12Ey o bütün îman edenler! Zannın bir çoğundan çekinin çünkü zannın ba'zısı vebaldir, tecessüs de etmeyin, ba'zınız ba'zınızı gıybet de etmesin, hiç arzu eder mi ki, biriniz kardeşinin ölü halinde etini yesin? Demek tiksindiniz! O halde Allah’a korunun, çünkü Allah tevvabdır, rahîmdir (.......) Ey o bütün îman edenler! (.......) Zannın bir çoğundan ictinab edin -uzak bulunun, beslemekten, yâhud onunla amel etmekten sakının (.......) çünkü zannın ba'zısı ağır günahtır. - İSM, sonunda üzerine ukubet terettüb eden günahtır. Çünkü zann, ıhtimal üzere bir huküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isâbet etmez, etmeyince de gayrın hakkı teallûk eden hususta o suretle aleyhine huküm bühtan ve iftira ve binâenaleyh bir vebal olur. Bahusus zannın menşeyi mücerred umurı nefsiyye olduğu zaman hatâ daha büyük olur. Zannın ba'zısı ism-ü vebal olunca da böyle bir vebal ve zarara düşmemek için ıhtıyat etmek ve hangi nevi' zandan olduğunu teemmül edebilmek üzere onun bir çoğundan sakınmak lâzım gelir. Nehy olunan çirkinliklerden bir çoğu da böyle zunundan neş'et eder. Gerçi zannın hepsi isim ve günâh değildir. Allah’a ve mü'minlere hüsni zann gibi vâcib olan zann da vardır. Netekim Sûre-i «Nur» da (.......) buyurulmuş ve hadîsi Kudsîde (.......) ben kulumun bana zannı yanındayımdır» diye vârid olmuştur. Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur ki,(.......) her biriniz Allah’a hüsni zannederek ölsün» ve buyurmuştur ki, (.......) hüsni zann iymandandır. Ameliyyatta kat'ı bulunmıyan hususatta zannî delîl ile amelin vâcib olduğu mevakı'de vardır. Sonra maîşete müteallık hususatta olduğu gibi mübah olan zanler de vardır. Lâkin zannın bir kısmı da haramdır. Yakîn vâcib olan ilâhiyyatta ve nübüvvâtta zann haram olduğu gibi Allah’a ve ehli salâha süi zann da haramdır. Nebiyyi ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur: (.......) Allahü teâlâ müslimden kanını ve ırzını ve kendisine sûi zannedilmesini haram kılmıştır. İşte bu âyet de bu siyakta vârid olmuştur. Ve hepsinin değil, ba'zı zannın ismolduğu tasrih buyurulmuştur. Burada ma'rife olarak (.......) denilmeyip de nekire ile mübhem olarak (.......) buyurulmasının nüktesinde de Keşşaf gibi ehli meânî olan müfessirîn diyorlar ki, bunun nekire gelmesi ba'ziyyet ma'nâsını ifâde etmek ve zanların içinde tebyîn ve ta'yîn olmaksızın alel'ıtlak ictinabı vâcib olanlar bulunduğunu iş'ar eylemek içindir ki, herkes hak ve bâtılı açık emâresiyle seçmeden ve iyi nazar ve teemmül etmeden zanna cür'et etmesin, Allahdan korksun. Eğer ma'rife getirilse idi zanden ictinab emri az bir zanna değil çok olan zanna menut imiş ve ictinabı lazım gelen zann çoklukla muttasıf olan zann olup az olan zanne ruhsat var imiş gibi telakkı olunabilirdi. İctinabı vâcib olan zannı diğerinden ayıracak olan mümeyyize gelince: zâhir de bir sebebi ve sahîh emâresi bulunmıyan zann haramdır, ictinab lâzımdır. Binâenaleyh mestur bir adama hüsni zann vâcib olmasa bile sûi zannda câiz olmaz. Lâkin fisk-u fücur ile tanınan kimselere süi zann haram olmaz. Bununla beraber: (.......) tecessüs de etmeyin - ya'ni mü'minlerin eksikliklerini bulacağız, açık delîl ve emâreler elde ederek zann veya yakîn husule getireceğiz diye câsus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da zâhir olanı tutun, Allah’ın örttüğünü örtün. TECESSÜS, cessten tefe'uldür. Cess aslında hastalığı sağlığı anlamak için nabz yoklamaktır ki, el ile yoklamak ve haber araştırmak ma'nâlarına gelir. Tecessüs de bundan tekellüftür ki, dikkat ve gayretle araştırmak demektir. Netekim câsus da bu maddedendir. Bir Hadîs-i şerifte şöyle vârid olmuştur: (.......) müslimînin eksikliklerini, ayıblarını