KÂF(.......) Sûresi mekkîdir. Buna (.......) Sûresi dahi denilir. Âyetleri - kırk beştir. Kelimeleri - Üç yüz yetmiş beş. Harfleri - Bin dört yüz yetmiş yedi. Fasılası -(.......) harfleridir. Sûre-i «Hucurat» ın âhiri (.......) ile nihâyet bulmuştu, bu ise bir istıkbal, bir âhıret ıhtar ediyordu ki, işte (.......) O istıkbalin mes'uliyyetini ıhtar etmek üzere o hududa açılan bir kapıdır. Fetihten sonra dâirei islâma yeni girenlerin (.......) mazmunu üzere tehzib ve terbiyelerini istikmal zımnında dahilî ıslahat ile yeniden cihada ihzar eden medenî «Hucurat» Sûresinden bu suretle yeni Mekkî olan Sûre-i Kafa geçilmesi islâmın cihana yayılmak için peyderpey inkişafatındaki bir inkılâb devresine daha işarettir. Müslim ve gayrisinde Cabir İbn-i Semüre radıyallahü anhden rivâyet olunduğu üzere Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem bu Sûreyi çok kerre sabah namazında okurdu. İbn-i mâce ve gayrisinde, Kutbetibni Malikden rivâyet olunduğuna göre de aleyhissalâtü ves-selâm bunu sabah namazının ilk rek'atinde kıraet buyururdu. Ahmed ve Müslim ve Ebû Davud ve İbn-i Mâce ve Tirmizî ve Nesâî Ebû Vakıdi Leysîden rivâyet etmişlerdir ki, Resuli ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem Bayramda (.......) okurdu. Ebû Davud ve Beyhekî ve İbnimâce ve İbn-i Ebi Şeybe, Ümmühişam binti Hâriseden de şöyle rivâyet eylemişlerdir: demişdir ki, ben (.......) i başkasından değil, sırf Resulullahın femi saadetinden ahz eylemişimdir. Her Cum'a minberde nâsa hutbe iyrad ettiği vakıt okurdu. İbn-i Merduye hadîsinde de Ebil'alâ radiyallahü anhten merfuan (.......) öğreniniz» diye vârid olmuştur. Bütün bunlar gösteriyor ki, bu Sûre en büyük Sûrelerdendir. Tıvali mufassal denilen Sûreler de buradan başlar. 1ve Kur’âni mecîd hakkı için. (.......) Sûresinin başlayışında ziyâde bir benzeyiş vardır. Evvelâ, ikisi de birer harf ve Kur’âna kasem ve (.......) ile başlıyor, kâfirlerin teaccübüne tearruz ediyor. Onun evvelinde (.......) âhirinde (.......) bunun evvelinde (.......) buyuruluyor. Onda iymanın şartlarından ilk esas olan tevhide, bunda ba's-ü haşre ınayet buyuruluyor. (.......) yazılışta harf, okunuşta kaf isim tarzındadır. Zâhir olan harfin ismi, bundan da bu Sûrenin ismidir. Bu münasebetle Kaf dağından da bahsedilmiş. Remzen veya sarahaten emri hâzır olması ihtimali de söylenmiştir. Doğrusu diğerleri gibi bu da müteşabihattandır. Te'vilini Allah bilir. Fahrüddini Râzî burada evvelâ şu ıhtaratda bulunmuştur: yukarılarda anlatmış idik ki, böyle Sûrelerin evvelindeki harfler, okunacak Kur’ân’ı iyi dinletmek için sâmim dikkatini uyandırmak üzere tenbihattır. Yine anlatmış idik ki, ıbadetin kalb ile olanı, lisan ile olanı, bedenin zâhirdeki cevarihi ile olanı vardır. Cariha ile olanlar içinde ma'nasına akıl iren de var, ma'nası akl ile bilinemeyip sırf teabbüdî olan da vardır. Netekim Hacda remiy ve sa'y ve sâire gibi ameller böyledir. Kalbî akıydeler içinde ılmi tevhid ve imkânı haşr ve Allah’ın sıfatı ve Peygamberlerin doğruluğu gibi hem aklın delil ile bildiği kısım vardır hem de kıldan ince kılıçtan keskin sırat, ve amelleri tartacak mizan gibi şeri' olmadıkça cezm-ü tasdık mümkin olmıyan kısım vardır. Şu halde ıbadeti lisaniyye olan zikirlerde de böyle olmak gerektir. Bunların da Kur’ân’ın ekserîsi gibi hem ma'nasına akıl iren kısmı vardır, hem de bu teheccî harfleri gibi ma'nâsını aklın kavrıyamıyacağı veya anlamadığı kısım vardır. Çünkü onu telâffuzdan maksad sırf emre inkıyaddır. Yoksa kelâmda mu'tad olduğu üzere bir huküm veya hoş bir kıssa, yâhud (.......) gibi güzel bir maksad ifâdesi değildir. Belki mücerred söylemek sâdece teabbüd olur. Bunu