5

Halbuki onlar ancak şununla emr olunmuşlardı: hak perest müvahhid (hanîfler) olarak dîni Allah için halis kılarak yalnız Allah’a ıbadet etsinler ve namazı dürüst kılsınlar ve zekâtı versinler, ve odur "dîni kayyime"

(.......) halbuki onlar: o kendilerine kitab verilmiş

olanlar evvel ve âhir başka bir şey ile değil (.......) ancak şununla emrolunmuşlardı ki, (.......) yalnız Allah’a ibadet etsinler -gerek evvelki kitablarında, Tevrat ve İncilîn esasında ve gerek bu Kur’ân ile me'mur oldukları vazîfeleri bu idi ki, başka bir garaz ve maksada hizmet etmesinler, ancak Allah’ı ma'bud tanısınlar, ona ıbadet ve ubudiyyet etsinler o suretle ki, (.......) dîni ona halis kılarak- hiç bir şirk şâibesi karıştırmaksızın şu veya bu garaza âlet etmeksizin sâfi ve temiz niyyet ve ıhlâs ile ancak ona tevcih ve tahsıys ederek (.......) hanîfler olarak -ya'ni bâtıl akıdelerden, eğri ve yanlış fikir ve ahlâktan sıyrılıp dâima hakka, doğruluğa meyl edne hakperest müslim, müvahhid olmak suretiyle dîni Allah için halîs kılarak Allah’a ibadet etsinler, ecir ve mükâfatı ondan beklesinler.

Yukarılarda da defeât ile geçtiği üzere hunefa hanîfin cem'i olarak islâmın akide ve ahlâk ve ictima'ıyyet i'tibariyle bir vasfi mümeyizini göstermektedir. Ekseriya hanîf Hazret-i İbrahimin milleti olarak (.......) gibi müşriklere mukabil, ba'zan da (.......) mutlak olarak, ba'zan da burada olduğu gibi tevhid ve ihlâs ile dînde salah ve istikameti te'kid-ü takrir siyakında zikr olunmuştur. Bütün bunlardan anlaşılan hanîflik Hazret-i İbrahimin dîn ve milletinin vasfı olmakla beraber yalnız ona mahsus değil, umumiyyetle müşrikliğin zıddı olarak bütün Enbiyanın milleti olan tevhid ve ıhlâs dîninin unvanı olmasıdır. Onun için Şehristanî Milel-ü nihalde hunefayı alel'umum müşriklerin mukabili olmak üzere ma'nayı eammiyle Sabiîlere tekabül ettirerek zikr etmiştir. Ma'nayı eammiyle Sabiîlik ise alel'umum müşrikliğin

esası olan eski dîndir. Şimdi ba'zı yeni eserlerde «buna» Seybele-Ceybele dîni denildiğini ve son zamanlarda asarı atika dolayısıyle mevzuı bahs edilmeğe başlıyan eski Eti, yâhud Hiytit, yâhud Hetlerin de bu seybel, ya'ni sabî dînine mensûb olduklarını söyliyorlar. İşte hunefâ bütün bu şirk dînlerine karşı dîni Allah için halis kılmak ve ancak Allah’a ıbadet etmek üzere da'vet ve mücahedeye me'mur olan Peygamberlerin milletini teşkil eden ve bâtıldan sakınıp hakka meyl eyliyen muvahhid müslimlerdir. Onun için Sûre-i Hacde (.......) buyurulmuş olduğu gibi Sûre-i Şurada da (.......) buyurulmuştu. Bunların hasılı ise hanîflik, asnam ve evsâne tapmak sefaletinden, tezvirden, sahte bâtıl akîdelerden ictinab ederek Nûh’un, İbrahimin, Musânın, İsanın ve Muhammed aleyhisselâmın yaptıkları gibi dîni Allah için tevhid ve ıhlâs ve istikametle doğrultmak ve onda tefrika çıkarmayıp dâima doğrulukla toplanmağa çalışmaktır. Hanîf kelimesinin iştikakı da bu ma'nayı müfiddir. Zira hanîf haneften müştaktır.

