her hangi bir fâsık, her hangi bir nebe' demektir. Zira Razînin ıhtarı vechile ma'rızı şartta cânibi sübutta âmm, cânibi nefîde hass olur. Netekim haberlerde cânibi nefîde âmm, cânibi subutte hastır (.......) denilmeyip de harfi şekkolan (.......) ile ifâde edilmesi mü'minlerin fâsıklara aldanmıyacak vechile müteyakkız olmaları lüzumunu ıhtar ve öyle uyanık olan mü'minlere her hangi bir fâsıkın cür'eti nâdir olacağını iş'ar nüktesini hâizdir.(.......) Çünkü bir cehalet ile hallerini bilmiyerek - bir kavmı musab kılarsınız, vurursunuz, bir musıybete, bir zarara giriftâr edersiniz (.......) de sonra yaptığınıza nâdim olursunuz - çünkü haber yanlış olunca sonra berâetleri tehakkuk eder de telâfîsi kabil olmıyan bir gam çekilir. Îman vicdanı öyle bir haksızlığa karşı mütemadiyen sızlar. Zemahşerî der ki, nedem, ya'ni peşimanlık bir nevi' gamdır ki, vakı' olan şey'in olmamasını temenni ederek gam yemektir. Böyle bir gam ise devamlı ve mülâzemetli olur, zira vak'a hatıra geldikçe nedâmet yapışır. (.......) |
﴾ 6 ﴿