KUREYŞBu Kureyş Sûresidir, (.......) Sûresi dahi denilir, Mekkîdir. Maamafih Dahhâk ve İbn-i Sâib Medenî demişlerdir. Âyetleri - Hicazî de beş, diğerlerinde dörttür. Fasılası - (.......) harfleridir. Hicâzîde (.......) un aynı da vardır. Bunun (.......) Sûresine tefriı andırır açık bir münasebeti vardır. Bundan dolayı ikisini bir Sûre gibi zann edenler olmuş ise de doğru değildir. Ayrı ayrı birer Sûre oldukları tevatüren ve bütün Mushaflarda besmele ile ayrılmış olmalarından ma'lûm ve sâbit olduğu gibi fasılalarının başkalığından da bellidir. Fîl vak'asını gören ve herkesten ziyade ondan mütena'im ve müstefîd olan ve binaenaleyh Allah’ın birliğiyle tevhid dinine herkesten evvel sarılması lâzım gelen Kureyş olduğu halde Resulullahın bı'seti üzerine onun da'vetine karşı putperestlikte ısrar etmek istiyerek ilk evvel küfr-ü ısyana ve adavet-ü mümaneate kalkışan onlar olduğu ve sonra Mekkenin fethinde anlaşıldığı üzere onların islâmiyle dini tevhidin bütün Arabistana ve oradan cihana intişar edeceği derkâr bulunduğu cihetle Sûre-i Fîlden sonra burada ilk evvel Kureyşin ehemmiyyetlerine işaret için ismini tasrih ve kâfirlerine ıtab ederek tevhid ile Allah’a ve ubudiyyete sevk için buyurulyor ki, 1İylâfı için Kureyşin (.......) Kur'ânın asıl resmî imlâsı mesahifi osmaniyyenin hepsinde (.......) şeklindedir. Şafiye şerhi şeyh Radıyye dahi beyan olunduğu üzere kûfî hattatların kudeması, mutevassıt eliflerin hepsini muttariden hazf ederler, meselâ (.......) ve bunların emsalini hep böyle elifsiz yazarladı. Bısrîlerde ve müteahhırînde ekseriyyetle bu elifleri yazmak kaide olmakla beraber (.......) ve (.......) gibi ba'zı isimler umumiyyetle elifsiz yazıldığı gibi Osman, Süleyman, Muaviye isimlerinde de ba'zıları elifi hazf etmişlerdir. Şu halde hattı Arabî kaidesince burada (.......) yâhud (.......) diye iki imlâ câiz olabilirdi, sonraki mushaflarda müteahhırîn üslûbu üzere ekseriya ikinci vechile eliflerin izharı umuma kolaylık olmak için tecviz olunmuş ise de Kur'ân imlâsının bir çok yerlerde Arabî hat kaidelerine dahi uymıyan hususıyyetleri bulunduğu ve bunun aynî suretle mahfuzıyyeti lüzumu dahi unutulmamak ıktiza eyler. Burada Kur’ân’ın asıl resmi hattı ise kûfî kaidesine yakın olmakla beraber tam aynî olmayıp söylediğimiz gibi (.......) dir. İthafta Kur’ân resmi hattının böyle olduğunu beyan ederek der ki, bütün Mushaflar (.......) de yâ nın isbati ve (.......) de hazfi ve iksinde de (.......) dan evvel elifin hazfi üzerine icma' eylemiştir (.......) Ya'ni Hazret-i Osman Mushaflarının hepsi bunun üzerinde müttefıktir. Bunun sebebi de yazı değişmeksizin ma'ruf olan üç kıraet üzere okunabilmesini muhafaza etmek olmalıdır. Çünkü Ebû Ca'fer kıraetinde evvelkisi hemzesiz yâi meksûre ile (.......) ikincisi (.......) sız hemze ile (.......) okunur. Bunun ikisi de müfaale babından müâlefe ma'nasına ilâf demek olup birincisinde hemze yâya telyîn olunmuştur. İbn-i Âmir kıraetinde de birincisi (.......) sız hemze ile (.......) ikincisi hemze ve (.......) ile sâir kıraetler gibi (.......) okunur. Mütebakî kıraetlerin hepsinde ise ikisi de hemze ve (.......) ile (.......) diye okunur. Bunların ma'nâ ı'tibariyle farkına ve fâidesine gelince: hepsi de ilf ve ülfetten olmakla beraber îylaf: âlefe yülifü îylâfen if'al babından ülfet ettirmek ma'nasına masdarı ma'lûm ve ülfet ettirilmek ma'nasına