TAHRÎM

Tahrîm sûresi medenîdir. Buna «Müteharrim suresi» veya «Lime tüharrimü sûresi» de denilir.

Âyetleri - On ikidir.

Kelimeleri - İki yüz kırk dokuzdur.

Harfleri - Bin altmıştır.

Fasılası (.......) harfleridir.

Sebeb-i nüzulü - Baş tarafındaki âyetlerden anlaşılacağı üzere tahrîm hadisesidir.

Tahrîm - İ'tikadî veya fi'lî, aslî veya a'rızî, muvakkat veya gayri muvakkat surette haram etmek, haram kılmak veya men'eylemek, mahrum kılmak ma'nalarına gelebilirki ya teshıri ilâhî ile veya zorla veya akıl cihetinden, yâhud şer'î cihetten, yâhud resim ve adette emri sayılan biri cihetinden yasak veya men'edilmek, mahrum kılınmak suretlerine şamil olup talâk, zıhar, iylâ gibi ba'zı yemin aksamı da buna dahil olur. Burada ise Peygamberin kendine yaptığı bir tahrîm vak'asının ismi olarak bu Sûre ona muzaf kılınmıştır. Ve esasen tahrîm, Allah’a aid olup Allah’ın halâl kıldığını haram kılmak iyi olmadığı anlatılmıştır.

Bu vak'anın hulâsası: Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin zevcelerinden birine sirr olarak söylediği bir sözü o zevce temamen ketm edemeyip yine ezvacı tahirat içinden en ziyade hemhal olduğu diğer bir arkadaşına çıtlatmış, bundan haberdar olan Hazret-i Peygamber ona o sirri ketm edemediğinden dolayı serzeniş buyurmuş ve buna karşı o ikisi birbirine arka çıkarak ve dünya refah ve ziynetine müteallık ba'zı dilekler arz ederek diğer zevcelerini de alâkadar edecek bir tazahürde bulunmuş olmaları dolayısiyle aleyhissalâtü ves-selâm hem Dünya hayatın nazarındaki ehemmiyyetsizliğini anlatmak hem de ailesine bir dersi tehzib vererek binnetice rızalarını yoklamak üzere kendisine halâlı haram eder yollu bir yemîn ile mu'tad olan tarzı hayatından ve haremlerinden iylâ şeklinde çekilip meşrebe denilen selâmlık odasında bir ay uzleti ihtiyar etmiş olması vak'asıdırki ba'zan i'tikâf sünneti seniyyeden olmak hasebiyle ibtidalarında bunun ne olduğu fark edilememiş fakat biraz sonra hanei saadette ezvacı tahiratın hepsi Resulullahı gücendirmiş olmak endişesiyle hücrelerinde hicran ve hirman elemleri içinde göz yaşları dökmeğe başlamış ve derken Peygamber bütün zevcelerini boşamış diye şayi' olmağa başlıyarak işiten eshab-ı kiramı birdenbire merak ve telâşe sarmış ve bu esnada Sûriyye cihetinde Rumların tabi'iyyetinde hukûmet edene Hırıstıyan Arablardan gassanîlerin Müslimanlara harbetmek için tedarükâtta bulunduklarına dair Medînede havadis işa'asiyle Münafıklar da eracîf ve tehyicata bir vesiyle buldukları zu'muna düşüp sevinmişlerdi.

Nihayet yirmi dokuzuncu gün hitamında Resulullah uzletten çıkıp hanei saadetlerine avdet buyurmuştu. İşte bu Sûre bu tahrîm vak'ası sebebiyle nâzil olmuş olduğu gibi Tirmizînin rivayet ettiği vechile Sûre-i - Ahzâbda geçen (.......) âyeti de bu sebeble nâzil olmuş, ve Müslimin bir rivayetine nazaran Sûre-i Nisadaik (.......) âyeti de bu sırada inzal buyurulmuştur.

Bu hadise hakkında sahih, gayri sahih bir takım sözler söylenmiş ise de imam Ahmed, Buharî, Müslim, Tirmizî, İbn-i Hibban ve daha başkalarının sahih senedlerle tahric eylemiş oldukları vechile Hazret-i Ömerin İbn-i Abbas Hazretlerine olan beyanatı ve Hazret-i Aişe hadîsleri bizi en ziyade tenvir edecek sahih rivayetlerdendir.

Buharînin bir senedi (.......) Müslimin bir senedi: (.......) Bu iki senedle Buharî ve Müslim şu iki rivayette müttefikler: İbn-i Abbas radıyallahü anhüma hadîs anlatarak dediki: Ömer İbn-i Hattaba bir âyetten sormak isterdim, bir sene durdum, mehabetinden soramadım, taki hacca çıktı beraberinde ben de çıktım, döndüğümüzde yolun birazında (Merri zahranda) idik bir haceti için erâke saptı, ben bekledim, nihayet fârig oldu, sonra beraberinde yürüdüm (o abdest alıyor, ben de suyunu döküyordum, bir sırasını buldum) ya emirelmü'minîn! Kimdir o iki kadın Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin zevcelerinden ki, ona karşı tezahürde bulunmuşlar?

Dedim, o, Hafsa ve Aişedir dedi. Ben vallahi bir senedenberi bunu sana sormak istiyordum, fakat saygımdan soramıyordum, dedim, öyle yapma dedi bende bir ılim olduğunu zannetiğin birşeyi hemen bana sorki bir bilgim varsa onu sana haber veririm. Sonra Ömer şöyle dedi: Vallahi biz doğrusu cahiliyyede kadınlar için bir emir sayıya almazdık tâ Allahü teâlâ onlar için indirdiğini indirinciye ve haklarında verdiği payı verinciye kadar. Ben, dedi: kendi kendime bir emirde düşünürken karım şöyle şöyle yapsan dedi, ben de o senin nene gerek?

Benim irade ettiğim bir işte senin tekellüfün ne oluyor? Dedim. Bana, ey İbn-i hattab: sen kendine karşı gevezelik edilmesini istemiyorsun, halbuki senin kızın Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine karşı mırıldanıyor, hattâ o günü öfkeli bırakıyor deyiverdi, hemen Ömer kalktı, yerinden ridasını aldı, tâ Hafsaya kadar gitti, ona kızım dedi, sen Resulullaha mırıldanıyor, bütün gün öfkeli bırakacak kadar söyleniyormusun, vallahi dedi: biz hepimiz ona söylenir, mırıldanırız. Bunun üzerine dedim ki, bilirsin ben seni Allah’ın ukubetinden ve Resulü sallâllahü aleyhi ve sellemin gadabından daima tahzir ederim, a kızım! Sakın seni arkadaşının güzelliği ve Resulullahın ona sevgisi mağrur etmesin -Aişeyi murad ediyordu -.

