10

Ve şunlar ki, arkalarından gelmişlerdir, Şöyle derler: ya Rabbena bizlere ve önden îman ile bizi geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret buyur ve gönüllerimizde îman etmiş olanlara karşı kin tutturma ya Rabbena şübhe yok ki,, sen raufsun rahîmsin

ve şunlar ki, onlardan sonra gelmişlerdir. - Îmana gelmişler veya hicret etmişler veya vücude gelmişlerdir. Ebû hayyan der ki, bunda zâhir olan Muhacirîn üzerine ma'tuf olan makabline ma'tuf olmasıdır. Ferra, bunlar Eshabdan üçüncü kısım, ya'ni Peygamberin son zamanlarında îman ve hicret etmiş olanlardır demiştir. Bu surette (.......) iymanda sabık olan Muhacirîn ve Ensardan sonra demek olurki bunlar iymanları te'ahhür etmiş, yâhud îmanı sebketmiş ise de hicreti te'ahhür eylemiş olanlardır. Cumhur ise bunlardan murad tabi'în, ya'ni Muhacirîn ve Ensardan sonra gelen ve onlara güzellikle ittiba' eden bütün mü'minler demişlerdir. Bu surette (.......) Muhacirîn ve Ensarın vefatlarından sonra demek olur. İşbu (.......) makablindeki mecrüre ma'tuf olunca fey'in hükmünde bunların da yukarıdakilere müşarik olacakları zâhir olur (.......) İbn-i Carîri taberî, Ikrime tarikıyle Malik İbn-i eves İbn-i hadsandan şöyle rivayet etmiştir: demiştir ki, Ömer İbn-i Hattab radıyallahü anh (.......) âyetini okudu ta (.......) e kadar vardı, sonra işte bu âyet bunlar içindir dedi. Sonra (.......) âyetini okudu, sonra işte bu âyette bunlar içindir dedi. Sonra (.......) ve (.......) kadar vardı, sonra işte bu âyet, âmmei müslimîni istiyab etmiştir. Hiç biri yoktur ki, onun onda hakkı olmasın dedi, sonra da dediki eğer ben yaşarsam herhalde çoban hayvanlarını yürütürken nasîbi kendisine alnı terlemeden gelecektir (.......)

