3

Ancak o kimseler başka ki, îman edip salih ameller işlediler ve hep hakka vasıyyetleştiler ve sabra vasıyyetleştiler

(.......) ancak o kimseler müstesnâ -şu zikr olunacak dört vasf ila muttasıf olanlar husranda değil, kârdadırlar:

1- (.......) ki, îman etmişler -Fatihada ve Sûre-i Bekarenin başında ve sâirede geçtiği üzere bütün âlemlerin rabbı rahmanı rahîm, dîn gününün mâliki Allah’ın birliğini ve indirdiğini tasdık edip ona ıhlâs ile ıbadet ve tâate ıkrar vermişler (.......) buyurulduğu üzere husnâya ı'tikadi sahîh ile ı'tikad edip fazîlet ile rezîletin: salâh ile fesadın, doğru ile eğrinin, mü'min ile kâfirin mutıy' ile asînin, haklı ile haksızın Allah yanında farkı olduğuna ve hayır amellerin iyi, şerr amellerin kötü cezası verileceği Âhıret gününe, dîn gününe inanmışlar.

2- (.......) ve îman ile salih ameller işlemişler -ya'ni iymanları yalnız gönüllerinde ve dillerinde kalmamış, bütün hislerine, akıllarına, mevcudiyyetlerine nüfuz ederek iradelerine sahib olmuşlar da yaptıkları işleri îman ve ı'tikadlarına muvafık, Allah’ın rızasına, indirdiği ahkâma uygun, hak ve hayr olduğuna kani' olarak yapmışlar, her salâha çalışıp kendileri ve ehl-ü ıyalleri ve kavımları ve insanlık için salâh, sonu hayır ve menfeat olan işler (.......) buyurulduğu üzere gücleri yettiği kadar güzel ameller yapmışlar, emrolunan vazîfeleri eda, nehyolunan kebâir ve fevahişten ictinab eylemişlerdir ki, bunların esası Kitab ve Sünnette tafsîl olunmuştur. Zamanına göre cüz'iyyatı da icma' ve ictihadlarına bırakılmıştır. İymandan sonra Hak teâlânın emrine ta'zîm ve halkına şefekat ve menfeat esasında hulâsa edilen ameli salih başlıca iki nevi'dir. Birisi bedenî ıbadetler gibi mükellefin evvelen ve bizzat kendisine nafi' olan ve kendi salâhına yarıyan ameller, birisi de zekât

ve sadeka gibi başkalarına nafi' olan amellerdir. Birine mükemmili nefs, birine de mükemmili gayr, yâhud birine fazîlet, diğerine fadıl ta'bir olunur. Bunun en mühimmi de hakka da'vet ve hak yolunda mücahededir. Onun için bunlar îman ve salih amel ile kuvvei nazariyye ve ameliyyelerini tekemmül ettirmeğe çalıştıktan maada Allah için birbirlerinin ve başkalarının kemal ve salâhına da çalışarak hakka da'vet ve fadl-u ıslâh ile ikmali gayre himmet hususunda yekdiğeriyle andlaşmayı ve hep hak yolunda yardımlaşmayı da vazîfe bilmiş olduklarından dolayı ameli salihin bilhassa bu iki kısmına işaret ile buyuruluyor ki,

3- (.......) ve hakka vasıyyetleşmişler -ya'ni bütün azimleri hakka müteveccih iymanları da amelleri de kavilleri de hep hakka masruf olmuş, çünkü hakka masruf olmıyan her şey bâtıldır, hasardır, husran olmıyacak îman ve amel de ancak hakka îman ve hak yolunda ameldir. Onun için bunlar büyük küçük birbirlerine, hemcinslerine riyakârlık, münafıklık, ziyankârlık, ilişiksizlik veya tebasbus ve dalkavukluk etmeyip bütün iyilik Hakkın yedinde olduğunu bilerek ve fânî, geçici aldatıcı, hasara götürücü şeylere aldanmayıp her şey'in hakkını gözeterek hep biribirlerine hak tavsıye etmişler, her işte hak, sâbit, doğru olanı yapmayı hakk üzere birleştirmeği hep hakka da'vet eylemeği, emri bil'ma'ruf ve nehyi anil'münkeri, hasılı daima hak ve istikamet üzere hareketi tavsıye ve nasîhat edişmişler, öyle and edip o yolda muamele eylemişler, iymanları da amelleri de hep hakka masruf olmuş.

