13Ey o bütün insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, hem de sizi şaab şaab, kabîle kabîle yaptık ki, tanışasınız, haberiniz olsun ki, Allah yanında ekreminiz en takvalınızdır, her halde Allah alîmdir, habîrdir (.......) ey insanlar (.......) haberiniz olsun ki, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık - Âdem ve Havvâdan yâhud her birinizi bir ana ile bir babadan yarattık, ya'ni bu cihetle hepiniz müsavîsiniz, biribirinize karşı öğünmeğe veya şu kavim bu kavim diye tahkır etmeğe hak yoktur. Bu haysiyyetle bir insanlık uhuvveti vardır ki, o bile öyle suhriyyete ve biribirinin etini yercesine gıybete mani' olmak lâzım gelir. (.......) tanışasınız - ya'ni soylarınız, atalarınızla tefahur için değil biribirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre yardımlaşasınız. ŞUÛB, şa'bın cem'ı, KABÂİL, kabîlenin cem'ıdir. Arablar, cem'ıyyet taksîmatını insan bedeninin hılkatini esas ittihaz ederek yapmışlardır. Şöyle ki, insanın kafa tasını teşkil eden baş kemiklerinden her birine kabîle ve mecmuuna kabâil denir ve bu baş kemiklerinin biribirine kavuşup bitiştiği eke de şa'b ıtlak edilir. Bir babanın sulbünden müteşa'ıb olan kesretli bir cemaate bundan me'hûz olarak kabile denildiği gibi müteaddid kabîleleri câmi' olan ve hey'eti mecmuası bir asla mensub bulunan büyük cem'iyyete de re's ve şa'b tesmiye olunur. Bu suretle bir asla mensub olan cem'ıyyetlerin hepsinin başı ve büyüğü olan cem'ıyyet şa'bdır ki, kabîleleri ihtiva eyler. Kabîle amâreleri ıhtiva eyler ki, sadır, ya'ni göğüs mesâbesindedir. Amâre batınları ıhtiva eyler ki, türkçemizde göbek ta'birine benzer. Batın fahızleri ıhtiva eder, fahız da fasîleleri ıhtiva eyler, mecmuu altı tabaka eder. Ba'zıları fasîleden sonra yedinci olarak aşîreti saymışlardır. Meselâ: Huzeyme bir şa'b, Kinâne bir kabîle, Kureyş bir amâre Kusayy bir batın, Hâşim bir fahız, Abbas bir fasîledir. Maamafih ba'zı müfessirîn burada kabail, Arab batınlarına, şuûb da Acem, ya'ni Arabın gayrı akvam batınlarına işâret olduğuna söylemişlerdir. Hasılı bir erkekle bir dişiden yaradılıp da şuûb ve kabâile ayrılış darılıp darılıp dağılmak ve döğüşmek, söğüşmek için değil, tanışıp yardımlaşarak sevişmek ve güzel ahlâkları tatbık ederek daha büyük daha güzel cem'ıyyetler husule getirip korunmak içindir. (.......) Zira muhakkak ki, Allah ındinde en i'tibarlınız en takvâlınızdır - nefislerin kemâlâtının ve şahısların merâtib ve derecatının bütün medarı takvâdır. Şu, bu zatın nesebinden veya fulân kavmin soyundan olmak değildir. (.......) dir. Allah yanında yüksek derecelere nâil olmak istiyenler takvaya sarılmalıdırlar. ETKA, takvâdan ismi tafdıldir. Yukarılarda da geçtiği üzere takvâ lügatte vikayedendir. Vikaye, fertı sıyânet ya'ni gayet iyi korunup sakınmaktır. Aslı, vakyadır. (.......) ı tüklân ve tücah gibi (.......) sı da bakvâ gibi (.......) a kalbedilmiştir ki, nefsi korkulacak şeylerden vikayeye koyup korumak, ta'biri âharle sipere girip korunmak demektir. Lügatte hakikati budur. Sonra Ba'zan korkuya takvâ ve takvâya korku ta'bir olunur. Şerîatte iki ma'nâda kullanılır: birisi geniş olan amm ma'nâsıdır ki, sonunda Âhırette muzırr olandan sakınıp korunmak demektir. Bunun ziyadeyi ve noksanı kabul eden geniş bir sahası vardır ki, en aşağısı Cehennemde muhalled kılan şirkten sakınmaktır. En yükseği de sirrini haktan işgal edebilecek her husustan temiz tutarak bütün mevcudiyyetiyle hakka tebettüldür. Bütün ma'nâsıyle Allah’ın