şu cihet de te'yid eder: bu harflere yemîn edilmiş bulunuyor' muksemü bih mevkıindedirler, halbuki Allahü teâlânın tîn ve zeytuna kasemi onlara şeref vermek olduğu gibi ma'rifetin delîli ve ta'rifin aleti olan şerefli kelâmın aslı olan harflere kasemi de onların ayrıca bir şerefi hâiz olduklarını evleviyyetle ifâde eder. Şimdi bu noktada şunları mülâhaza etmek gerektir: 1- Allahü teâlâdan kasem ya (.......) gibi bir şeye ve (.......) gibi bir harfe vakı' olmuştur, yâhud (.......) gibi iki şeye ve (.......) gibi iki harfe, yâhud (.......) gibi üç şey'e, ve (.......) gibi üç harfe, yâhud (.......) da (.......) de olduğu gibi dört şey'e ve (.......) gibi dört harfe, yâhud (.......) de olduğu gibi beş şey'e ve (.......) gibi beş harfe olmuştur. Beş şeyden ziyadeye kasem yalnız bir Sûrede vardır ki, o da (.......) dır. Beş harften ziyâdeye hiç kasem yapılmamıştır. Zira hurufı asliyyesi beşten ziyâde kelime istiskal edilmiştir. Ma'nâ için terkibinde sekıl görülüp kabul edilmeyince ma'nasına ılim ihata olunamadığı veya ma'nası olmadığı zaman daha şiddetle istiskal edilmek lâzım gelir. 2- Mahud şeylere kasemde kasem harfi olan (.......) zikredilmiş (.......) denilmiş, lâkin harflere kasemde kasem harfi zikredilmemiştir. Meselâ (.......) denilmemiştir. Zira kasem harflerin kendilerine olunca harfi harfe âlet makamında iyrad müsavatı ıhlâl ederdi. 3- Allahü teâlâ, (.......) gibi eşyaya kasem etmiş, onların asılları olan cevheri ferdlere, basît maddelerine kasem etmemiştir. Fakat harflere terkibsiz olarak kasem etmiştir. Zira eşyanın terkibinde maddesi en güzel bir halde bulunur. Lâkin harfler terkib olununca yemîn lâfızlarına değil, Semâ ve Arz gibi ma'nâlarına âid olmuş olur. Ma'nâsız terkibe nazaran ise müfred eşref olur. Onun için hurufun yalnız müfredatına kasem edilmiştir. 4- Sûre-i «Bakare» de geçtiği üzere harflere kasem yirmi sekiz Sûrededir. Adedleri harflerin adedince olan eşyaya kesem ise ki, (.......) den gayrisindedir on dört Sûrededir. Çünkü hurufun gayri şeylere kasem Sûrelerin evvelinde de vardır, esnasında da vardır. Meselâ: gibi. (.......) Harflere olan kasem ise ancak Sûrelerin evvellerindedir. Ve orada güzel olmuştur. Zira mefhum arasında gayri mefhum güzel olmazdı, onun için Sûre evvellerinde eşyaya kasem hurûfe kasemin yarısı kadardır. 5- Harflere kasem, Kur’ân’ın iki nısfının ikisinde de hattâ yedi kısmında da vardır. Eşyayı ma'dudeye kasem ise yalnız nısfı ahîrde, hattâ (.......) dan maadası kısmı ahîrdedir. Zira ekseriya harflere kasemden sonra Kur’ân veya kitab veya tenzil zikredilmiş (.......) buyurulmuştur. İşte Kur’ân’ın hepsi harflerle edâ olunan bir mu'cize olduğundan onlar her kısımda bulunmuş, ma'dud eşyaya kasem ise böyle değildir. Bundan sonra Râzî «Kaf» a mahsus mebâhisten olmak üzere şunu da ilâve eder: Kaf Arzı muhît olan bir dağdır ki, Semânın etrafı onun üzerindedir denilmiş, bu kavil, vücuh ile zaıyftir: 1- : Kıraet vakf üzeredir, halbuki cebel ismi olsa idi yemîn edilmiş olmakla vasılda vakıf câiz olmazdı. 2- (.......) gibi kasem harfi ile söylenmek lâzım gelirdi. Çünkü harfi kasemin hazfolunduğu mevakı'de muksemi bih (.......) gibi kaseme müstehıkk olarak hazfe karîne olur. (.......) denmez. 3- Öyle olsa (.......) yazılırdı. (.......) kabîlinden olurdu. Halbuki bütün Mushaflarda (.......) harf yazılmıştır. 