7Hem biliniz ki, içinizde Allah’ın Resulü var, eğer o bir çok işlerde size itâat eder olsa haliniz yaman olurdu ve lâkin Allah size îmanı sevdirdi, ve küfrü, füsuku, ısyanı nazarınızda kerîh kıldı (.......) ve biliniz ki, içinizde Allah’ın Resulü var - binâenaleyh Allahdan korkun da yalan ve bâtıl söylemekten sakının, çünkü Allah ona doğrusunu bildirir ve bir haber işittiğiniz vakıt da tebeyyün için ona sorun size beyan eder, kendi re'yinizle onu kandırmaya çalışmayın. (.......) emirden bir çoğunda size itâat eder olsa idi (.......) anete düşerdiniz - sarpa sarardınız: haliniz yaman olurdu - çok zahmetler, felâketler çeker, helâke doğru giderdiniz. Çünkü öyle metbuun tâbi' vaz'ıyyetine düşmesi bir ıhtilâl ve işlerin tersine gitmesi demek olan bir inhilâldir. ANET, meşakkat ve helâk, sıkıntı ve günâh ma'nâlarına geldiği gibi esasında kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması demektir. Buradan anlaşılıyor ki, bir takımları o haber üzerine o kavmı vurmak fikrinde bulunmuşlardı. Emirden bir çoğunda deniliyor. Demek ki, ba'zı umurda itâat mahzurlu değildir. Belki gönüllerini celbile hüsni siyaset olur. Bir de (.......) mazıye dâhil olmak lâzım gelirken (.......) diye müzarı' sıgası getirilmiştir ki, (.......) takdirindedir. Bunda iki ma'nâ vardır: birisi, itâat eder olsa idi demek olur ki, istimrarın imtinamı ifade ederek itâatin aslı değil, istimrarı mahzurlu olduğunu anlatır. Buna göre müstemirren olmayıp da ba'zan umurı kesirede itaat dahi anete bâdî değilmiş gibi anlaşılır. Bundan dolayı diğer ba'zı müfessirîn maksad tâatin istimrarının imtinaı değil, imtinaının istimrarı demek olduğunu söylemişlerdir ki, buna göre ma'nâ «bir çok umurda itâat edecek olsa idi» demek olur. Ya'ni umurı kesîrede itâat hiç vakı' olmamak lâzım gelir. Ebüssüud bu iki vechi münakaşa etmiştir, arzu eden bakabilir. Sonra Zemahşerî işbu (.......) cümlesinin rabtı hakkında şöyle bir izah yapmıştır. Bu cümle müste'nef bir kelâm olmaz, çünkü nazımda bir âhenksizliğe sebeb olur ve lâkin (.......) de ki, müstetir merfu' zamirden veya bâriz mecrur zamirden hal olarak mâkabline muttasıldır, ma'nâ şöyle demek olur: içinizde Resulullah öyle bir halette bulunuyor, yâhud öyle bir halde bulunuyorsunuz ki, onu değiştirmeniz üzerinize vâcibdir: o hal şudur: siz istiyorsunuz: ki, o size tâbi' imiş gibi hâdisatta sizin re'yinize göre amel etsin halbuki öyle yapsa haliniz yaman olur helâke giderdiniz. (.......) ve lâkin Allah size îmanı sevdirdi - sevgili kıldı, binâenaleyh îman ettiniz, bu gösteriyor ki, îman etmek için yalnız ma'rifet kâfî değil, bir irâde fi'li olabilmek için sevmek de lâzımdır. Bu haysiyyetle dînin başı mahabbettir. Netekim bir Hadîs-i şerifte (.......) kişi halîlinin, ya'ni sir dostunun dîni üzeredir, onun için her biriniz iyi bakın kime dostluk ediyor: kiminle sevişiyor.» Buyurulması bu