Buharîde, zeyd İbn-i Eslemden, babasından rivayet olunduğu üzere Hazret-i Ömer radıyallahü anh demiştirk (.......) isonraki müslimanlar olmasaydı feth olunan her beldeyi ve karyeyi Resulullahın Hayberi taksim ettiği gibi ehli beyninde taksim ederdim. İmam Malik müvettainde bunu daha mufassal olarak şöyle rivayet etmiştir: zeyd İbn-i müslim bize babasından haber verdi, demiştir ki, Ömeri dinledim diyordu: eğer sonraki Nas bir şey siz bırakılmış olacak olmasaydı müslimanların her feth ettikleri Karyeyi, Resulullahın Hayberi sehim sehim taksim ettiği gibi ben de sehim sehim taksim ederdim. (.......) İbn-i hümâm Fethülkadirde bunu naklettikten sonra şöyle der: bunun zâhiri hepsini taksim etmiş gibi görünüyor. Fakat Ebû Davudda senedi ceyyid ile merviy olan şöyledir: Resulullah Hayberi iki nısfa taksim etmiştir: bir nısfı NEVAİBİ (ansızın zuhur edecek müşkül hadisat) için, bir nısfı da beynelmüslimîn ki, bunu beyinlerinde on sekiz sehm üzerine taksim etti. Kezalik Ebû Davud bunu Muhammed İbn-i fudayl tarikıyle Yahya İbn-i Sa’îdden, o Beşir İbn-i yesardan, o bir çok ricali Eshabdan şöyle rivayet etmiştir: Resulullah Hayberi otuz altı sehm üzerine taksim etti ki, her sehim cem'en yüz sehm idi (.......), ya'ni her yüz adama bir sehim verdi. Beyhekînin rivayetinde de böyle mübeyyen olarak gelmiştir. Demek ki, Resulullahın ve fatih olan müslimînin sehimlerine taksim olunan bunun nısfı idi diğer nısfı ise gelecek sefirler ve işler ve zuhuru melhuz müşkil hâdiseler gibi nevaibi müslimîn için ayrılmıştı, bunun hulâsası bir nısfı müslimînin nevaibi için ayrılmış demektir. Beytülmâl malı denilmesinin ma'nası da budur. Diğer tarık ile beyan olunduğuna göre bu nısıf: Vatîh, Ketîbe, selalim ve tevabiı idi. Bu suretle Resulullahın vazetmiş olduğu bu malları işletmeğe kâfi amele henüz mevcud olmadığı için Resulullah bunları muamele, ya'ni musakat ve müzarea usuliyle işletmek ve çıkan hasılâtın nısfı verilmek üzere yerli ehalisi olan Yehûdîlere ıycar etmişdi. Ebubekir zamanında da böyle geçti, Ömer zamanında çalışacak, işliyecek müslimanlar çoğaldığı için Yehûdîler Şama iclâ olunup bu arazî müslimanlara taksim edildi. Harben feth olunan arazînin askere taksimi herhalde vacib olmadığına şu da delildirki Mekke Anveten feth olunmuştu, halbuki Resuli Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem Mekke erazısini taksim etmedi. Onun için İmam Malik Hazretleri mücerred fetih ile Arzın Müslimanlara vakfolacağına zâhib olmuştur. Müşarünileyh ahbar ve âsâra pek vakıf idi, sulhan fetholundu diyenlerin da'vasına delil yoktur, bil'akis nakızına bir çok delil vardır (.......) O işte Hazret-i Ömer radıyallahü anh (.......) âyetine kadar olan bu dört âyetle ihticac ederek gelecek müslimanların menafi'ıne beytülmal için bir varidat menba'ı olmak üzere muvazzaf harac vaz'ıyle İrak sevadını eski ahalisi yedinde ibka edip gânimîne taksim etmemiş, Kitabülharacda tafsîl olunduğu üzere şûrayı Eshabda Zübeyr, Bilâl, Selman gibi taksim fikrinde ısrar eden zatlara karşı kitabullahdan delil olmak üzere demiş idi ki, Allah subhanehu ve tealâ şöyle buyurdu: (.......) ilâ âhirilâye», sonra vallahi onu yalnız onlara vermedi hattâ (.......) buyurdu, sonra vallahi onu yalnız onlara da vermedi dedi tâ (.......) âyetinin nihayetine kadar okudu. İşte bu âyet gelecekler de dahil olmak üzere bütün müslimanlara şamildir. Binaenaleyh bu ganimetten bundan sonra gelecek olan müslimînin hukuk ve mesalihini gözetmek de lâzımdır. Bu ise ancak bunu taksim etmeyip vaz'olunacak harac ve cizye ile mümkin olabilecektir, Mealinde haylı uzun bir nutuk ıyrad buyurdu, Eshab-ı kiram muvafakat ettiler, Bilâl ve Selman Hazaratı fikirlerinde biraz ısrar etmek istedilerse de Mebsutta beyan olunduğu üzere sonra onlar da reiylerinden rücu' edip kabul ettiler. Bunun üzerine Sevad ahalisi arazı vergisi olan harac ile nüfus vergisi demek olan cizye mukabilinde menn olunup hurr ve ehli zimmet olmak üzere arazılerinde bırakıldılar. «Fethulkadîr» in beyanı vechile arazılerinden gerek ekilsin gerek ekilmesin her cerîb başına bir dirhem ve bir kafîz harac vaz' edildi, kürûmun, ya'ni üzüm bağlarının her cerîbine on ve ritab, ya'ni yoncaların her cerîbine beş dirhem takdir olundu. Zengin olanların şahıslarına senede kırk sekiz dirhem, onların madunundakilere yirmi dört dirhem bir şeyi olmıyanlara da on iki dirhem takdir edildi. Bu suretle ilk sene seksen milyon dirhem, ikinci sene ise yüz yirmi milyon dirhem tutmuştur.

İmamı gazâli «ihyaül'ulûm» da der ki, Kendisinde maslahati âmme bulunmıyan ganîye beytülmalin malını sarfetmek caiz olmaz. Ulema bu babda ıhtilâf etmişlerse de sahih olan budur. Gerçi Hazret-i Ömerin kelâmında her Müslimin cem'iyyeti islâmiyyeyi teksir eden bir müslim olmak ı'tibariyle beytülmal malında hakkı bulunduğuna delâlet eden bir delil vardır. Lâkin bununla beraber kendisi o malı müslimînin kâffesine taksim etmiyordu. Belki bir takım sıfatı mahsuse ile muttasıf olanlara taksim ediyordu. Bu sabit olunca o halde her kim maslahatı müslimanlara te'allûk eden bir işe me'mur olur da kesb ile iştigal ettiği takdirde o iş muattal kalacak olur ise onun beytülmalde kifayet mıkdarı bir hakkı vardır. Ve bunda bütün Ulema dahıl olur.