Sonra dedi:

Çıktım, karabetim olduğu için Ümmi selemenin yanına girdim, ona söyledim Ümmi seleme dediki: teaccüb ederim sana ey İbn-i hattab! Her şey'e girdin de resulullah ile zevceleri arasına damı girmek istiyorsun? İşte bu söz beni öyle bir tutuş tuttuki vicdanımda duyduğum teessürü kısmen kırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım. Ve benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada gassan Meliklerinden birisini de endîşe ediyorduk, bize yürüyeceği söyleniyor, yüreklerimiz ondan dolgun bulunuyordu. Bir de bakdımki arkadaşım Ensarî kapıyı çalıyor, aç aç dedi, Gassanîmi, geldi? dedim, hayır ondan daha eşedd, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem zevecelerinden uzlete çekilmiş dedi.

Gönlümden hafsa ile Aişenin burnu sürtüldü dedim, elbisemi aldım çıktım, nihayet vardım, anladımki Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bir kaç basamakla çıkılır bir meşrebede (şerbetlik denilen sekili bir hörcede) siyah bir uşağı da kademenin başında, söyle, Ömer İbn-i Hattab, dedim, nihayet bana izin verdi, resulullaha bu söylediğim sözleri hikâye ettim.

Ümmi Selemenin sözüne geldiğimde Resulullah tebessüm buyurdu» bir hasır üzerinde bulunuyordu, onunla arasında bir şey yoktu, başının altında içi lif dolu bir meşin yasdık vardı, ayaklarının yanında dökülmüş biraz karaz (samğı ârabî denilen selem pusesi), baş ucunda da asılı bir pösteki vardı, böğründe hasîrin eserini gördüm ağladım, neye ağlıyorsun? Buyurdu, Ya Resulallah dedim: Kisra ve Kayser bulundukları hal içindeler, sen ise Allah’ın Resulüsün, buyurduki Dünya onların âhıret bizim olmasına razı olmuyormusun (.......)

Müslimin ve Tirmizînin mütekarib ve müttefık oldukları diğer bir rivayet:

Müslim (.......)

Tirmizî: (.......)

Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin zevcelerinden iki kadını ki, Allahü teâlâ (.......) buyurmuştur. Hazret-i Ömerden sormağa hırslanır dururdum, tâki Ömer haccetti, ben de beraberinde haccettim, yolun bir yerine geldiğimizde abdest alıyordu, ben de ellerine matharadan su döküyordum ya emirelmü'minîn! dedim: nebiy sallâllahü aleyhi ve sellemin ezvacından o iki kadın kimdirki Allah azze ve celle onlara (.......) buyurmuştur? Ömer bana (.......) dedi:

o Hafsa ve Aişedir dedi, sonra hadîsi anlatmağa başladı: biz, dedi: ma'şeri kureyş kadınlara galib bulunuyorduk. Medîneye geldiğimizde bir kavm bulduk ki, kadınları onlara galebe ediyorlardı. Bizim kadınlarımız da onlardan öğrenmeğe başladılar, bir gün ben karıma öfkelendim, bakdım mırıldanıyor, mırıldanmasını münasib görmedim, azarladım, benim dedi mırıldanmamı neye münasib görmüyorsun?

Vallahı Peygamberin zevceleri bile ona mırıldanıyorlar, ve birisi o gün geceye kadar yanına uğramıyor, ben gönlümden doğrusu onlardan öyle yapan muhakkak haybet ve husrana düşer, dedim. Ve menzilim avalide benî ümeyye (İbn-i zeyd) de idi ve Ensardan bir komşum vardı, Resulullaha gitmek için nevbetleşerek inerdik, birgün o iner vahıy haberini ve saireyi bana getirirdim, ve o sıra «gassanîler bize gazâ etmek için atlarını na'llatıyorlarmış diye havadis alıyorduk. Derken birgün o komşum yatsıleyin bana geldi, birdenbire kapıyı vurdu, hemen çıktım, çıkarçıkmaz «bir emri azîm hadis oldu» dedi. Gassanîlermi geldi dedim, ondan daha büyük:

Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem kadınlarını tatlîk etmiş, dedi ben gönlümden, Hafsa haib-ü hasir oldu, bunun olacağını zannediyordum, dedim ve sabah namazını kılınca giyindim, sonra fırlayıp tâ Hafsanın yanına vardım. Gördümki ağlıyor [Müslimin diğer bir rivayetinde hucrelerin hepsinde de bükâ var] sizi Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem tatlîkmı etti? Dedim, bilmiyorum, o işte tâ şu meşrebede mu'tezil, dedi, bunun üzerine vardım, bir siyah kölesine (yine Müslimin diğer bir rivayetinde: dış kapının eşiğindeki Rebah nam kölesine) vardım, Ömer için istizan et dedim, girdi sonra bana çıktı, seni kendisine söyledim bir şey demedi dedi, bunun üzerine mescide fırladım, vardımki minberin etrafında bir takım kimseler oturmuş ağlıyorlar, yanlarında biraz oturdum sonra vicdanımdaki duygum bana galebe etti, yine o uşağa vardım:

Ömer için istizan et dedim, yine girdi, çıktı, seni kendisine söyledim, bir şey demedi, dedi, sonra yine mescide gittim oturdum, sonra yine vicdanım bana galebe etti, yine o uşağa vardım, Ömer için istizan et dedim, yine girdi sonra bana çıktı, kendisine seni söyledim, bir şey demedi, dedi, ben de döndüm giderken baktım uşak beni çağırıyordu, gir sana izin verdi dedi, bunun üzerine girdim, bakdımki Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem bir (.......) hasîr örgüsüne dirseklemiş, böğründe hasîrın izini gördüm (Müslimin Ikrime rivayetinde: bir hasîr üzerinde yan gelmişti. Oturdum üzerine izarını çekti, ondan başka üzerinde bir şey yoktu hasîr bugrüne iz yapmıştı)

Ya Resulallah, dedim kadınlarını tatlîkmı ettin, hayır buyurdu - Allahüekber dedim, bizi bilirsinki Ya Resulallah biz ma'şeri Kureyş kadınlara galib bulunur bir kavm idik, sonra Medîneye geldiğimizde bir kavm buldukki kadınları onlara galebe ediyorlar, bizim kadınlarımız da onların kadınlarından öğrenmeğe başladılar, birgün ben karıma öfkelendim bana karşı mırıldanıyordu mırıldanmasını münasib görmedim azarladım, neye azarlıyorsun dedi, Vallahi Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin zevceleri bile ona karşı mırıldanıyorlar. Hem onlardan birisi o gün geceye kadar yanına uğramıyor bunun üzerine ben Hafsaya dedimki sen Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine karşı mırıldanıyormusun? Evet, dedi: her birimiz o gün geceye kadar yanına uğramaz, dedimki: içinizden her kim öyle yaparsa muhakkak haib-ü hasir olur. Her biriniz kendine Allah’ın, Resulünün gadabından dolayı, gadab etmiyeceğine emînmi bulunuyor? Alimallah bir lahzada helâk olur.  