vikayesine duhuldür ki, (.......) kavlinde murad olan hakikî takva budur. Bir de şeri'de müteâref olan hass ma'nâsı vardır ki, mutlak olarak takvâ denildiği ve karîne bulunmadığı zaman murad bu olur: nefsi ukubete müstehıkk kılacak gerek fiıl ve gerek terk her hangi bir günahtan korumaktır. (.......) mucebince bunda kebâirden ictinab bil'ittifak lâzımdır. Sagâirden ictinab hakkında söz edilmiştir. Tirmizi ve sâirenin rivâyet ettiği bir Hadîs-i şerifte: (.......) kul be's olan şeyden sakınmak için lâbe'sebih olanı terk etmedikçe müttekılerden olmaz» buyurulmuş olması hasebiyle haram şübhesi bulunan halâllardan, ya'ni kerâheti tahrimiyye ile mekruh olanlardan dahi ictinab lâzımdır. Râgıb der ki, şer'in teârüfünde takvâ: nefsi isimden hıfzetmektir, bu ise haramı terk ile olur, bu da mubahatı terk ile tamam olur. Çünkü rîvâyet olunan (.......) hadîsi mucebince korunun kenarında otlıyan, içine düşebilir (.......) Buharî, Müslim ve sâirede tahric olunduğu üzere Resulullah sallallahü aleyhi vesellem buyurmuştur ki, halâl belli, haram da bellidir, ya'ni şer'an beyan olunmuştur. Fakat bu ikisi arasında ikisine de benziyebilen şübheli şeyler vardır ki, nâsın çoğu onları bilmez. Binaenaleyh şübühattan korunan kimse dinini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şubuhata düşen ise harama da düşer, netekim koru kenarında güden çobanın koruya düşmesi pek melhuzdur. Haberiniz olsun ki, her melikin bir korusu vardır, Allah’ın korusu da mehârimidir. Haberiniz olsun ki, cesedde bir et parçası vardır o iyi olursa cesedin hepsi iyi olur. O bozuk olursa cesedin hepsi bozuk olur. Biliniz ki, o kalbdir. Birgivî bu hadîsi naklettikten sonra der ki, lügavî ma'nâ şeri'de mümkin olduğu kadar mer'ıydir. Fartı sıyanet ma'nâsı ise sagair ve şübühattan dahi korunmayı ıktıza eder. Lâkin bu zamanda şübühatın hepsinden ıhtıraz mümkin değildir. Onun için harama karib olan şübhelerden maadası hâric olur. Çünkü tâat bikaderittâkadır. O halde takvânın tehakkukunda her bir haramdan bir de keraheti tahrimiyye ile mekruh olanlardan ictinab lüzumu teayyün eder (.......) Bu iyzahda takvanın yukarılarda zikredilmiş olan üç mertebesine de işaret edilmiş oldu, bunlar gösteriyor ki, takvalı olabilmek için korunulması lâzım gelen günahları, tehlikeleri bilmek lâzım gelecek, ılm olmadan takva olamıyacaktır. Bu ise (.......) mazmununa işâret olur. Bu cihetle takvâ lâzımı olan havf-ü haşyet ile tefsir edilecek olursa en takvâlı demek Allahdan en çok korkan ma'nâsını da ifâde eder. Bu suretle bu âyet, ya'ni bu âyette işbu (.......) düsturu bu sûrenin bir gayesi olarak mülâhaza olunmak ıktiza edecektir. Başta (.......) buyurulması da bunu anlatır. Bir Hadîs-i şerifte buyurulmuştur (.......) her kimi nâsın en mükerremi olmak mesrur ederse Allah’a takvâlı olsun», diğer bir Hadîs-i şerifte de aleyhıssalâtü vesselâm buyurmuştur: ey nâs! insanlar iki adamdan ıbarettir: biri mü'min, tekıy, Allah yanında kerîm, biri de fâcir, şekıy, Allah yanında hakır. İbn-i Abbastan da şöyle merviydir: Dünyanın keremi zenginlik, Âhıretin keremi takvâdır (.......) şübhe yok ki, Allah alîmdir habîrdir - sizi ve her yaptığınızı bilir ve ahvalinizin iç yüzünden de haberdardır. Hanginiz etka olduğunu o bilir (.......) Şimdi müsliman olup da henüz iymanın bu yüksek zevkıne irecek kadar terbiye almamış olanlara bu tehzibi vermek ve hakka ihtimam ile ta'lim ve terbiye sadedinde lemz-ü gıybet hukmü câri olmıyacağını anlatmak üzere buyuruluyor ki, |
﴾ 13 ﴿