13

zobu, sonrada dakma (zenîm)

(.......) zobu - kaba, saygısız, zorba, obur, bulduğunu çarpar yer, fahiş söyler, gaddar, müstebidd (.......) ondan sonra da - ya'ni bütün bu fena huyların arkasından da, onlarla beraber (.......) bir delme takma - nesebi takma, uydurma, yâhud fenalıkla mimli, şirret damgalı, yâhud dalkavuk.

ZENÎM, zenemeden müştaktır. Zeneme, keçinin, koyunun boynunda, kulağı dibinde derisinden küpe gibi yumrucuklara yâhud kulağı dilinip de ucundan muallak bırakılan sarkıntıya denir ki, her tarafa sallanır durur. Lisanımızda o koyun veya keçiye küpeli denildiği gibi Arabcada da zenîm denilir, burada bundan müsteardır ki, bu Türkçede en ziyade dalkavuk veya kulağı yirik, yâhud kulağı gesik, yâhud kulağı küpeli ta'birlerindeki mecaz ma'nâyı andırır.

İbn-i Cerîr tefsirinde tafsîl olunduğu üzere müfessirler İbn-i Abbas ve gayrilerinden bunun ta'rifinde şunları nakleylemişlerdir: deıy, nesebi mülhak, piç, şerr ile ma'ruf, kötü damgalı, alâmetli kâfir, zalûm, leîm, fâcir ilh... Buharîde de bu Sûrenin tefsirinde Mücahidden, İbn-i Abbastan şöyle rivayet edilmiştir: (.......) Kureyşten şât zenemesi gibi zenemesi olan bir recül (.......) İbn-i Cerîr ve İbn-i Merduye de bu ma'nâda rivayet eylemişlerdir.

Fakat bunun kesbî bir şey olmayıp hılkî olduğuna göre mezmum olan ahlâk miyanında sayılmaması lâzım geldiği halde nasıl olur da en mezmum, en aşağısı sayılır? Diye bir suâl vârid olduğundan Âlûsî bunun istişkâl olunduğunu söylemiş ve hallinde tereddüd etmiştir. Lâkin yine Âlûsînin beyanına göre zeneme söylediğimiz vechile hılkî ve sun'î olabileceği cihetle bunu sun'î olarak anlamak veya mecaza haml etmek daha muvafık olur. Ve onun için diğer ma'nalarla izah edilmiştir, sonra aynı suâl kendi sun'ı olmıyan mülhak ve mülsaklar hakkında da vârid olabilir. O halde gerek âyeti ve gerek rivayeti, kesbî noktai nazardan anlamak lâzım gelir. Bundan dolayı (.......) dalkavuk, yâhud küpeli muhannes ma'nâsına olmak muvafık görünür. Bunlar her halde bir utüllün arkasındadır.

Yâhud utüll kendisi de öyledir. Demek olur.

Bahis fene huylardan, alçaklıklardan sakınmak ve onların timsali olup da o yola sevk edilebilecek olanlara itaat etmemek mevzuu üzerinde ahlâkî ve ictimaî bulunduğu için müfessirler gayet rengin ve zengin olan bu kelimati Kur’âniyyenin fehm-ü tefhimiyle irşada çalışmışlardır. Çünkü Kur’ân o fenalık timsallerine itaat etmemeği emr ederken, nazmın nezahet ve nezaketine bir şaibe kondurmamak üzere onları her birinin sırasiyle meftun olup geyindiği müdebdeb bir tavr-u eda içinde deste deste mimliyerek inbıktan geçirmiş ve bunlara uyanların hepsinden aşağılık olduğunu göstermek üzere de zenîmi hepsinin sonuna takarak cümlesini bir kül halinde fırlatıp atıvermiştir.

Müfessirîn bunlarla muayyen bir şahıs kasd edilip edilmediğini teharri ile de meşgul olmuşlar ise de doğrusu Ebû Hayyanın dediği gibi âyetten zâhir olan budur ki, bu evsaf muayyen bir şahs için değildir. Başta (.......) buyurulmasından da sarahaten anlaşıldığı vechile, ta'yin ve tahsîs maksud olmıyarak hem her birinin, hem mecmuunun cinsinden tahzirdir. Mâzîye olduğu gibi istıkbale de şamildir. Burada (.......) nehyi müfred olarak evvel emirde ferdlere müteveccih olmakla beraber itaatten tehzir olunan evsaf, hey'eti mecmuasiyle ferde aid olmak şart değil, ferdlerden mürekkeb olan külle, o mahiyyette bulunan her hangi bir cem'ıyyete dahi şamil olacak vechile ifade olunmuştur. Ancak cem'ıyyet vicdani ferdlerde temessül edeceği ve ferdlerin haricinde cem'ıyyet ma'nâsı mücerred bir fikirden ıbaret kalacağı cihetledir ki, mülâhaza ferdlerden yürür. Şimdi böyle bir ferde veya külle bir âkıl için itaat nasıl tesavvur olunur? Denecek olursa bunun sâikı olabilecek ıllet şöyle beyan olunuyor:

13 ﴿