Baktım ki, Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem tebessüm buyurdu, Hafsaya demiştimki dedim Resulullaha karşı mırıldanma ve ondan bir şey isteme, sana iktiza ederse bana söyle ve sakın arkadaşının Resulullaha senden daha sevgili ve daha dilber olması da seni mağrur etmesin. Resulullah bir daha tebessüm buyurdu.

Bunun üzerine Yaresullah! Müsaade buyurmanızı reca ediyorum (.......) dedim. Peki buyurdu, başımı kaldırdım baktımki odada üç şeyden başka levazim yok, Ya Resulallah dedim: Allah’a duâ et ümmetine genişlik versin, ona ibadet etmezlerken Faris ve Ruma genişlik vermiş. Böyle deyince doğrulup oturu verdi de sen şekk içindemisin yebne hattab! Onlar hoşlukları dünya hayatta geçiştirilen birer kavm, buyurdu (müslimde: ben de benim için istiğfar ediver Ya Resulallah dedim) ve kadınlarına küsmüş olduğundan dolayı bir ay kadınlarının yanlarına girmemeğe yemîn etmişti:

Bu babda Allahü teâlâ ıtab buyurdu (Tirmizîde: ve onun için yemîne keffaret kıldı) Zührî, bir de dedi, Urve bana. Aişeden şöyle haber verdi, Hazret-i Aişe dediki: vaktaki yirmi dokuz gece geçti, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bana geldi, benimle başladı (Müslimde: Ya Resulallah sen bizim yanımıza bir ay girmiyeceğine yemîn etmiştin, halbuki yirmi dokuzdan girdin, ben onları sayıyorum dedim ay yirmi dokuzdur buyurdu) da ya Aişe ben sana bir emir anlatacağım, acele etme tâki Ebeveynine danışasın. Buyurdu. Sonra bana bu âyeti okudu (.......) el'aye. Müslimde: (.......) ya kadar Aişe dedi: Vallahi ebeveynimin bana ondan ayrılmayı emretmiyeceklerini muhakkak bildirdi. Ben de dedim ki, ay, bunun hakkındamı ebeveynime danışacağım? Elbette Allah’ı ve Resulünü ve darı âhıreti isterim.

Ma'mer, bir de, dedi, bana Eyyûb haber verdi, Aişe demişki: benim seni ihtiyar ettiğimi kadınlarına haber verme, Resulullah da ona buyurmuşki, Allah beni mübellig olarak gönderdi, muannit olarak göndermedi, Tirmizî derki: bu hadîs İbn-i Abbastan bir kaç vechile rivayet olunmuş, hasen sahîh bir hadîstir. Aynî hadîs hakkında Müslimin diğer bir rivayetinde: Hafsa ve Ümmi seleme demiş ve şu fıkraları ziyade etmiştir: hucrelere vardım, her evde bükâ vardı, hepsinden bir ay iylâ yapmıştı. Yirmi dokuz olunca onlara indi (.......)

Buharînin: Hazret-i Enesten olan rivayetinde de Hazret-i Ömer şöyle demiştir: Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin zevceleri ona karşı gayrette ictima' etmişlerdi. Ben onlara «o sizi boşarsa rabbı ona sizden daha hayırlısını verir demiştim (.......) âyeti nâzil oldu»

Bunlar gösteriyorki: tahrîm meselesi yalnız Aişe ile Hafsaya veya Hafsa ile ümmi selemeye aid değil, hepsiyle alâkadardır. İkiden bahsedilmesi ikisinin diğerlerine nazaran daha ziyade hususıyetlerindeki ehemmiyyetten dolayı olup bir taraftan bu ikisi diğer taraftan obirleri iki zümre halinde olarak birleştiklerini anlatıyor. Bu babda Müslimin Cabir İbn-i Abdillah radiyallahü anhten olan şu rivayeti de bunu ve sebebini şöyle izah ediyor.

Cabir dediki Ebû Bekir girdi Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem huzuruna istizan ediyordu, nâsı kapı önünde oturmuşlar buldu, içlerinden kimseye izin verilmemişti. Ebû Bekre izin verildi, girdi, sonra Ömer geldi o da istizan etti ona da izin verildi.

Girince Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerini çevresinde kadınları oturmuş gayet durgun ve sakit bir halde bulmuş ve binaenaleyh herhalde bir şey söyliyeyim, Peygamberi güldüreyim deyip şöyle söylemişti. Ya Resulallah: görseydin Harice kızı benden nefaka istedi, ben de kalktım ona boynunu bükü verdim deyince Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem güldü de bunlar gördüğün gibi benim çevremde nefaka istiyorlar buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Bekir kalkıp Aişenin boynuna dürterek Omer de kalkıp hafsanın boynuna dürterek ikisi de siz Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellemin yanında olmıyan şeyler istiyorsunuz ha: der, bunun üzerine cümlesi de vallahi bundan böyle ebeden Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellemden yanında olmıyan bir şey istemeyiz demişler, sonra da onlardan bir ay, yahud yirmi dokuz gün uzlete çekilmişti. Sonra (.......) âyeti nâzil oldu tâ (.......) ye kadar vardı. Onun üzerine Aişeden başladı, ya Aişe sana bir emir arzetmek istiyorum dedi. İlââhirilhadîs. Yine Müslimde Ikrime tarikıyle mezkûr Hazret-i Ömer hadîsinde:

Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem kadınlarından uzlete çekildiği vakıt mescide girdim, baktım nâs kederinden çakıllı yeri dürtüştürüyor ve resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem kadınlarını boşamış diyorlar, ve bu kadınların hicab ile emrolunmalarından evveldi. Ben bunu bugün öğrenirim, dedim, Aişeye vardım, ya Ebî Bekrin kızı senin şanın Resulullaha eza edecek dereceye vardımı? Dedim, benden sana ne? Ey İbn-i hattab sen kendi begbene bak dedi, onun üzerine Hafsaya girdim diye başlayan Hazret-i Ömerin beyanatında şu fıkralar da vardır: iki istizanda izin verilmeyince sonra sesimi yükselttim, yarebah! Dedim, benim için Resulullahdan istizan et zannediyorum ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem beni Hafsa için geldim sanıyor.