4- Bunda zâhir olan harf olmaktır. Gerçi onun İbn-i Abbastan menkul olduğu da söylenmiştir, lâkin İbn-i Abbastan menkul olan (.......) ın bir dağ ismi olmasıdır. Amma burada bu (.......) ile murad o dağ olduğu sâbit değildir (.......) Demek ki, Râzî esas ı'tibariyle «Kaf» dağı diye söylene gelen rivâyeti inkâr etmiyor, burada onunla tefsiri zaıyf buluyor. Âlûsî de rivâyetleri kaydettikten sonra şöyle diyor: «Karafî, Kaf dağının vücudu olmadığına zâhib olmuş ve buna bürhan getirerek delîli olmıyan şeye ı'tikad caiz olamıyacağını söylemiş. İbn-i Haceri Heytemî de vârid olan rivâyetleri ileri sürerek ona ba'zı ı'tirazda bulunmuştur. Âlûsî bunları hikâye ettikten sonra: ben de diyor Karafînin dediği gibi his şehadetiyle bu dağın vücudu olmadığına zâhib oluyorum. Çünkü bu Arzın berrini, Bahrini medarı seretâna kadar kaç kerreler kat'ettiler. Öyle bir şey müşahede etmediler. Gerçi o haberleri râvîlerinden bir cemaat sahih tahric edercesine iltizam ile rivâyet eylemişler ise de onların sıhhatine ta'n etmek hissi tekzib etmekten ehvendir. Bu, bulamamaktan dolayı vücudu nefyetmek kabîlinden de değildir. Zelzele işinin de öyle bir dağa tevakkufu yoktur, çünkü zelzeleler Arzın salâbetiyle beraber çıkmak istiyen buharların tazyikındandır. Ve biraz insaf damarı olanlar nazarında bunu inkâr etmek mükâberedir. (.......) Biz de bu münasebetle şunu söyliyelim ki, daha hakîm olan Râzî bu hususta daha insaflı hareket etmiştir. Bizce insaf rivâyetleri tekzib etmekte değil, bir mahmili sahih bulmaktadır. Gerçi bu hususta Peygambere kadar ref'edilen bir hadîs yoktur. Fakat bir kısım ulemânın kanâatlerini gösteren şayi' bir telâkkî vardır. İbn-i Cerîrin ve İbn-i Münzirin rivâyetlerine göre İbn-i Abbas şöyle demiştir: Allahü teâlâ bu Arzın arkasından onu muhît bir deniz, onun arkasından bir cebel yaratmıştır ona «Kaf» denilir. Semâi Dünya onun üzerine sarkmaktadır. ilh... Demek ki, «Kaf» Arzı kaplamış olan bahri muhîtı Muhîttır. Bu ifâdeye göre Kaf dağı denilen şey kürei nesîm olmuş olur. Zira biz biliyoruz ki, Arzı etrafından kaplıyan bir Bahri muhît vardır, Bahri muhîtı de kürei nesîm kaplamıştır. Ve Semai Dünyanın etekleri bu kürei nesîm üzerindedir. Bizim gök ta'bir ettiğimiz zümrüd gibi göklük burada müncelîdir. İbn-i Münzirin, Ebû şşeyhın, Hâkimin, İbn-i Merduyenin Abdullâh İbn-i büreydeden rivâyetlerinde: «Kaf», Dünyayı muhît zümrüdden bir dağdır ki, Semanın etekleri onun üzerindedir diye zümrüd ile ifâde edilmesi de teşbihi belîğ kabîlinden olmak üzere bu rengi te'yid eyler. Buna dağ ta'bir olunması da şekli kürevîsi ile fevkal'ufuk irtifa' ve azameti haysiyyetinden yâhud bir menba' ve mahzen olması noktai nazarından olmak gerektir. Bununla beraber İbn-i Ebiddünyanın Ebû şşeyhın tahriclerinde «Kaf» yalnız Arzı değil, âlemi muhît olmak üzere de nakledilmiş ve damarları Arzın içine kadar indiği ve zelzeleler onun damarlarının hareketinden husule geldiği de söylenmiştir. Bu noktaya gelince «Kaf» kelimesi bize eski Yunanîlerde dahi ma'ruf olan ve her şeyin menbaı olmak üzere maddenin bir halitai kül mahiyyetinde mülâhaza edilen ilk halini ifâde eyliyen (.......) kelimesini hatırlatmıştır. Kaf dağı rivâyetleri Hazret-i Peygambere istinad ettirilmemiş bulunduğu için bunu eski zamanlarda pek şayi' olmuş bir nazariyye kabîlinden telâkkî etmekte hiç bir mahzur yoktur. Lâkin bunu tefsir için esas ittihaz etmek muvafık olmaz. (.......) harfini müteşâbih olarak kudretullaha bir remiz telâkkı etmek Kaf dağı denilen imkân âlemiyle tefsir etmekten daha münasib olur. (.......) Ve Kur’ân’ı mecîd hakkı için - MECİD, mecd sahibi, mecd, geniş kerem ile alâkadar büyük şeref ve şandır. Şu halde Kur’ân’ı mecîd, şerefi kîtabların hepsinden büyük olan yâhud ma'nâsını bilip amel edeni şereflendiren şanlı Kur’ân demek olur. «Vav» kasem, yâhud kaseme atf içindir. «Kaf» ile şanlı Kur’âna kasem edilmiştir. Kasemin cevabı maba'di karînenesiyle mahzuftur, ya'ni sen münzirsin inzar için geldin |
﴾ 1 ﴿