9Ve şunlarki onlardan önce yurdu hazırlayıp îmana sahib oldular, kendilerine hicret edenlere mahabbet beslerler, ve onlara verilenden nefislerinde bir kaygı duymazlar, kendilerinde ihtiyaç bile olsa iysar ile nefislerine tercih ederler, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlardır o felah bulanlar. Ve şunlarki - bunlardan murad Ensardır. Bunun rabtında üç vecih söylenmiştir. Birincisi «muhacirîn» üzerine ma'tuf olmasıdırki en racih olan da budur. Bu surette bunların da muhacirîn gibi feyiden hakları olduğu anlatılmış olur. İkincisi (.......) ye ma'tuf olmasıdır. Bu surette onlara sadakatte iştirâkleri tasrıyh edilmiş, fey'e iştirâk hakları delâleten anlatılmış olur. Üçüncüsü ma'tuf olmayıp (.......), istinafiyye, (.......) mübteda', (.......) haber olmaktır. Bu surette evsaf ve ahlâkı memduhaları ayrıca bir ı'tina ile müstekıllen anlatılmış ve fey'e istihkakları tasrih olunmamakla beraber bu evsaf dolayısiyle delâleten yine ifade edilmiş olur. Çünkü üç takdirde de iysâr ile medih, esas ı'tibaiyle bir istihkak veya salâhiyyetin sübutünü ifade eder. Yoksa bir hak ve salâhiyyet bulunmıyan yerde kendi hakkından feragatle aharı tercih demek olan iysârın bir ma'nası olmaz. Bunların evsafında Buyuruluyor ki, (.......) onlardan evvel yurdu hazırlayıp îmana sahib oldular (.......) gibi hazırlamak ve hazırlanmak ma'nalarına geldiği gibi bir de (.......) bir mekâna, bir konağa konmak, tezevvüc etmek ve bir yeri meb'e ittihaz eylemek ma'nalarına da gelir. Meb'e dahi konacak menzil, konak, yurt demek olduğu gibi rahimde yavru yatağına da denir. Burada bundan istiare olması da beliğ bir ma'na olur. DAR, esasen etrafına hudud çevrilen ve her türlü süknâ levazimini ihtiva eden büyük konak veya yurt ve vatan demektir. Burada «eddar» dan Murad'da îman karinesiyle darı islâmdır. Bunların muhacirlerden evvel tutunup hazırladığı ilk darı islâm, ehli islâmın ilk barındığı ve islâm medeniyyetinin ilk inkişafa başladığı Medineimünevvere olduğundan müfessirin bunu Medîne diye tefsir etmişlerdir. İlk önce Ensarı kiramın Medînei münevvereyi islâm ve îmana hazırlamaları üzerinedirki Resulullah ve sair muhacirîn oraya hicret edip birleştiler ve bu sebeble ona Darülhicre, Arzullah, Medîne, Taybe, Tayyibe namları dahi verildi. Sûrei Ahzabda geçtiği gibi eskiden ona veya bulunduğu mevkıe Yesrib denilirdi. Medîne kelimesi de medeniyyet yeri, büyük şehir ve memleket demek olduğu ma'lûmdur. (.......)«dar» e ma'tuftur. İbn-i Atıyyenin dediği gibi mef'uli ma'ah olmasıda güzel bir vecihtir. Bu surette ba'zılarının dediği gibi (.......) kabîlinden olmak üzere (.......) gibi bir fiıl takdirine hacet kalmaz. Muhacirîn içinde Ensardan evvel îman etmiş olanlar bulunduğunda şübhe yoksa da îman ile Medîneyi ihzar etmek ı'tibariyle Ensar, mukaddem olduğu cihetle (.......) buyurulmuştur. Maamafih burada (.......) onların hicretlerinden evvel demek olabileceği gibi îman emn-ü emandan if'al olmak da melhuzdur. Bu suretle Ensar, Muhacirînin hicretinden evvel Akabe biy'atiyle vatanları olan Medîneyi darı islâm yapmak üzere te'min edip îmana sahib oldular (.......) kendilerine hicret edene mahabbet ederler - başta Peygamber olmak üzere hicret eden o sadıkları gerek zengin ve gerek fakîr severler, bu vechile sadakatlerini ibraz ederler (.......) ve onlara verilenden göğüslerinde bir hacet duymazlar - ya'ni muhacirlere gerek feyi ve gerek saireden herhangi bir şeyden dolayı gönüllerinde bu bize gerekti, bizim buna ihtiyacımız vardı gibi içlerine batacak bir kaygu, bir teessür duymazlar. (.......) kendilerinde bir açıklık ya'ni bir ihtiyac olsa bile nefislerine iysâr ederler - burada iysârın mef'ulü hazfedilmiştir. Binaenaleyh muhacirîn yahud da eamm olmak muhtemildir. Ya'ni muhacirînin yâhud alelıtlak mü'min