Vallahi Resulullah bana emrederse ben Hafsanın boynunu vururum, diye sesimi yükselttim, gel diye işaret etti, bunun üzerine girdim Resulullah bir hasîr üzerine dengilmişti, oturdum üzerine izarını çekti. Üstünde başka bir şey yoktu. İlââhirih... Kisrâ ve Kayser fıkrasından sonra, girdiğim vakıt yüzünde gadab görüyordum, Ya Resulallah! Kadınlar yüzünden neşe meşakkati üzerine alıyorsun.

Şayed sen onları boşarsan Allah seninledir, Melaikesi Cebrail ve Mikâil, ben ve Ebubekir ve mü'minler de seninleyiz demiştim ve Allah’a hamdederimki ba'zan böyle bir kelâm söylediğimde Allahü teâlânın söylediğim sözü tasdık buyurmasını ümid ederdim, bu tahyir âyeti de böyle nâzil olmuştur (.......) Aişe binti ebî Bekir ile Hafsa Peygamberin sair kadınlarına karşı ikisi tezahür ederler - birbirine zâhir olurlar - dı, Ya Resulallah sen onları tatlîkmı ettin? Dedim, hayır, dedi, Ya Resulallah! Dedim: ben mescide girdim Müslimanlar çakılları dürtüyor.

Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem kadınlarını boşamış diyorlardı, ineyim de boşamadığını onlara haber vereyimmi? Dedim, peki istersen, buyurdu, yüzünden gadab açılıncıya kadar konuşmağa devam ettim, nihayet şeeldi, güldü, mübarek dişleri herkesten güzeldi, sonra nebiyyullah sallâllahü aleyhi ve sellem indi, ben de indim, basamaklı kütüğe tutunarak indim, Resulullah yer üzerinde yürür gibi indi, elini sürmüyordu, Ya Resulallah gurfede yirmi dokuz kadın dedim, ay yirmi dokuz olur buyurdu, ben mescidin kapısı üzere dikildim, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem kadınlarını boşamadı diye en yüksek sesimle bağırdım ve şu âyet (.......) nâzil oldu, o emri istinbat eden ben olmuştum, Allah azze ve celle tahyîr âyetini de inzal buyurdu (.......)

İbn-i mâce de bu iylânın sebebi olmak üzere Hazret-i Aişeden şöyle bir rivayet vardır: Resulullah sallallahü aleyhi vesellem ancak şunun için iylâ yaptı, çünkü Zeyneb onun bir hediyyesini geri çevirmişti, Aişe de (.......) ya'ni seni horlamış» dedi bunun üzerine resulullah gadaba gelip hepsinden iylâ etti» (.......) Bu da esbabdan biri olursa da ikisinden maadası hakkında sebebi kâfi değildir. Tahrîm âyetinin nüzulüne sebeb olmak üzere zikrolunan iylâ tahrîminden başka olarak iki yemînden daha bahsedilmiştir. Bunlardan birisi:

Peygamberin zevcelerinden birinin yanında bir bal şerbeti içmiş olmasından dolayı diğer ba'zı zevcelerinin sözleşerek magafir kokuyor diye lâtîfe etmeleri üzerine

Peygamberin bir daha bal içmemeğe bir yemîn etmiş olduğunu zikretmişlerdir.

Buharîde Aişeden: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem «Zeyneb binti Cahş» ın yanında bal şerbeti içer ve onun nezdinde dururdu, ben ve Hafsa Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem hangimize gelirse magafîrmi yedin senden magafîr kokusu duyuyorum diyelim. Buyurdu ki, (.......) hayır ve lâkin ben Zeyneb binti cahşın yanında bal şerbeti içerdim, öyle ise bir daha içmem, işte yemîn ettim. Bunu kimseye söyleme». Bu hadîsin son fıkrası Müslimde ve nese'îde, yemîn kaydi olmıyarak şöyledir: (.......) hayır, Zeyneb binti hacşın yanında bal şerbeti içtim, onu bir daha da içmem» buyurdu. Binaenaleyh şu nâzil oldu (.......) ilâ kevlihi - (.......) Aişe ve Hafsa için (.......) de (.......) hayır bal şerbeti içtim dediği için).

Bununla beraber Müslim bu hadîsi daha mufassal olarak Hişam İbn-i urve tarikiyle yine Hazret-i Aişeden diğer bir suretle de şöyle rivayet etmiştir: Aişe dediki: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem tatlıyı ve balı severdi, ikindi namazını kılınca kadınlarını dolaşır, yanlarına varırdı, derken Hafsaya girdi onun yanında kala geldiğinden daha çok kaldı, sordum, bana denildiki Hafsaya kavmından bir kadın bir tulum bal hediyye etmiş, o da Resulullaha ondan bir şerbet içirmiş, ben buna her halde bir şaka yapalım dedim ve bunu Sevdeye anlattım ve dedimki o yakında sana gelecektir, yanına geldiği vakıt Ya Resulallah magafîrmi yedin? De «o sana hayır diyecektir» o vakıt da bu koku nedir? de, (Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem kendisinde koku bulunmasını hiç istemezdi) diyecektirki «Hafsa bana bir bal şerbeti içirdi» sen ona «o balın arısı urfut yalamış» de, ben de öyle diyeceğim, ya Safiyye, sen de öyle söyle.

Hasılı Sevdenin odasına girdiğinde - Sevde vallahi ya Aişe, o bana söylediğini senden korkuma az daha o kapıda iken söyliye yazdım derdi - Resulullah yaklaşınca Ya Resulallah! Magafîrmi yedin? Demiş, hayır, buyurmuş, o halde bu koku ne? Demiş, Hafsa bir bal şerbeti içirdi buyurmuş, oda (.......) arısı urfut yalamış demiş, bana geldiği zaman ben de öyle söyledim, Safiyyeye vardığında o da öyle söylemiş, sonra Hafsaya vardığında Ya Resulullah! Ondan takdim edeyimmi? Deyince bana onun lüzumu yok buyurmuştur. Sevde: sübhanallah vallahi onu mahrum ettik ya Aişe diyordu, ben ona sus sesini çıkarma dedim.

