14

A'râbîler îman ettik dediler, de ki, siz henüz îman etmediniz ve lâkin henüz îman kalblerinizin içine girmemiş olduğu halde islâma girdik deyin ve eğer Allah’a ve Resulüne itâat ederseniz size amellerinizden hiç bir şey eksiklemez, çünkü Allah gafur, rahîmdir

(.......) dediler - Medîne civarında Beni Esed İbn-i huzeyme kabîlesi ganimet hevesiyle müslimanlığa girmişlerdi, rivâyet olunduğuna göre bir kıtlık senesi Medîneye gelmişler ve iki kelimei şehadeti ızhar eylemişlerdi. Peygambere karşı: biz Benû fülân, Benû fülân gibi sana kıtâl yapmadık, eskal ve ıyal ile geldik diyorlar, sadaka gözetiyorlardı ve yaptıklarını Peygambere mennetmek istiyorlardı bu nâzil oldu (.......) de ki, siz îman etmediniz.

Çünkü îman yalnız dil ile ıkrardan ıbâret değil, yürekten sevgi ile vüsuk ve ıtmi'nana mukarin tasdık olmak lâzımdır. Bu ise anlatılacağı vechile henüz hasıl olmadı, yoksa müsliman olduk diye Peygamberi minnetdar etmeğe kalkışılmazdı (.......) ve lâkin henüz îman kalblerinize girmemiş olduğu halde islâma geldik deyin - ya'ni müslimanlığa ıkrar verdik, silme girdik deyin, böyle derseniz yalan söylememiş olursunuz. Çünkü harbin zıddı olan silme duhul ve inkıyad ma'nâsına islâm muharebeyi terkedip de zâhirde ıkrar vermekle hasıl olabilir. Halbuki kalbde sağlam tasdık olmadan îman ettik demek yalan olur. Burada sözün gelişi (.......) demeyin ve lâkin (.......) deyin, yâhud «siz îman etmediniz ve lâkin islâma girdiniz» denilmekti. Lâkin birincisi îmanı söylemekten sarih nehiy şeklinde olacağı, ikincisi de şer'an ı'tibarının şartı olan îman, maksud olduğu halde islâmlarına cezm ifade edeceği için bunlardan ihtiraz olmak üzere nazmın üslûbu bu nâzük şekle ifrağ edilmiştir.

Fahruddini Râzî burada «mü'min ile müslim Ehl-i Sünnete göre birdir. Nasıl olup da burada bu fark anlaşılabiliyor diye sorarak buna şöyle bir cevab verir: âmm ile hâssın farkı vardır. Îman ancak kalb ile hasıl olur. Ba'zan onunla beraber lisan ile de olur. İslâm ise eamdır, lâkin hâss suretinde amm ile hass müttehıd bulunur. (.......) Râgıb da Müfredatında şöyle der: islâm, şeri'de, iki kısımdır. Birisi iymanın dunundadır ki, bu, lisan ile ı'tiraftır. Bununla dem sıyanet olunur. Beraberinde i'tikad gerek olsun gerek olmasın (.......) âyetinde bu ma'nâ kasdolunmuştur. Birisi de iymanın fevkındadır ki, bunda lisanen ı'tiraf ile beraber hem kalben ı'tikad, hem vefa hem de Allahü teâlâya bütün kaza ve kaderinde teslimiyyet vardır. Netekim İbrâhim aleyhisselâm hakkında (.......) buyurulması böyledir. Kezalik (.......) kavli bu ma'nâyadır. Beni rızâna teslim olan kullarından kıl demektir. Şeytanın kaydinden sâlim kıl ma'nâsına olmak da caizdir. İlh... İmamı A'zama mensub Fıkhi ekberde de şöyle mezkûrdur: îman, ıkrar ve tasdıktir, islâm Allahü teâlânın emirlerine teslim ve inkıyaddır. Binaenaleyh îman ile islâm arasında lügat tarikından fark vardır. Ve lâkin hukmi şeri'de islâmsız îman, iymansız islâm olmaz:

Bu ikisi zâhr ile bâtın: yüz ile astar gibidir. Dinde îman ve islâm ve şeriatin hepsine birden vakı' olan isimdir (.......) Demek olur ki, yukarılarda (.......) âyetinde ve daha ba'zı yerlerde geçtiği üzere islâm kelimesi lügatte maddei asliyyesi olan silm-ü selâmet ve hemzesinin dühul ve tadiye ve diğer ma'nâlarına nazaran silm-ü müsalemete girmek veya koymak, selâmete çıkarmak, sâlim olmak veya sâlim kılmak: ıhlâs ve teslîmiyyet ve inkıyad gibi bir kaç ma'nâya gelebildiği cihetle islâm ile iymanın mefhumlarında lügat noktai nazarından muhtelif farklar bulunduğundan şeri' daha ziyade bunların ikisinin birlikte ictima' ve tehakkuku haysiyyetlerine i'tibar etmiş olmakla beraber lügavî mefhumları da az çok nazardan ıskat etmemiş bulunmasına mebnî isti'mali şer'îde üç ma'nâ hasıl olmuştur.

Birincisi: biri diğerinin şartı olmak, biri zâhir, biri bâtın noktai nazarından asıl bulunmak gibi bir mefhum farkıyle beraber tehakkukta müsavî, i'tibarda mütelâzim olmalarıdır. Meselâ iymanda islâmın hem bâtında ıhlâs mefhumu hem zâhirde teslim mefhumu şart olduğu gibi islâmda da îman bir medlûl olmak üzere şarttır. Bundan dolayıdır ki, Sûre-i (.......) size selâm veya silm veren kimseye mü'min değilsin demeyin» buyurulmuş ve bu sebeble mü'min ve müslim hakikatde bir addedilmiştir. Buna ma'nâyı ma'rufiyle islâm demek muvafık olur.

İkincisi: islâm iymandan eamm ve onun bir mukaddimesi olmak üzere iymanın dununda bir ıkrar ve îman, islâmın bir gâyesi olmak üzere fevkında bir medlûl ifade etmesidir ki, bu âyet bu ma'nâ üzere varid olmuş ve Râzî yalnız bu farkı kayd eylemiştir. Bunu hakikî ve halîs müslimanlık mukabilinde resmî müslimanlık diye de ifade edebiliriz. Bu henüz müslimanlık değil, müslimanlığa bir giriştir. Burada ıhtar olunuşu da bilhassa bu nükte içindir. Ve onun için (.......) diye tasdık buyurulmamış (.......) diye lügavî noktai nazardan ıhtar yapılmıştır, bir de «sadikune» tekabül ettirilmiştir.

Üçüncüsü: iymandan ehass ve onun bir kemali, bir gayesi olmak üzere favkında olan islâmdır ki, (.......) buyurulduğu üzere ihsan mertebesini dahi mütetezammın bulunan ve (.......) hakikatinin müfadi olan ve (.......) hıtabiyle de burada işaret ve tergib buyurulan ma'nâdır. Bu ma'nâya sevk olunmak üzere buyuruluyor ki, (.......) ve eğer Allah’a ve Resulüne itâat ederseniz - ya'ni zâhiren şehadet ile ıkrar verildiği gibi kalben de ıhlâs ile îmana terakkı edip mü'mini kâmil ve müslimi sadık olmak üzere mucebince amel ederek Allah ve Resulünün emirlerini seve seve icra ederseniz (.......) Allah size amellerinizden hiç birini eksik olarak ödemez - değerinden eksik ecr ile karşılamaz (.......) çünkü Allah gafurdur -itâat edenlerin kusurunu mağfiret eyler (.......) rahîmdir. - Rahmetinden fadlıyle ecir verir. Mü'min nasıl olur denilirse:

14 ﴿