masdarı mechul olabileceği gibi âlefe yüâlifü muâlefeten ve ilâfen ve îylafen diye mufaale babından üçüncü masdar da olabilir, ve bu surette ilâf ve mualefe gibi ülfet edişmek, ya'ni anlaşmak, andlaşmak, muahede (antant) yapmak ma'nasına olur. Ekser kıraete göre zâhiri if'al babından göründüğü için çokları ülfet ettirmek veya ettirilmek, ya'ni alıştırmak, alıştırılmak ma'nasiyle tefsir etmişlerdirki bunda Kureyşe izafeti mef'ulüne veya fâiline izafet olmak muhtemildir. Lâkin «ya» siz ilâf ancak müfaale babından olduğu ve kıraetler birbirini tefsir etmiş olmak daha zâhir bulunduğu için bir kısım müfessirîn de Ebû Ca'fer ve İbn-i Âmir kıraetleri karînesiyle ikisinin de mufâale babından muahede ma'nasına olduğunda ısrar eylemişlerdir. Netekim Kamusta da derki: tenzîlde îylâf, ahd ve hufâre (.......) ile icazeye şebihtir, ya'ni ahd-ü eman ve korkunç yoldan yolcuların emn-ü selâmetle gidip gelmeleri zımnında yasakcılık ve himaye tarzında verilen icazet: (pasaport) geçirtme ruhsatiyyesine benzer, emr-ü teahhüddür. Bunda Kureyşe izafeti fâiline izafet olmak zâhirdir. Îylafın bu ma'nası da ülfetten me'huz ise de bunda hususî bir urf ve istılâh ma'nası da bulunduğu ve her iki ma'nanın bir lafz ile ifadesine imkân bulamadığımız, bir de iylâf kelimesi Sûrenin ismi gibi olduğu için mealde aynen muhafazasını daha muvafık ve doğru bulduk. Zira bunu yalnız ülfet ve i'tilâf ettirmek, alıştırmak, alıştırılmak, yâhud andlaşma, anlaşma diye bir ihtimal üzerine hasr etmek doğru olmıyacaktır. Râgıbın beyanına göre ülfet, i'tilâf ma'nasına ism olup aslında iltiyam ile ictima'dır (.......) Ya'ni esasında i'tilâf ve ünsiyyet gibi uyuşup kaynaşma suretiyle ictima' ma'nası vardır, onun için i'tiyad demek olan alışmak ve ayrılmamak demek olan lüzum ve uygunluğu ifade eden ısınıklık ma'naları da onun lâzımıdır. Ahd; anlaşmak, andlaşmak suretiyle i'tilâf da ülfetten me'huzdur. Binaenaleyh (.......), Kureyşi alıştırmak, ısındırmak, Kureyşin birbiriyle yâhud başkalariyle ahidleşmesi, andlaşması, anlaşması, i'tilâf etmesi veya ettirmesi ma'nalarını da ifade eder. Kureyş, Arab içinde Adnanîlerden, Adnanîler içinde Mudarîlerden, Mudarîler içinde Kinanîlerden, Kinanîler içinde Nadr İbn-i kinane evlâdından olan meşhur, büyük kabîlenin ismidir. Âlûsînin beyanına göre kurtubî buna akvalin esah ve esbeti demiş ve ba'zıları Fukahanın da buna kail olduğunu söylemiştir. Lâkin Ebülfida ve sairenin beyanına göre sahih olan Kureyş, Fihr İbn-i Mâlik İbn-i Nadr İbn-i kinâne evlâdıdır, Fihr evlâdından olmıyanlar Kureyş sayılmaz, bunun ekseri kavl olduğunu söylenmiş, hattâ Zübeyr İbn-i Bekkâr, Nessabunun bunda ictima'ları olduğunu söylemiştir. Kafın fethi ile karş, kesmek ve şuradan buradan bir takım şeyler toplayıp birbirine zamm-u ilhak ederek karıştırmak, ve cenkte birbirine karışıp mızrakları birbirine karmakarışık tokuşturmak ma'nalarına masdar olurki Türkçemizde karışmak, karıştırmak masdarına lafzan ve ma'na benzetilebilir. Netekim harbde mızraklar birbirine girip karıştığı zaman (.......) denilir ki, süngüler, mızraklar karıştı birbirine girdi demektir, tekarruş de tecemmu' ma'nâsınadır. Kafın kesriyle (.......) deniz canavarlarından birinin ismi imiş ki, deryadaki diğer hayvanları yer, kahr eder ve kendisi yenilmezmiş. Bunun da tasgîri kafın zammiyle «kureyş» gelir. Fihr İbn-i Mâlik İbn-i Nadr, şiddet ve kuvvetinden