Görülüyor ki, lâtîf olmakla beraber sonu tatlı gelmemiş olan bu şerbet şakasını anlatan bu iki rivayet, esasta müttefık ve yekdiğerini mütemmim olsa da birinde bilittifak Zeynebe karşı, birinde de diğerleriyle bilittifak hafsaya karşı olduğu anlatılmak ı'tibariyle eşhasta mutearızdır. Şukadar ki, buharî Hazret-i Ömer hadîsine muvafık gibi görünen evvelki rivayeti tercih etmiş olduğundan ba'zı müfsirîn bunu (.......) diyerek kaydeylemiştir. Lâkin hadîsin Müslimdeki ikinci rivayetinde şaka fıkraları hep tevriyeli olduğu için kizbi zâhir denecek hiç bir ciheti yoktur.

Halbuki evvelkinde (.......) fıkrasında (.......) kaydi zâhiren yalan olmak lâzım geliyor. Çünkü magafirin kokusunu sevmiyen Hazret-i Peygamber öyle bir koku hissetmemiş olduğu halde berikilerin senden duyuyoruz demeleri asılsız bir şey söylemiş olmalarını iktiza eder. (.......) buyurulduğunu bilen Hazret-i Aişenin şanı, zekâ ve dirayeti ise şaka ve lâtîfe tarzında bir hiyle için olsa bile böyle bir yalana tenezzül etmekten uzaktır.

Fakat ikinci rivayetteki bu koku ne? Arısı urfut yalamış ta'birleri böyle değildir. Zira hoş bir kokuya da tevriye olabilir. Ve her hangi bir bal arısı urfuta konmuş da olabilir. Ve işte yüksek zekâlar yalanı irtikâbetmeksizin ledeliycab böyle cinaslı, tevriyeli, ta'rîz ve kinayelerden istifadenin yolunu da bilirler. Şu halde bu gibi ahvalde mütekellimin veya muhatabın hal-ü şanı da mecaz veya kinaye ile te'vile kerîne olacağından (.......) senden dolayı, senin sayende demek olabileceği gibi magafîr kokusundan murad da hakikat olmayıp bir gönül teessüründen kinaye veya mecaz olmak suretiyle ince bir ma'naya hamledilmek lâzım gelir. Bu ise Hazret-i Aişeyi bu lâtîfeye sevkeden gayret teessürünü ifade edeceği cihetle en yakışan doğru ve daha ince bir ta'rîz olur. Ve Resulullahın bir şerbetten dolayı yemîn etmiş olmasına bu ma'na daha iyi yakışır.

İKİNCİSİ - Sûre-i Ahzâb tefsirinde isimleri geçtiği üzere Hazret-i Peygamberin en son dokuz zevcesi vardı, bunlardan evladı olmamıştı. (.......) hukmünce milki yemîni bulunan bir kaç cariyesi de vardı. Zevcelerinin her birinin odasına nevbetle birer gün tahsıs etmişti. Bununla beraber ikindi namazından sonra hepsinin odalarını bir dolaşır, gönüllerini alır, akşam da nevbet hangisinin odasında ise orada yatsıya kadar cümlesi toplanır. Konuşurlar, sonra da herkes hucresine çekilirdi. Cariyeleri için ayrıca bir nevbet günü (.......) yapılmazdı. Halbuki ma'lûm olduğu üzere cariyelerinden Mısırlı Hazret-i Mariye Resulullahın «Ümmi veledi» ya'ni küçükken vefat etmiş olan oğullarından Hazret-i İbrahimin anası olmak bahtiyarlığına mazher olmakla temayüz etmişti. Resulullahın diğer zevcelerine talâk verebilmesi şer'an halâl olabileceği halde ümmi veledi olan cariyeyi ne boşamak, ne de satmak halâl olmazdı.

Ondan ayrılmak isterse ancak azad etmek suretiyle ayrılabilirdi. Azad ettikten sonra yeniden nikâh etmesi caiz ve mendub olurdu. İşte ezvacı tahırata karşı Hazret-i Mariyenin böyle bir hususiyyeti vardı. Burada mevzuı bahsolan tahrîm ve sir mes'elesinde ba'zıları sıhhati sâbit olmıyan muhtelif ve muztarib şöyle bir rivayetten bahsetmişlerdir. Hazret-i Aişenin bir gününde yâhud onun en sevgili arkadaşı olan Hafsanın odasında bulunmadığı bir nevbet gününde Resulullahın ümmi veledi Hazret-i Mariyeyi odasında kabul buyurmuş olduğuna Hazret-i Hafsa geldiği zaman vakıf olunca bunu kendisine bir tahkır addedip gayretine dokunarak gücenmiş olmakla ona bir tarzıye olmak üzere Peygamberin Mariyeyi bir daha yaklaştırmamak üzere o bana haram olsun.

Yâhud vallahi bir daha yaklaştırmam diyerek kendine tahrîm etmiş ve bunu kimseye söylememesini tenbih eylemiş olduğu halde Hazret-i Hafsa sabredemeyip bu yemîni arkadaşı Hazret-i Aişeye söylemiş olduğundan dolayı (.......) nâzil olmuş bulunduğunu söyliyenler olmuştur. Gerek Hazret-i Peygamberin Mariyeyi nezdine çağırmış olmasında ve gerek Hafsanın vakıf olunca bundan dolayı gayrete gelmesinde aklen ve şer'an reva görülmiyecek. İ'zam edilecek hiç bir cihet yoktur.

Ancak bir zevcesini gayretinden dolayı tatyib için Hazret-i Peygamberin ümmi veledini kendinden mahrum etmiş olacağını farzetmek rivayeten sahih olmadığı gibi aklen kabule şayan da görülmez. Çünkü böyle bir hal karşısında hepsini tatyib ve taltîf etmek için Mariyeyi açıkça ı'tak edivermek gibi en kolay ve en basît bir çare dururken böyle yapmayıp da Mariyeyi mahrum etmesi veya hafsayı tatlîk eylemesi rivayet edilmiş bile olsa bunun sirr-ü hikmetini iylâ vak'ası gibi diğer bir sebebi mühimde aramak lâzım gelir.

Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mace gibi sıhahta Mariyeye dair böyle bir rivayet yoktur. Nevevî, Müslim şerhinde demiştir ki, sahîhaynın gayride merviy olan Mariye kıssası sahîh bir tarık ile sâbit olmamıştır. Taberî bu tahrîmde kendisine muhtelif iki rivayet varid olduğunu bir taraftan: ba'zılarının Zeydibni eslemden ve İbn-i zeydden ve Hazret-i Ömerin beyanatı cümlesinden olmak üzere İbn-i abbastan Hafsaya tarzıye için Mariyenin tahrîmine dair ba'zı rivayetler de bulunulduğunu, diğer taraftan da böyle değil, şerbet tahrîmi rivayet edilmiş olduğunu kaydettikten sonra birbiriyle mutearız görünen bu rivayetlerin birisine bağlanmayı tasvib etmiyerek demiştir ki, bu babta sözün doğrusu, savabı şöyle demektir:

Resulullah Allah’ın ona halâl etmiş bulunduğu bir şey'i nefsine haram etmişti, o şey cariyesi olmak da caiz olabilir, meşrubattan bir şey olmak da caiz olabilir. Bunların gayri bir şey olmak da caiz olabilir. Fakat hangisi olursa olsun kendine halâl olan bir şeyi tahrîm olmuştu. Onun için Allahü teâlâ ona halâl kıldığı şey'i nefsine tahrîm etmesinden dolayı ıtabetti ve yemîninin çözümlüğünü «tahillesini» beyan buyurdu. aleyhissalâtü ves-selâmın bu tahrîmi bir yemîn ile yaptığına bürhanin nedir? Denecek olursa bunda Peygamberden tahrîmden başka bir şey vaki' olmamıştır diyenlerin de tahrîm yemînidir diyenlerin de kavlini biliyorsun?

Denilmiş ki, «buna karşı bürhan vazıhtır. Çünkü gerek arabcada, gerek gayrisinde birisi cariyesi veya yiyecek yâhud içecek bir şey hakkında bu bana haramdır dediği zaman ondan aklen yemîn anlaşılmaz. Bu ma'kul olmayınca yemînin sade bir kimsenin halâl olan bir şey'e ona bana haramdır demesinden ibaret olmadığı ve binaenaleyh bunun hılâfına olan kavlin fesadı da ma'lûm olur.» Bununla beraber Peygamberin bu tahrîmi yemîn ile olmak da caizdir. Ve bu takdirde (.......) niçin yemîn ederde halâlı kendine haram edersin demek olur. Bizim böyle Peygamberin bu tahrîmi yemîn ile yapdığına kail olmamız ancak şu hadîsten dolayıdır. Netekim

(.......) Hazret-i Aişe dediki: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem iylâ (yemîn) etti ve tahrîm etti. Binaenaleyh iylâ da keffaret ile emrolundu, tahrîmde de kendisine (.......) buyuruldu. İşte Taberînin ifadesi ve kararı bununla nihayet bulmuştur. Sonraki müfessirler de bunu ta'kıyb eylemişlerdir.

Görülüyor ki, gerek evvelâ ba'zılarından naklettiği muhtelif Mariye rivayetlerini gerekse onlara mukabil daha toplu ve ekseriyyetli gösterdiği şerbet rivayetini mütearız vaz'iyyette gösterdikten sonra tefsirde onlara bağlanmayı tasvib etmeyip savabı son naklettiği Aişe hadîsile te'yid eylediği mutlak iylâ ve tahrîm kaziyyesinde olduğuna karar vermiştir. Yalnız bu iylânın zevcelerinden iylâ demek olduğunu ta'yin etmiyor.

İYLÂ, lügaten mutlak yemîn demek ise de şer'an (.......) âyetinde beyan olunduğu üzere kadına takarrüb etmemek üzere yapılan yemînin ismi olduğu da unutulmamak lâzım gelir.

Yukarıdan beri naklettiğimiz bütün bu rivayetleri ve bunlara dair gördüğüm tefsirlerde ve hadîs kitablarında mütalâa edebildiğim akvalı göre bildiğim kadar gözden geçirdikten sonra burada tahrîm yemînli veya yemînsiz mutlak tahrîme şamil olmakla beraber sebeb-i nüzul Hazret-i Peygamberin bütün kadınlarından iylâ ya yemîn ve bu esnada mu'tadından fazla bir zühd-ü tecerrüd iltizam eylemiş olması vak'ası olduğuna kanaat hasıl etmiş bulunuyorum. Bunun başlıca sebebi de (.......) âyetinin işaretinden de anlaşıldığı vechile ezvacı tahiratın Dünya hayat ve ziynetine az çok taalluk edebilen nafaka hususuna aid ba'zı talebleriyle Hazret-i Peygambere karşı gösterdikleri bir tezahürdürki Aişe ve hafsa bunun en başında görünüyorlar.

Resulullah zevcelerinin aleyhine gibi görünen bu iylâ ile yine zevcelerinin saadet ve hoşnudluklarını düşünmüş olduğu için talâka azmetmemiş ve ancak onlara fi'lî bir nasıhat ve ibret olmak üzere bir ay için yemîn ile uzlet ve tecerrüdü iltizam etmiş ve bu müddet zarfında onların odalarında dargın dargın oturmayı muvafık görmiyerek ayrıca bir odaya çekilmiş ve onları kendi hallerinde bırakmakla beraber Hazret-i Ömerin beyanâtından anlaşıldığı vechile kendisi bir izar ile bir hasîr ve bir yasdık ile bir namaz pöstekisi ve yiyecek için de biraz selem tohumu ve biraz arpa ekmeğiyle iktifa ederek kendine halâl olan sâir meta' ve erzaktan nefsini men'eylemiş ve şu halde bal şerbeti içmediği gibi cariyesini de yanına yaklaştırmamış, bunda da zevcelerinin haleti ruhiyyesini gözeterek iylâda onlara ilhak eylemiştir.

Ve aynî zamanda yemînini bozmayıp bir ay demek olan yirmi dokuz günü ikmal etmiştir. Bundan dolayı yemînini bozanlara farz kılınan keffaret lâzım gelmemiş olmakla beraber bir rivayete göre bir kul azadederek keffaret de vermiştir ki, bunu ya tekmîli selâsiyn yapmadığı için ihtiyatan veya bal şerbeti yemîninin bir ay ile mukayyed olmamasından veya şükren yapmış olması da câizdir. Şunu da unutmamak lâzım gelirki Sûre-i Haşrde geçtiği üzere Resulullah fakrı ıztırarî ile fakîr değildi, ailesinin bir senelik nefakasını da ıddihar eylerdi.

Lâkin fakrı ihtiyarî ile fukara hayatı yaşamağı sever, kendi hisabına iddihar etmez ve daima ihtiyacı olanlara infak eylerdi, ailesinin de böyle yaşamasını ve kendisine müşkilât göstermeyip daima Âhıreti düşünerek korunmalarını ve her hususta kendisine yar olmalarını isterdi ve onlardan dolayı Allah’ın kendisine halâl ettiğini haram ederek, ya'ni intifa' ve isti'malini câiz ve mübah kıldığı esbab ve vesaitten istifadeye kalkışmayıp nefisini men' ederek uzlete çekildi.