4- (.......) ve sabra vasıyyetleşmişler -ya'ni hak ve hayır yolunda sabra vasıyyetleşmişlerdir. Çünkü zamanın acâibliği, Dünyanın iğfali, nefislerin temâyülâtı,

husrana gidenlerin çokluğu karşısında hayır yapmak hak söylemek, hak yolunda gitmek bir çok acılar çekmeğe, zorluklara katlanmağa, mücadele etmeğe, butlân, iflâs geçitlerini atlamağa, bunlar da sabra mütevakkıftır. Onun için Sûre-i Lokmanda emri bil'ma'ruf ve nehiy anil'münker yapanlara (.......) diye isabet edecek musîbetlere sabr tavsıye edilerek onun azme mutavakkıf büyük işlerden olduğu anlatılmıştı. Burada da bunların birbirlerine hak tavsıye ederken aynî zamanda sabır da tavsıye ettikleri bilhassa anlatılmıştır. Netekim Sûre-i Beledde akabeyi ıktiham eden ve îman edip de birbirlerine hem merhamet, hem sabır tavsıye edenlerin meymenet sahibleri oldukları anlatılmıştı. Hak yolunda can veren şehidlerin indallah ebedî hayata nâiliyyetleri de sabır sayesindedir. Ölüm nasıl olsa mukadder olan bu âlemde böyle hak yolunda güzel iş görmek için can vermek ve öyle hakka kavuşmaktan daha büyük ne saadet olabilir. Fakat öyle bir azm, öyle bir akabeyi ıktiham etmek kolay değildir. İşte bu müstesnâlar öyle birer akabe olan müşkil, zor vaz'iyyet ve ahvalde caymamayı, yılmamayı bırakmamayı, za'f göstermemeği ve böylelikle birbirlerine yardımsız, tesellîsiz bırakmayıp gerek tâat ve amel ve gerek âlâm ve mesaib ve gerek şehevata karşı sabr-u metanet tavsıye etmeği kendilerine şıar edinmişlerdir. Ma'lûm ki, sabır nefsin iyi bir iş yapmak veya fenalıklardan kaçınmak için acıya, meşakkate tehammül kuvvetidir. Başlıca iki nevi' olarak mülâza edilir.

BİRİSİ, elem ve külfete sabırdırki bununla tâat ve mücahedenin ve güzel amellerin meşakkatlerine tehammül olunarak ulüvvi himmet ashabının nâil oldukları muvaffakıyyetlere irilir.

BİRİSİ de, lezzet ve şehevata karşı sabırdır ki, bununla da haramdan, menhiyyattan ve hoş görünüp de sonu

fena olan aldatıcı, tehlükeli, maddeten veya ma'nen muzır şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur. (.......) Hadîs-i şerifinde iki cihete de işaret vardır. Sabrın derecesi hususunda fıtrî kabiliyyetin bir hukmü bulunduğu münker olmamakla beraber, terbiyenin, i'tiyadın ve binaenaleyh azm-ü iradenin ve onun için de iymanın ehemmiyyeti çok büyüktür. Bu cihetle sabır, ef'ali ihtiyariyyeden olarak ef'ali mükellefîn miyanında tavsıye olunduğu gibi (.......) diye emr olunmuştur. Çünkü (.......) dir. (.......) dir. (.......) dur. Onun için hadîslerde de « (.......) = sabır, genişliğin anahtarıdır», « (.......) = sabr eden zafer bulur» diye vârid olduğu gibi, dilimizde de «ılmin başı sabırdır», «sabrın sonu selâmettir» diye mesel olmuştur. Bu iyzahattan ve sözün gelişinden anlaşılırki memduh olan ve tavsıye edilen sabır, îman ve ameli salih ile hak ve hayır yolunda sabırdırki bu şecaat, sadakat, merdlik şıarıdır. Yoksa her kötülüğe katlanmak, her zillete boyun eğmek, pislikler içine düşüp de her ne bahasına olursa olsun ondan çıkmağa kurtulmağa çalışmamak, çabalamamak, ilişik etmemek, bâtılda, fenalıkta herçi bâdâbâd saplanıp kalmak ve şerre rıza demek olan atalet, zillet ve meskenet ile sukutdan ıbaret bulunan duygusuzluk değildir. Çünkü (.......) dir. (.......) dir. Ve çünkü şerre rıza şer, küfre rıza küfürdür. Ve hilmi himarî mezmumdur; onun için safvetini bulanmaktan koruyacak bâdireleri, çakışları olmıyan, ya'ni hiç asârı gadab göstermiyen hılimde hayır yoktur diyen şâirin şu beytini yukarılarda da geçdiği üzere Resulullah beğenmişti:

Ve hadîsi sahîhte « (.......) =

sizden herkim bir münker, bir biçimsizlik görürse onu eliyle değişdirsin ona gücü yetmiyen diliyle, ona da gücü yetmiyen kalbiyleki o iymanın en zaıyfidir.» Buyurulmuştur. (.......) Âyeti de bu ma'nayı ifade eder. Maamafih bu gibi sabr edilmemesi lâzım gelen ahvalde de telâş ve tehevvürle hareket etmeyip (.......) buyurulduğu üzere basîret ile hareket etmelidir.

İşte ancak böyle îman, salih ameller, tevâsıy bilhakk, tevâsıy bissabr dört vasf ile muttasıf olan kimseler, husranda değil, müstesnâdırlar. Bu müstesnâlardan maadası mutlak bir husrandadırlar. Bunun dördü de hakka îmanı kâmilin bir tezahürü demektir. Hak, haddizatinde sâbit ve mütehakkık olduğu ve inanmanın hukmü de inanılana tabi' bulunduğu için hakka îman hiç bir zaman yanlış çıkmıyacak ve bütün mekân ve zamanın fevkında hayatı hakk ile yaşayacak olan ebedî bir ni'met ve saadet olduğundan Dünyada o hakka îmanı kâmilin bir tezahüründen ıbaret olup da onun yolunda güzel amellere sarf edilmiş bulunan bir hayat, bir ömür hiç bir zaman boşa gitmez, husrana düşmez. Böyle bir îmana mazhar olmıyan nefisler de husrandan kurtulmaz. Hiç îmanı olmıyanların kurtulmıyacağı açık olduğu gibi bâtıla îman etmiş olanların da o îman semeresi olan amelleri o batılın butlâniyle zâil olup gideceği dahi şübhesirdir. Fakat bu âyet şunu iktiza ediyorki hakka îman etmekle beraber salih ameller yapmıyan ve hak ve sabır tavsıye etmiyen kimseler de bir nevi' husrandan haric kalmamış olurlar. Demek olurki îman olunca amelsizlik ziyan etmez diyen Mürcienin kavilleri hak değildir. Doğrusu Ehl-i Sünnetin dedikleri gibi îmanı olup da iymanına göre âmil olmayan fâsıklar, âsıyler için de bir nevi' husran vardır. Zira Ebedî olmamakla beraber usatı

mü'minin için de Cehennem vardır. Îman en sonunda onlarıda halâs eder ise de seyyiâti hasenatından ağır gelen mü'minler de günahları temizlenene kadar Cehennem azâbı olan husranı göreceklerdir.

Başda beyan olunduğu üzere Bu Sûrenin tafsîli bütün Kur’ân demek olduğundan daha ne kadar izah edilse tükenmez. Taberânî Evsatda ve Beyhekî Şu'abda Ebû huzeyfeden -Ki, sohbeti vardır- şöyle dediğini rivayet eylemişlerdir: Resulullahın Ashabından iki kişi mülâkat ettiklerinde biri diğerine (.......) Sûresini okumadan, sonra da biri diğerine selâm vermeden ayrılmazlardı (.......)

Bizlerin de asrımızın gidişini ve ömürlerimizin geçişini anlayıp düşünerek biribirlerimize hak ve sabır tavsıye etmeğe ve Hak teâlâya îmanı kâmil ile güzel amellere muvaffakıyyet dilemeğe ihtiyacımız ne kadar çok! Ne kadar çok!... Buna mukabil böyle hak ve hayır tavsıye eden müstesnâlarla alay ederek onlara türlü türlü ta'n-ü teşni' edenlerin de hisabı yok, fakat bunun üzerine bilhassa öylelerinin husranındaki şiddeti beyan için de Hümeze Sûresi geliyor

3 ﴿