tetebbu' etmeyin, Zira her kim müslimînin ayıblarını tetebbu' ederse Allahü teâlâ da onun ayıbını ta'kıb eder, nihâyet evinin içinde bile onu rezîl-ü rüsvay eyler». Rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Ömer radıyallahü anh Medînede geceleyin karakol gezerdi, bir gece bir evde tegannî eden bir adamın sesini işitti, duvardan aştı içeri girdi, baktı ki, yanında bir kadın bir de şarab var, ey Allah’ın düşmanı dedi: sen ma'sıyet yapacaksın da Allah seni muhakkak setredecek mi sandın? Adam, sen de acele etme ya emîrel'mü'minîn! dedi: ben bir ma'sıyet yaptım ise, sen üç hususta Allah’a ma'sıyet yaptın: Allahü teâlâ (.......) buyurdu, sen tecessüs ettin, Allahü teâlâ (.......) buyurdu, sen duvardan aştın, Allah celleşânühü (.......) buyurdu sen benim üzerime izinsiz girdin. Bunun üzerine Hazret-i Ömer, nasıl şimdi afvedersem siz de bir hayır var mı? - Ya'ni sen de beni afveyler tevbe eylermisin? - Dedi o da evet dedi, bu suretle bıraktı çıktı. (.......) ve ba'zınız ba'zınızı gıybet de etmesin - GIYBET, bir kimsenin gıyabında hoşlanmıyacağı bir şey söylemektir. Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur ki, «bilirmisiniz gıybet nedir? Allah ve Resulü a'lem dediler. «Kardeşini hoşlanmıyacağı bir şey ile anmandır» buyurdu. Ya söylediğim kardeşimde varsa denildi? «Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun, ve eğer söylediğin onda yoksa o vakıt ona bühtan etmiş olursun» buyurdu ki, bunu Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve sâire de zikretmiştir. Demek ki, bundan evvelki âyette yüzüne karşı ayıblamak nehyedildiği gibi burada da gıybet nehyedilmiştir. Birgivî Tarîkati Muhammediyye de bu hadîsi naklettikten sonra der ki, gıybet, din-ü Dünya ayıblarının zikrine şâmil olur. Lâkin bizim ulemamıza göre muhatabın tanıması ve sebb tarikıyle olması da şarttır. Kazîhan fetâvâsında «bir adam kardeşinin mesavîsini ihtimam suretiyle zikrederse o gıybet olmaz. Gıybet ancak gadab suretiyle sebb kasdederek zikrolunmaktır» diye mezkûrdur. Binâenaleyh münkeri tağyir için veya istiftâ için veya şerrinden tahzir için yâhud topal demek gibi ta'rif için olursa gıybet olmaz. Kezâlik, fıskı, zulmü açıklar bir kimse olur da onun fiskını, zulmünü anarsa yine gıybet olmaz. Lâkin başka bir aybını zikrederse gıybet olur. İbn-i şeyh, Enes radıyallahü anhten: Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki, (.......) her kim haya örtüsünü atarsa artık onun gıybeti yoktur. İbn-i ebiddünya, Behz İbn-i hakîmden, o babasından, o dedesinden: Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki, (.......) faciri nâs tanırken anmaktan korkacak mısınız? Onu onda olan ile anın ki, nâs sakınsın». Gazâlî sebbi şart etmemiş ve ihtimama iltifat eylememiş olduğu için daha çok daraltmıştır. Sonra gıybet üç nevi'dir. Evvelkisi gıybet edip de ben gıybet etmiyorum onda olanı söylüyorum demektir. Bu, fakıyh Ebû lleysin Tenbîhte dediği gibi kat'î haramı halâl saymak olduğu için küfürdür. İkincisi gıybet edip gıybeti mügtâba bâliğ olmaktır, bu ma'sıyettir, halâllaşmadıkça tevbe de tamam olmaz, çünkü ezâ eylemiş kul hakkı teallûk etmiştir. İbn-i ebiddünya ve Taberanînin Câbirden tahric eyledikleri şu hadîsin mahmili de budur: gıybet zinâdan eşeddir, buyurulmuş, nasıl olur denilmiş, aleyhissalâtü ves-selâm buyurmuş ki, racül zinâ eder sonra tevbe eder Allah mağfiret buyurur, gıybet eden ise sahibi mağfiret etmedikçe mağfiret olunmaz. Üçüncüsü, sahibine bâliğ olmaz. Bu hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tevbe eylemekle afvolunabilir. Ba'zıları mutlaka istihlâle muhtacdır demişler, ba'zıları da mutlaka tevbe ve istiğfar kâfîdir demişlerdir (.......) (.......) Hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi? - Gıybetin tab'an ve aklen ve şer'an şenâatini ve çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen kimse gâib olup söylenen söze şuuru bulunmamak ve o lâhzada müdafea edecek vaz'ıyyette olmamak hasebiyle bir ölü hem de kardeş olan bir ölü ve o vazıyyette onun kötülüğünü söyliyerek gıybet ile haysiyyetine saldırmak bir ölünün etlerini parçalayıp yemek ve bâhusus o saldıranın zu'münce de fena ve binaenaleyh kurtlu bir cîfe halinde bulunan o etleri hırs-ü iştiha ile seve seve yemek kabîlinden bir canavarlık olmak üzere tasvir buyuruluyor ki, ifâdedeki müteaddid mubalâgalar da dikkatten kaçmıyacak kadar bârizdir: bir taraftan takrîre, bir taraftan da inkâra muhtemil olan istifham, son derece iğrenç bir şey'e mahabbet ile alâka, fi'li istiğrak ile ehade isnad, hem sâde insan eti ile değil, kardeş eti yemekle, hem de sağ değil, ölü, ciyfe halinde yemekle temsîl olunuyor, Ve insanın namus ve haysiyyeti eti ve kanı gibi ve belki daha mühim olduğuna işâret buyuruluyor. Demek ki, gıybet böyle sefîl bir canavarlık, gıybet eden öyle alçak bir canavar mesâbesindedir. Ve işte gıybetin ta'rifinde ulemai Hanefiyyenin gösterdikleri gadab ve sebb tarikıyle olması kaydi de bu temsîlin mazmunundan müstebân olmaktadır. Çünkü etini yemek hissi düşmanlık ve gadab şiârıdır. Sahib Keşşaf gibi Ebüssüud ve daha ba'zıları istifhamı takrirî gibi göstermiş görünüyorlar. Buna göre ma'nâ şu olur: biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeği sevecek öyle mi? Lâkin biz Fahri Razînin dediği gibi inkârî olmasında ısrar etmek istiyoruz. Onun için şu ma'nayı gösteriyoruz: hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeği sever mi? Elbette sevmez değil mi? (.......) demek ki, ondan: o eti yemekten tiksindiniz - çünkü fıtrat bundan tiksinmeyi ıktiza eder. (.......) öyle ise yapmayın ve Allah’a korunun - burada vâvı atıf, bir ma'tufı aleyhin hazfine delâlet eder. (.......) demektir. Ya'ni mademki onu yemekten tiksindiniz o halde gıybeti etmeyin de Allah’ın ictinab emrettiğinden sakınarak ve yaptıklarınıza nedâmetle tevbe ederek vikayesine girin korunun (.......) çünkü Allah rahîm ve tevvabdır - tevbeyi kabulde ve rahmetini ifâzada çok beliğdir. TEVVAB ismi şerifi tevbesi pek çok ma'nâsına mübâlegalı ismi fâıl olup delâlet eylediği mübâlegada üç vecih vardır: 1) Kendisine tevbe ve rücu' eden kulları çok demektir. 2) öyle çok tevbe kabul eder ki, tevbe ile her günahı afvedebilir. Hiç bir günahkârın tevbe ile afvolunamıyacak bir gûnahı farzolunamaz. Çünkü en büyük günah şirktir. Tevbe ve îman ile Allah onu da afveder (.......) tevbe etmiyenler hakkındadır. 3) Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Öyle ki, tevbe eden bir günahkârı hiç günah yapmamış gibi afv-ü rahmetiyle bahtiyar eder. Böyle tevbeyi kabul, rahmeti eseri olduğu gibi gıybetten, kötü zanden, kötü ahlaktan nehyi de rahmeti eseridir. Rivâyet olunur ki, Selmani Farisî Sahabeden iki zata hizmet eder, yemeklerini yapardı, bir gün işinden uyuya kalmıştı, bunun üzerine bir katık istemek için onu Peygambere gönderdiler, Peygamberin yemeğine de Üsâme bakıyordu, yanımda bir şey yok dedi, Selman da gidib haber verdi. O iki zat aralarında Selman hakkında «biz onu taşkın bir kuyuya göndersek suyu çekilir» demişlerdi, sonra bu iki zat Resulullahın huzuruna vardıklarında Resulullah «neye ben sizin ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum?» buyurdu, et yemedik dediler, «her halde siz gıybet etmişiniz» buyurdu ki, bu âyet nâzil olmuştu. Bu suretle mü'minlerin uhuvveti ve mekârimi ahlâk ile tehzibleri tahrir olunduktan sonra hıtab bütün insanlara ta'mim olunarak buyuruluyor ki, |
﴾ 12 ﴿