Bu ise Allah’ın emriyle teşriî bir tahrîm değil (.......) âyetinde beyan buyurulduğu üzere Ya'kub aleyhisselâmın yaptığı gibi kendi nefsine aid bir mahrumiyyete katlanmak ma'nasına ve bir sebebi zarurî olmaksızın ihtiyarî bir zühd idi. Halbuki Peygamberin böyle yapmasında teşriî bir ma'na olduğu zehabı hasıl olarak bunun, lâekâl i'tikâf gibi bir sünnet zannedilmesine ve bu suretle teşri'an dahi halâlı haram kılmak câiz olabileceği fikrine düşülmesine ve Iysevilerin hakkına riayet edemeyip fiska düştükleri rehbaniyyet meslekinin tervicine velhasıl (.......) Nehyinin mesh olunmuş olması gibi bir takım yanlışlıklarla ümmetin tazyıkına ve Dünya mesalihinin muhtell olmasına sebebiyyet verilmiş olmak gibi, bir mahzûru melhuz bulunduğundan Allahü teâlâ bir cihetten Peygambere tenbih diğer cihetten de zevcelerine ıtab ederek onlar için lâzım gelen evsafı ta'lim ve ümmeti vikaye ve irşad için işbu (.......) Sûresini inzal buyurmuştur. Şöyle ki,

1

Ey o Peygamber! Sana Allah’ın halâl kıldığını niçin harâm edersin, zevcelerinin hoşnudluğunu ararsın? Maamafih Allah gaffurdur rahîmdir

Ey o Peygamber - bu nida evvelemirde bir tekrîm hıtabıdır. Sonra da edilecek ihtardan asıl murad kendi şahsı i'tibariyle değil, nübüvvet vasfı i'tibariyle ümmete tebliği matlûb olan ahkâm olduğuna işarettir.

(.......) Niçin tahrîm edersin? - Muzarı' sıygası halde zâhir olmakla beraber, ıstikbale de muhtemildir. Binaenaleyh niçin tahrîm ediyorsun demek olabileceği gibi niçin tahrîm edeceksin demek de olabilir. İstifham da inkârîdir. Bu cihetle bir nehiy ifade eder, iyi değildir etme demek olur. Balâda söylediğimiz vechile tahrîm, i'tikadî veya kavli veya fi'lî olabilir, Bir inşai hurmettir. Allah’ın haram kıldığını kimsenin halâl kılmak haddi olmadığı gibi

Allah’ın halâl kıldığında kimsenin hurmet inşa etmesi dahi kabil olamıyacağından (.......) âyetlerinde geçtiği gibi Allah’ın hukmüne karşı haramı halâl veya halâlı haram i'tikad edecek veya ettirecek vechile bir hurmet inşasına kalkışmak küfür ve muhadde olarak menhiy bulunduğundan bu cihet Peygamberde şöyle dursun mü'minlerde bile mutasavver değildir. Binaenaleyh burada tahrîmden murad esas i'tibariyle fi'li veya terki halâl olan kavlî veya fi'lî bir tahrîmdir.

Tahrîmi kavlî ya şu haramdır gibi ihbar sıygasiyle veya bana haram olsun gibi inşa suretinde bir sözle olur. Mücerred ihbar kasdiyle söylenildiği zaman «bana halâl olan şu şey bana haramdır» demek bir yalan olur, bir tahrîm olmaz. Fakat aldım, sattım, boşadım haram ettim gibi ihbardan inşa kasdedilebildiği takdirde veya haram olsun gibi inşa sıygasiyle söylendiği surette bir yemîn olur.

 Keşşaf tefsirinde böyle tahrîmi kavlî hakkındaki akvali telhıs ederek derki: halâlı tahrîmin hükmünde Ebû hanîfe onu her şeyde yemîn görür ve o kimsenin tahrîm ettiği şeyde maksud olan intifaa i'tibar olunur: bir taamı tahrîm etmişse onu yememeğe yemîndir, cariyesine ise vatı' etmemeğe, zevcesine ise muayyen bir niyyeti olmadığı takdirde ondan iylâya yemîndir.

Zıhara niyyet ederse zıhar, talâka niyyet ederse bâyin bir talâk olur. İkiye veya üçe niyyet ederse niyyeti gibidir. Yalan söyledim derse beynehu ve beynellah veya niyyete bırakılır ve fakat kazaya gelince iylânın ibtaline gidilmemesi diyanet olur. «Her halâl bana haram» derse bir niyyeti olmadığı takdirde yiyeceğe ve içeceğe aid, niyyeti varsa niyyete göre yemîn olur. Şafiî tahrîmi yemîn addetmemiş ve lâkin yalnız kadınlar hakkında keffarete sebeb saymıştır. Ona göre talâka niyyet ederse rıc'îdir. Ebû Bekir ve Ömer ve İbn-i Abbas ve İbn-i Mes'ud radıyallahü anhüm Hazretlerinden menkul: haram yemîndir.

Ömerden: talâka niyyet ederse rıc'îdir. Aliyden: üçtür. Zeyidden: bâyin bir talâktır. Osmandan: zıhardır. Mesruk, bir şey olmadığı re'yinde idi, şa'bî kezalik, bunlar (.......) ve (.......) âyetleri ile ihticac etmişler ve Allah’ın tahrîm etmediğini kimse tahrîm edemez. Ederse onun tahrîmiyle haram olmaz demişler ve Resulullahın tahrîmi ayrıca yemîn ile olduğuna zâhib olmuşlardır. (.......) Ancak (.......) âyatleri mucebince yemîn ile tahrîm de Allah’ın tahrîmi cümlesindendir. Yemînler de urfe mübtenîdir. İhtilafın da menşe'i budur. Tahrîmi fi'lîye gelince: hiç bir şey söylemeksizin bir halâldan kendisini veya gayrisini men'eylemekten ibarettir. Meselâ, bililtizam kendi halâl malını yemekten çekinmek veya birisini su içmekten zorla men'etmek fi'lî bir tahrîmdir.

Netekim (.......) de tahrîm böyle menı' ma'nasınadır. İşte Peygamberin burada mevzuı bahs olan tahrîmi sade böyle fi'lî bir tahrîmden ibaretmiydi? Yoksa kavlî bir tahrîm de varmı idi? Bu surette de yemînmi idi değilmi idi? İhtilâf edilen mes'ele budur. İkinci âyette yemîn zikredilmiş olmak karînesiyle bir yemîn dahi bulunduğu anlaşılıyor. Rivayetler de bunu gösteriyor.

