4Ve Bu beledi emîne (.......) Hakikaten biz insanı ahseni takvîmde halk ettik -ya'ni insan cinsini maddeten ve ma'nen doğrultmanın, kıvama koymanın, biçimlendirmenin en güzelinde: En güzel biçimde olarak yarattık. Fi ahseni takvim, (.......) ma'nasında zarfı müstekarr olarak insandan haldir. TAKVİM; Eğriyi doğrultmak, kıvama, nizama koymak, kıymet biçmek, kıymetlendirmek ma'nalarına gelir. Tenvini tenkir ve tefhıym için olarak ahseni takvîm, her hangi bir takvimin veya büyük bir takvimin en güzeli demek olur. Bu ise her ma'nasıyle takvimin en güzel biçimi demek olacağından maddî ma'nevî her türlü güzelliğe şâmil olur. Belinin doğrulmasından, endamından güzelleşmesinden, kuvâ ve melekâtının yükselmesinden, akl-ü ırfan ve ahlâkıyle ilâhî hüsne irmesine kadar gider. Belinin doğrulmasını, kametinin istikametini bütün bu ma'nalardan kinâye olarak veya zâhirden batına geçmek, Zeminden Semaya yükselmek için bir mebde' halinde mülâhaza edebiliriz. Bahirde der ki, Nehaî ve Mücahid ve Katâde: Sûret ve havassının güzelliği demişler, kametinin doğruluğu da denilmiş ve Ebubekir İbn-i Tahir, akl-ü idrâk ve temyiz ile tezyini demiş, Ikrime de şebabı ve kuvveti demiş ise de evlâsı her ahsen olana umumudur (.......) Ya'ni gerek kadd-ü kametinin doğruluğu ile günden güne artan sureti hissıyyesinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin ayatı hakk-u hayrı ve ıhtar olunan mehasin ve maalîyi idrâk edebilecek vechile güzel kabiliyyeti ve gerek ilâhî ahlak ve evsaf ile tahalluk ve ittisaf edebilecek derece de inkişaf ve tekemmüle müsaid olan ahlak güzelliği gibi sureten ve ma'nen her türlü güzelliğe şamildir. Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlak ve ma'neviyyat itibariyle ruhanî bakımdan insan en güzel bir kıvama irebilecek en güzel bir biçimde yaradılmıştır. Hakikaten insan mahiyyetine, insanlık âlemine im'anı nazarla bakan ve onun zâhirinde ve sirrindeki dekayıkta fikrini cevelân ettiren kimse onu ba'zı ecillenin dediği gibi gayb-ü şehadet mecralarının mecmaı, ifade ve istifade felekleri neyyireyninin matlaı, kalemi hakk ile kitabı hılkate yazılmış suturı acâibin mütûn-ü nususunu havi ve onlardaki ilâhî esrar ve bedayiın olmuş ve olacak mazmunları şârıh bir nushai câmia görür ve Hazret-i Aliye nisbet olunan şu mazmunun sıdkına âgâh olur: İlâcın sendedir de farkında olmazsın Derdin de sendendir fakat ki, görmezsin Sanırsın ki, sen sade küçük bir cirimsin Halbuki sen de dürülmüş en büyük âlem Menkuldür ki, Kâdî Yahya İbn-i Eksem ve ba'zı Hanefiyye: Zevcesine sen kamerden daha güzel olmamış isen boşsun» diyen bir kimseye talâk vakı' olmaz diye fetva vermişler ve bu âyet ile istidlâl eylemişlerdi. Şübhe yok ki, bu güzelliği yalnız cirmi sağirde, maddî şekl-ü kıyafette arayan hata etmiş olur. Yüzler nekadar yaldızlansa onda bir mehtab parıltısı olmaz, fakat mehtabı gören göz, husn-ü aşkı sezen bir öz vardır ki, güzellik ondadır. Ma'şuklarını mahı tabandan, hurşidi rahşandan daha güzel olarak tavsîf eden şâirlerin mâcerâyı aşkı inliyen hisaba gelmez şiirlerinde parlıyan cacibei husn-ü an bile sade topraklara gömülmeğe mahkûm maddî suretin değil, gönüllerde kaynaşan ruhanî bir tecellînin cilvesidir. Husn-ü aşk zâhire dikilen bir suret değil, gönülde kaynıyan bir ma'nadır. Hayaliyle tesellidir gönül meyli visal etmez Gönülden özke bir yar olduğun âşık hayal etmez diyen şâir de bu ma'nayı terennüm etmek istemiştir. Hasılı insanın güzelliği ahseni takvimde olması duygusuz olan şekl-ü suretinde değil, duygusunda ve bâhusus husün denilen ma'nayı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli ahsenülhalikîni ve onun husni mutlakla en güzel olan sıfatı kemalini tanıyıp onun ahlâkıyle mütehallık olmasındadır. İnsan fıtratının kıvamı ve namzed olduğu tekâmülü budur. İnsan ilk doğuşunda bu kemalde olarak değil, fakat bu kıvama, bu kemale, bu gözelliğe doğru doğrulmak kabiliyyeti verilmek ma'nasına takvimin en güzelinde yaradılmıştır. Yoksa onda hiç bir fânîlik şâibesi, bir süfliyyet hali bulunmazdı. Halbuki öyle olmadığı görülüp duruyor. Efradın husnünde meratib olduğu ve her ferdin fânîlikten, âlemi süflîden, husni mutlâka yaraşmıyan şâibelerden, ihtiyaclardan bidayeten bir hıssası, zenb-ü vizri denilen ve günden güne atılması lâzım gelen bir derdi bulunduğu ve bu suretle beden bârını ata ata ruhların temizliğe ve felâha gittiği ve böyle bir takımlarının yükselmesine mukabil diğer bir çoklarının da hiç bir hıssai husnü kalmıyarak en sefil derekelere kadar yuvarlanıp durduğu meşhud bulunuyor. Onun için buyuruluyor ki, |
﴾ 4 ﴿