Müfessirînin ve Ehli lûgatin beyanına göre hanef, meyil ve istikamet mefhumlarını tezammun eder, asıl hanef, yanlışlıktan doğruya, eğrilikten istikamete meyil ma'nasına mevzu', ba'zan meyil, ba'zan da sade istikamet ma'nasına kullanılır. Ayağının ayası veya baş parmakları vahşiden ünsîye, ya'ni içe doğru mâil olan kimseye ahnef denilmesi ise tefe'ül için veya iki mertebe mecazı mürseldir. Demek ki, lügaten de hanîf dâima istikamete mâil olan demektir. Dînde istikamet de (.......) buyurulduğu üzere muhsin olarak ancak Allah’a yüz tutmak (.......) buyurulduğu üzere ancak Allah’ı rabb bilip ef'al ve harekâtında ancak onun emr-ü hükmüne tâbi' olarak o

îman üzere istikametle yürütmektir. Bundan dolayı ekseriya hanîfi hak perest muvahhid diye tercemeyi muvafık görmüşüzdür. Maamafih tefsirler daha ba'zı ta'rifler de nakletmişlerdir: ezcümle burada hunefâ İbn-i Abbastan: huccac diye, Katâdaden: hıtanlı (ya'ni sünnetli) olanlar ve ananın ve mahremlerin nikâhını haram tanıyanlar diye, Rebî' İbn-i enesten: namazda kıbleye istikbal edenler diye, Mücahidden: İbrahim aleyhisselâmın dînine tabi' olanlar diye rivayet eylemişlerdirki hacc, hıtan, istikbali kıble, dîni İbrahimin şeâirinden birisiyle ta'rif demek olduğundan buna râci' demektir. Bunlardan başka Ebî kılabeden: (.......) mucebince Peygamberlerin hepsine îman edenler diye, daha ba'zılarından da (.......) dînin hepsini cami' olanlar diye nakl ü ta'rif edilmiştir ki, bu son ikisi de mütekaribdir. Lâkin bunların ekserîsi mefhum ile değil, mâsadak veya ba'zı havass i'tibariyle ta'rif olduğu için tam ta'rif değildir. Ancak ba'zı cihetleri tevzîh için nakl olunur. Muhtar olan ta'rif evvelâ izah ettiğimiz vechile bütün bâtıl akîdelerden islâma mâil olan diye hulâsa edilmiştir. Cemi'i rusüle îman ve her dîni câmi' olmak da bununla olur. Ve işte bütün Kitablar ve Peygamberler dîni yanlış akîdelerden tasfiye ederek (.......) olan hak tevhid ve ıhlâs ile yalnız Allah’a ıbadet etmek ve insanlığı selâmete irdirmek için gönderilmişlerdir. Onun için Ehli kitab da evvel ve âhir bununla me'mur olmuşlardı ki, Allah’a böyle dîni muhlîs hanif olarak ıbadet etsinler (.......) ve namazı kılsınlar (.......) ve zekâtı versinler (.......) ve işte bu üç esası: Dîni ıhlâs ile Allah’a ıbadet, ikamei salât, iytai zekât (.......) dîni kayyimedir. -

Ya'ni sâbit ve paydâr kalacak olan milletin dînidir. Ta'biri âharle yukarıda zikri geçen kütübi kayyimenin, doğru, bozulmaz

sâbit hak kitablarının beyan ettiği dîndir. Demek olur ki, bu üç esas bütün hak dînlerinin hiç değişmiyen en muhkem esasıdır. Namaz ile zekât da iymandan sonra bütün ıbadatın aslül'usulüdür. Diğerleri füru'dur. Bunların sureti edası itibariyle tafsilâtı her Peygamberin zamanına ve şerîatine göre değişebilirse de asıl salât ve zekât hepsinde sâbittir. Şu halde dîn için mutlâka bir ekanimi selâse umdesi tanımak lâzımsa onu eb, ibin, ruhulkudüs diye ma'budun zatında teslis ile şirke saparak değil, tevhid, namaz, zekât diye îman ve amel erkânında tanımak lâzım gelir. Halbuki o kitab verilenler bu doğru ve sâbit dîni ve bu emri tanımadılar, ihlâs ve tevhid ile Allah’a kulluk etmekten kaçındılar (.......) mısdakınca şehvetlerinin arkasına düşerek namazı zayi' ettiler, zekât vermeğe yanaşmadılar, tefrika çıkardılar. Bunun üzerine alelumum küfrün ve iymanın Âhıretteki hukümleri ayırd edilerek beyan olunmak üzere şöyle buyuruluyor:

5 ﴿