Ya'ni Fıkıh, Hâdîs, Tefsîr, Kıraet gibi dinî maslahatlara te'allûk eden ulûm eshabı, hattâ muallimler, müezzinler ve hattâ bu ılimlerin talebesi dahil olurlar. Çünkü bunların kifayetlerine bakılmazsa talebde bulunamazlar. Bütün âmiller de dahil olur ki, bunlar dünya mesalihi amellerine merbut olanlardır. Bunlar memleketi silâh ile düşmandan, ehli begîden, islâm düşmanlarından muhafaza eden cünudi mürtezikadır. Kezalik kâtibler ve hisab me'murları, vükelâ ve divanı haracın tertibinde kendilerine ıhtiyac bulunanların hepsi, ya'ni haram olanlar üzerine değil, halâl mallar üzerine me'mur olan maliyye me'murlarının dahi hepsi dahil olur. Çünkü bu mal, mesalih içindir, maslahat da ya dine teallûk eder, yâhud Dünyaya, Ulema ile din korunur, diğer cünud ve âmilîn ile Dünya korunur. Din ile mülk tev'emdür, biri diğerinden müstağnî olmaz, tabîbin ılmine bir emri dinî te'allûk etmese bile cesedin sihhati teallûk eder de din de ona tâbi' olur. Onun için gerek tabîbe ve gerekse maslahati ebdan yâhud maslahati bilâdda ihtiyac bulunan ılimler de tabîb mecrasına cari olan kimselere bu emvalden maaş verilmek caiz olurki ücretsiz olarak müslimanları tedavi etmek için vakıt ve imkân bulabilsinler ve bütün şu sayılanlar hakkında hacet de şart değildir. Zengin oldukları halde de verilmek caiz olur. Çünkü Hülefai Raşidîn, Muhacirîn ve Ensarın ihtiyac ile ma'ruf olmıyanlarına da verirlerdi. Kezalik muayyen bir mikdar ile meşrut da değildir. Belki İmamın ictihadına muhavveldir. Halin iktizasına ve malın vus'atına göre iğnâ etmek veya kifayet mikdarına kasr eylemek de ona aiddir (.......)

Âyette bu sonra gelenler mutlak bırakılmamış, halleri şu suretle beyan olunmuştur: (.......) derler - şöyle duâ ederler: (.......) yarabbena mağfiret buyur bizlere (.......) bizden evvel îman ile geçmiş olan kardeşlerimize (.......) ve îman etmiş olanlara kalblerimizde hiç kîn tutturma (.......) ya rabbena şübhe yok ki,, sen raufsun rahîmsin - ya'ni esirgemen çok, îman ile çalışanlar hakkında rahmetine nihayet yok, onun için duâmızın kabulu ile günahlarımızın mağfireti rahmet ve ra'fetinden me'mulümüzdür.

Evvelki âyette geçtiği gibi bu âyette de ba'zıları (.......) haber olub «vavın» müfredleri değil, cümleyi atfettiğini söylemişlerdir. Atfı müfred kabîlinden yapılan evvelki vecihte ise (.......) istinaf, yâhud (.......) nun failinden haldir. Her iki takdirde de, bunların bu kayd ile takyid ve beyanları şayanı dikkattir. İbn-i merduye rivayet etmiştirki: İbn-i Ömer radıyallahü anhüma bir adamı Muhacirînden ba'zısına dil uzatırken işitti, onu çağırdı. (.......) âyetini okudu, işte bunlar o Muhacirîn, sen onlardanmısın? Dedi, hayır, dedi, sonra (.......) âyetini okudu, işte bunlar da Ensar sen bunlardanmısın? Dedi, hayır, dedi, sonra (.......) âyetini okudu da sen bunlardanmısın? Dedi, ümid ederim dedi, İbn-i Ömer Hâzretleri hayır vallahi onlara söğen bunlardan olmaz dedi (.......) İmam Malik Hazretleri de bu âyetten istidlâl ederek demiştir ki, Sahabeden birisi hakkında kötü söz söyliyen veya buguz besliyen kimsenin feyide nasîbi yoktur (.......) Görülüyor ki, burada (.......) mucebince mü'minlerin kardeşliği muktezayatına, ya'ni ıymanın muktezası mü'minlerin birbirlerini sevmeleri ve seleflerine hürmet etmeleri ve hasbelbeşeriyye vakı' olan kusurlarına bakmayıp kendisi gibi mağfiretlerine duâ etmeleri ve hiç bir mü'mine kin beslememeleri lüzumuna tenbih buyurulmuştur. İşte Ehl-i Sünnet velcemaatten maksad (.......) mazmuniyle bu ahlâka temessükü düsturi hareket ittihaz etmektir. Bu ise emir bilma'ruf ve nehiy anilmünker vecîbesini ihmal etmek değil (.......) mısdakınca mü'minliğin şıarı olan o vazifenin iyfasından memnun olup (.......) mucebince yardımlaşmak (.......) tavsıyesine sarılmaktır.

Bu suretle tabaka tabaka mü'minlerin mehasinine işaret buyurulduktan sonra Münafıkların hallerine dikkat nazarını celb için Buyuruluyor ki,

10 ﴿