ma'nâdandır. Yine bundan dolayıdır ki,(.......) buyurulmuştur. Ancak ulemâ, mahabbeti tabiî ve aklî olmak üzere ikiye taksim etmişlerdir. Mahabbeti tabiıyye, tab'a mülâyemettir. Mahabbeti akliyye gayede bir hayr-u menfeat idrâkinden neş'et eder ki, sıhhat için ilâcı sevmek kabîlinden gayeye nazaran tabiî, meb'dee nazaran aklî ve mecazî bir mahabbet demek olur. Binâenaleyh mebadîsi mükteseb olmak ı'tibariyle o da mükteseb addolunur. Ve bu cihetle bu şuurlu mahabbet îman ve terbiyenin iktisabı haysiyyetinde ehemmiyyeti hâiz bulunur. Netekim Hazret-i Ömer «ya Resulullaha: sen bana iki yanım arasındaki nefsimden başka her şeyden sevgilisin» demişti, Resulullah «ben sana nefsinden de daha sevgili olmadıkça iymanın tamam olmaz» buyurdu, bunun üzerine Hazret-i Ömer hemen «vallahi sen bana iki yanım arasındaki nefsimden daha sevgilisin» dedi, Resulullah da «şimdi ya Ömer! İymanın tamam oldu» buyurdu. İşte Hazret-i Ömerin böyle bir lahza içinde mahabbetini artırarak kasem ile ıkrar verebilmesi bu kabîldendir. Maamafih her iki takdirde de nefsi mahabbet bir akıl işi değil, doğrudan doğru Allahü teâlânın verdiği bir histir, Allah’ın sevdirmediği şeyler düşünmekle sevilemez, ancak Allah’ın sevdirdiği şeyler bilinmek, düşünülmek sâyesinde aklile, tecribe ile sevgi şuuruna irilebilir. İşte böyle iymanın esası bir sevgi ile alâkadar olduğu, sevgi de Allah’ın bir vergisi bulunduğu için burada buyuruluyor ki, Allah size îmanı sevdirdi, ya'ni o sayede Resulullaha îman ettiniz (.......) ve onu, o îmanı kalbinizde tezyin buyurdu - mucebince amel edip Peygambere itâat ettiniz (.......) ve küfrü, füsuku, ısyanı size kerih, iğrenç kıldı -onun için onlardan sakındınız - KÜFÜR, iymanın mukabili ınkâr ile Allah’ın ni'metlerini örtmek. FÜSUK, esasen huruc, ya'ni çıkmak demek olup ba'zan dînden çıkmak ma'nâsına kullanılırsa da o, küfürde dâhil olduğu için burada ondan beri bir ma'nâ murad olunmak lâzım gelir. Bu sebeble ekseriya sıdk-u tââttan huruc, ya'ni kavli ve fıli iymanın muktezasına uymamak ma'nâsında kullanılır. Burada küfür, îmana; füsuk ve ısyan da iymanının tezyinine mukabil demek olduğundan füsuk yalancılık ile kavlen sıdk-u tâattan huruc, ısyan da emri terk ile fılen tâatten huruc ma'nâsında olmak müreccah görülmüştür. Füsuku kebaire, ısyanı sagâire sarfetmek istiyenler de olmuştur. Şu halde (.......) da fâsık, sözü îman istikametinde olmıyan bir yalancı. Yâhud büyük günah işliyen bir günahkâr demek olur.(.......) işte onlar - öyle îmanı sevip Peygambere îman eden ve kalblerinde îman ziynetlenip mucebince amel ederek sıdk ile itaat eyliyen ve küfrü, füsuku, ısyanı menfur görüp iymanın istikametince sadakat ve itaatten ayrılmıyan kimseler (.......) dir ki, ancak rüşd sahibidirler. - Hak yolunda sarsılmadan dosdoğru giden zâtlerdir. RÜŞD, hak yolunda salâbet-ü metanet ve kemali isabetle dosdoğru gitmektir. |
﴾ 7 ﴿