kardeşlerinin ihtiyacını kendilerininkinden daha müessir, daha üstün tutarak onları nefislerine takdim ve tercih ederler. Ki, ahlâkın, tok gözlülüğün en yükseğidir. Netekim Resulullah Benî Nadır emvalinden muhacirîne taksim etmiş ve Ensardan ihtiyacı bulunan üç kişiden maadasına vermemiş ve buyurmuş idi ki, Dilerseniz emvalinizden ve diyarınızdan muhacirîne pay verirsiniz bu ganîmette de onlara iştirâk edersiniz ve dilerseniz diyarınız, emvaliniz sizin olur bu ganîmetten pay almazsınız. Bunun üzerine Ensar, hem mallarımızdan ve diyarımızdan onlara taksim ederiz hem de ganîmeti onlara iysâr eyleriz, onda kendilerine müşareket de etmeyiz dediler. Müfessirînin bir kısmı sebeb-i nüzulün bu olduğunu söylemişlerdir. Bundan başka, Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve daha ba'zıları Ebû Hüreyreden şöyle rivayet etmişlerdir: Resulullaha bir adam geldi, ya Resulullâh (.......) zaruret beni musab kıldı. Ya'ni açlıktan dermansız kaldım, dedi. Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem haremlerine haber gönderdi, onların yanlarında hiç bir şey bulunmadı, Bunun üzerine aleyhissalâtü ves-selâm: «Bu adamı bu gece müsafir edecek bir adam yok mu ki, Allah ona rahmet buyursun» dedi. Derhal Ensardan bir zat ki, rivayetin birinde Ebû Talha denilmiştir, kalktı «ben ya Resulâllah» diye cevab verdi, hemen o adamı alıp evine götürdü, zevcesine de Resulullahın müsafirine ikram et diye tenbih etti, kadın «vallahi benim nezdimde sabiyyenin azığından başka bir şey yok» dedi, o halde dedi «kız çocuğu akşam yemeği istediği vakıt onu uyut, kandili de söndürüver, Resulullahın müsafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim» dedi ve öyle yaptı, sonra o müsafir sabahleyin Resulullaha vardı, bu gece Allah fülân ve fülândan acîb hoşnud oldu, dedi, Allahü teâlâ da haklarında bunu indirdi: (.......) Hâkim ve İbn-i Merduye ve Şuabda Beyhekî dahi İbn-i Ömer radıyallahü anhüma hazretlerinden şöyle rivayet etmişlerdir: Resulullahın ashabından bir zata bir koyun başı hediyye edildi, o da «kardeşim fülân ve ıyâli buna bizden daha muhtacdır» dedi, ona gönderdi, o diğer birine, o da diğer birine bu suretle tam yedi ev dolaştı nihayet yine evvelkine döndü geldi, bunun üzerine (.......) nâzil oldu, Bunlar yalnız sebeb-i nüzul hakkındaki rivayetlerdir. Yoksa Ensarın ve Eshabın böyle nice iysâr misalleri vardır. Hattâ Ensardan iki zevcesi bulunanlar zevcesi olmıyan muhacirlerin evlenmesi için zevcelerinden birini terk bile etmişlerdi. Yermûk vak'asında şehidler içinde son nefesine gelmiş yaralıların kendilerine verilen bir yudum suyu bile yanında inliyen arkadaşından, arkadaşına nasıl iysâr edip dolaştırdığı tarihî vakı'anın kudsiyyeti Akifin Safahatında ne güzel tasvir edilmiştir. (.......) her kim de nefsinin şuhhundan, ya'ni hırsından, kıskançlığından, nekesliğinden korunursa işte onlardır ki, felâh bulanlardır. - Sonunda her mahzurdan kurtulup her mürada irenlerdir, bu tezyil hem ahlâkî bir seadet düsturu, hem de Ensarın ve onların ahlâklarına imtisal edenlerin medhiyle haklarında bir tebşirdir. ŞUHH, nefsin, behıllik, nekeslik, hasislik dediğimiz hırs ve kıskançlık huyudur ki, buhl bunun fı'liyyatındaki tezahürüdür. Ya'ni nefiste bir garîze olması haysiyyetiyle şuhh, fı'len men'e de buhl denilir. Râgıb bunu, âdet haline gelmiş hırs ile buhl diye ta'rif etmiştir. İbn-i münzirin Hasenden rivayetine göre buhl insanın elindekini kıskanması, şuhh da her kesin elindekini kıskanması diye ta'rif edilmiştir. Abd İbn-i Humeyd, İbn-i Cerîr, İbn-i ebî Şeybe, İbn-i ebî Hatim, Beyhekî, Hâkim ve dâha bir takımlarının rivayet ettiği vechile İbn-i Mes'ud radıyallahü anh Hazretlerine bir âdam gelmiş, ben korkuyorum ki, helâk oldum demiş, neye? demiş, çünkü, demiş: dinledim Allahü teâlâ (.......) buyurmuş ben ise şehîh bir adamım, hemen hemen benden bir şey çıkmaz. İbn-i Mes'ud Hazretleri de o şuh değil, buhuldur, buhulde de hayır yoktur, Allahü teâlânın zikrettiği şuhh ise kardeşinin malını zulmen yemendir. Diye cevab vermiştir. İbn-i Münzirin ve İbn-i Merduyenin rivayet ettikleri vechile İbn-i Ömer radıyallahü anhüma Hazretleri de demiştir ki, şuhh bir adamın malını men'etmesi değil, kendisinin olmıyana göz dikmesidir. Âlûsi bunları naklettikten sonra der ki, lügaviyyûnun hiçbirinde şuhhun bu ta'riflerinden birşey görmedim, murâd buhlün nihayet derecesi olmalıdır ki, bununla muttasıf olan kimse başkasının malına bile buhl eder. Gayrın cömerdlik etmesini arzu etmez, ondan nefsi münkabız olur da yapmasın diye çalışır, yâhud o derece hırslı olur ki, mü'min kardeşinin malını zulmen yer ve yâhud kendisinin olmıyan şeylere göz diker, başkasında olmasını da gönlü hoş görmez kıskanır. Bu âyetten şuhhun, ihtirasın son derece mezmum olduğu anlaşılır. Çünkü felâh şuhdan vikaye edilenlere kasredilmiş olmakla ondan vikaye edilmemiş olanlar felâh bulanların haricinde kalmış olur. Bunun zemmi hakkında bir çok haberler de varid olmuştur. Hakîmi Tirmizî ve Ebû Ya'la ve İbn-i Merduye Enes radıyallahü anhten merfu'an rivayet etmişlerdir: (.......) İslâmı şuhhun mahvetmesi gibi hiç bir şey mahvetmez.» İbn-i Ebî Şeybe, Nesâî ve Beyhekî ve Hâkim Ebû Hüreyre radıyallahü anhten merfu'an rivayet etmişlerdir: (.......) Allah yolunda bir toz ile Cehennem ateşinin dumanı bir kulun cevfinde ebedâ ictima' etmez, îman ile Şuh da bir kulun kalbinde ebedâ içtima' etmez». Ebû Davud, Tirmizî garib diyerek, Edebde, Buharî ve daha diğerleri Ebû Sa’îdi Hudrî radıyallahü anhten merfu'an rivayet eylemişlerdir: (.......) İki haslet müslimin içinde ictima' etmez: buhul ve ehlâk kötülüğü». İbn-i ebiddünya ve İbn-i Adiy ve Hâkim ve Hatîb Enes radıyallahü anhten rivayet etmişlerdir: Demiş ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allahü teâlâ Adn Cennetini halketti ve ağaçlarını yediyle dikti, sonra ona nutka gel buyurdu (.......) dedi, Allahü teâlâ da buyurdu ki, (.......) Izzet ve celâlim hakkıyçin bana sende hiç bir behıl mücavir olmaz.» Sonra Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bunu okudu:(.......) Ahmed, Edebde Buharî, Müslim, Beyhekî, Cabir İbn-i Abdillah radıyallahü anhten rivayet eylemişlerdir ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: (.......) Zulümden sakının çünkü zulüm Kıyamet günü zulümattır. Şuhdan da sakının çünkü şuh, hırs ve kıskançlık, sizden evvelkileri helâk etti, birbirlerinin kanlarını döktüler ve hurmetlerini halâl saydılar.» Daha bunlar gibi bir çok haberler vardır. Lâkin şu da bilinmek lâzım gelir ki, şuhdan korunmak bir kişinin her şeyde cömerd olmasına mütevakkıf değildir. Abd İbn-i Humeyd Ebû Ya'la ve Taberanî ve Ziya', Mücmi' İbn-i Yahyadan merfu'an rivayet eylemişlerdir ki, (.......) Zekâtını veren. Müsafire zıyafet eden, nâibede te'diye eden, ya'ni bir felâkette i'ane veren şuhdan beri olmuş olur. İbn-i Münzir de Hazret-i Ali radıyallahü anhten şöyle rivayet eylemiştir ki, Malının zekâtını veren nefsinin şuhhundan korunmuş olur, demiştir (.......) İbn-i Cerîri Taberî, Ebû Heyyaci Esedîden rivayet eylemiştir, demiş ki, beyti tavaf ediyordum, bir recül gördüm (.......) Allah’ım beni nefsimin şuhhundan koru» diyor buna bir şey ziyade etmiyordu. Söyledim, cevaben nefsimin şuhhundan korunursam sirkat etmem, zina etmem, bir şey yapmam dedi, bir de baktım ki, o recül Abdurrahman İbn-i Avf imiş. İbn-i Zeyd de demiştir ki, bir kimse Allah’ın nehyettiği bir şey için bir şey almaz ve şuhh onu Allah’ın emrettiği bir şeyden bir şeyi men'etmeğe da'ı olmazsa Allahü teâlâ onu nefsinin şuhhundan vikaye buyurmuştur. Ve o müflihîndendir.  | 
	
﴾ 9 ﴿