Fakat bu yemîn sade haram olsun demekten ve bununla iylâya niyyet eylemekten ibaretmi idi? İmamı A'zam gibi bir çokları birinciye diğer ba'zıları da ikinciye zâhib olmuşlardır. Yukarıki rivayetlerden anlaşıldığına nazaran aleyhissalâtü ves-selâm kavlen yaptığı tahrîm veya yemînin hududundan ziyade olarak fi'len de kendisini bir takım şeylerden men'eylemiştir. Meselâ pöstekiyi bile sermeyip de bir hasîr üstünde oturması ve bir izardan başka bir şey örtünmemesi fi'len bir iltizamdan ibaret demektir.

Yemîn ise kadınlara ve nihayet bir de bala tealluk etmiş bulunuyor. (.......) İstifhamdan müstefad olan nehiy ma'nasına nazaran umum ifade eder. Binaenaleyh, nikâh, talâk ekil, şürb ve sair halâl ve mübah olan fiıllerin ve müteallekatının her birine şamil olur. Yalnız Peygamberin sebeb-i nüzul olan tahrîmine nazaran mahdud ve ma'hud şeylerdir. (.......) hem hıllin kaydidir, hem de tahrîmin müteallakını gösterir, (.......) mea'lini ifade eder. Halâl olan bir şey'in herhalde işlenmesi vacib olmayıp vücub veya nedib tealluk etmiyen hususatta fi'li de terki de câiz ve mübah demek olduğundan icrası bir vazife değil, bir hak teşkil eder.

Bir kimsenin kendi hakkından fedakârlık ederek kendini kendi halâlından kavlen veya fi'len mahrum etmesinde ise esas i'tibariyle bir memnu'iyyet yoktur. İki ciheti de halâldır. Hattâ (.......) gibi terki ba'zan mendub olabildiği de olur. Ancak gayrin bir hakkına veya hukukullahdan birinin edasına mani' olacak surette nefsine muzırr olduğu surette kavlen veya fi'len mahrumiyyeti iltizam ederek halâlı haram gibi tutmak da câiz olmaz. Ve bu gibi hususta yemîn dahi edilmiş olsa keffaret verip o yemîni çözmek câiz olur. Peygamberin kendi kendine bir tazyikı demek olan bu tahrîmi mutlak olmayıp bir hal ile mukayyed olduğuna ve bunun bâısı Allah’ın emri değil, kadınlarının hoşnudluklarını gözetmekle alâkadar bulunduğuna tenbih için de Buyuruluyor ki,

(.......) Razî ve Ebû hayyan bu cümlenin (.......) nin failinden hal olmasında ısrar etmişlerdir. Zevcelerinin rızalarını arayarak hoşnudluklarını gözeterek veya gözetirken demek olur. Lâkin Keşşaf, Kâdî Beyzavî ve Ebüssüud gibi bir takımları (.......) yi tefsir veya de va'ıysini beyan için istiynaf olmasını da tecviz eylemişlerdirki niçin zevcelerinin rizasını ararsın da kendini sıkarsın yâhud sen mücerred zevcelerinin hoşnudluklarını arıyorsun, o sebeble kendini sıkıyor, mahrumiyyete katlanıyorsun da Allah’ın seni serbes bıraktığı haklarından vaz geçiyorsun, halbuki Allah buna razıy değil, demek olur. Bu üçüncü istiynaf suretinde (.......) üzerinde vakıf câizdir. Onun için secavendde (.......) konularak istiynafın muhtar olduğuna işaret olunmuştur. Tahrîmi bilhassa Mâriye veya bal yemîni hususlarına nazaran mülâhaza edip de zevcelerin hepsinden olan iylâya teallükunu göstermiyen müfessirler, bu ciheti işbu (.......) kaydına muhalif gibi görmüşe benziyorlar. Filvakı yeknazarda zevcelerin hepsini tahrîm onların rızalarını ve hoşnudluklarını aramak kasdına münafi gibi görünür.

Lâkin şerbet yemîni de hepsinin değil, olsa olsa yalnız ba'zısının hoşnudluğunu gözetmekten ibaret olacağı gibi Mariye yemîni hepsini memnun edebilecek olsa da bunu rivayet edenler onun yalnız bir zevceyi hoşnud etmek ve diğerlerine duyurmamak üzere yapıldığını söyledikleri cihetle bunda da hepsinin hoşnudluğu gözetilmemiş demektir. Gerçi (.......) lâfzı cinse masruf olarak bir veya ikisine de muhtemil olabilirse de zâhir olan hepsine şumulüdür.

Bu kayidde ise nefsi tahrîm, zevcelerin marzıysi olduğu söylenmemiş, onların hepsinin rızalarını ve hoşnudluklarını aramak sebeb ve maksadiyle yapılmış olduğu beyan edilmiş ve yukarıda izah ettiğimiz vechile iylâdan maksad da bundan ibaret bulunmuş olduğu için bunu Mâriye veya bal şerbetine tahsıs etmek umum ifade eden (.......) cem'inin zâhirine muhaliftir. Onun için bunu Mâriye ve şerbet sözlerini karıştırmıyarak iylâ, mes'elesini anlatmış olan Hazret-i Ömerin yukarıda sıhahtan naklettiğimiz beyanâtı dairesinde anlamak lâzım gelirki. O da Peygamberin bütün zevcelerinden uzlet ile onların hoşnudluğunu gözetmek için bir ay tecerrüd ve meşakkati iltizam etmiş olmasıdır. Keşşaf haşiyesinde Ahmed İbn-i Münîr derki:

Peygambere (.......) buyurulması ona rifk-u şefakat ve onun kadr-u mansıbı kadınların hoşnudluğu için meşakkat iltizam eylemekten yüksek olduğuna tenbih içindir (.......) Razî de ıtab için değil, tenbih için olduğunu ihtar eyler. Şu halde Hazret-i Ömerin beyanatının nihayetindeki ıtab ta'birinin ifade ettiği serzeniş ve tekdir esas i'tibariyle Peygamberin kendisine değil, ona karşı tezahür gösteren zevcelerine müteveccihtir ki, bu da üçüncü âyetle anlatılacaktır. (.......) Vâv, i'tirazıyye veya istiynafiyye olup Peygamberin te'essürünü izâle için bir tezyîldir.

1 ﴿