dolayı bu isim veya bu lakab ile tesmiye olunmuş ve onun sülâlesine nisbette Kureşî veya Kureyşî denilmiştir. Künyesi Ebû Galibdir. Ba'zıları da demişlerdir ki, bu kabîleye Kureyş denilmesi Fihr zamanında değildir. Bunlar Huza'îlerin mekkeyi zabtı ve Ka'benin anahtarlarını onlardan almaları üzerine Dağılmışlardı, sonra Resulullahın ecdadından ve Fihrin sülâlesinden Kusayy İbn-i kilâb İbn-i Mürrete İbn-i ka'b İbn-i lü'eyy İbn-i Galib İbn-i fihr, bu dağılmış olan kabîleyi derleyip toplıyarak huzaîlerden Kâ'benin anahtarlarını istirdad ederek şereflerini yeniden te'sis eylediği zaman fihr evlâdından olanların hepsine Kureyş ve nisbetinde Kureşi yâhud Kureyşî denilmiştir, Ebülfida derki: İbn-i Sa’îdi magribînin nakli böyledir, buna göre Kureyş, Fihrin kendisinin değil, evlâdının ismi olmuştur (.......) Ve bu surette Kureyş tecemmü' ma'nasına olan «tekarruş» ten müştakk olarak terhîm tarikıyle tasgîr edilmiş demektir, zira ziyade babdan tasgîr sigası ancak terhîm ile kabil olur. Ferra, ticaretlerinden dolayı tekessüb ma'nasına tekarruşten olduğunu söylemiştir. Siyeri İbn-i Hışamda derki: Kureyşe Kureyş denilmesi tekarruştendir. Tekarruş: ticaret ve iktisab ma'nasınadır. Ru'be İbn-i Accac şöyle demiştir: Şuguş bir nevi' bugday, haşl halhal ve bilezik başları, kuruş da ticâret ve iktisabdır (.......) Bu recezde ticaret ve kazanç ma'nasına olan kuruş lisanımızda ticâret için mübadele vasıtası olan nukud için vahidi kıyasî olarak kullandığımız guruş kelimesiyle açıktan münasibetdar görünür. Bundan tekarruş: kuruşlanmak, ticâret edip kazanmak demek olur. Bir kavle göre ba'zıları da teftiş ma'nasına takrişten olduğunu, çünkü bunların atalarından beri ihtiyac sahiblerinin hâcetlerini teftiş ederek arayıp sormak ve hüccâcın eksiklerini gediklerini gözetip çaresini araştırmak âdetleri bulunduğunu söylemişlerdir, gerek ziyadeden olsun gerekse aslı üzere sülâsîden olsun Kureyş kelimesinden tasgîrin ta'zim için olduğunda söz yoktur. Netekim şu beytteki: Düveyhiyenin tasgîri ta'zim için olduğu meşhurdur. Ve izah olunacağı vechile Haşım ve biraderinin de Kureyşi îylâfta büyük hizmeti olmuştur. Ma'lumki Resuli Ekrem sallallâhü aleyhi vesellem Hazretleri «Muhammed İbn-i Abdillah İbn-i Abdülmuttalib İbn-i Haşîm İbn-i Abdi menaf İbn-i Kusayy İbn-i Kilâb İbn-i Mürre İbn-i Kâ'b İbn-i Lü'eyy İbn-i Galib İbn-i Fihr İbn-i Mâlik İbn-i Nadr İbn-i Kinâne İbn-i Huzeyme İbn-i Müdrike İbn-i İlyas İbn-i mudar İbn-i Nizar İbn-i me'add İbn-i Adnan» Adnan da daha hayli batın ötede İsmail İbn-i İbrahim aleyhimesselâm zürriyeti olmak hasebiyle nesebi nebevî dahi İbrahîmî, İsmaîlî, Adnanî, Mudarî, Kinânî, Kureşî, Haşimîdir. Şu halde diğer âyât ve mu'cizâttan kat'ınazarla yalnız bu cihet nazarı i'tibara alındığı, Kusayyin ve Haşimin Kureyşi iylâftaki şeref ve hizmeti ve fîl vak'ası dolayısiyle de Beyt ve ehli beyt hakkında tezahür eden ınayeti Rabbaniyye mülâhaza edildiği surette bile Hazret-i Peygamberin tevlid da'vetine ilk evvel Kureyşin koşması lâzım gelirken yine ilk evvel onların şirkte ısrar ederek muhalefet ve mümane'ata kıyam etmeleri bu Sûrenin sebebi nuzülü olmuştur. (.......) deki lâmın ma'nasında üç vecih söylenmiştir: 1- İbn-i Cerir gibi ba'zıların muhtarına göre teaccüb için olup mahzuf (.......) fı'line muteallık olmaktır ki, Kureyşin kış yaz rıhlet ve şerefe ülfetleşip bu Beytin rabbine kulluk etmemelerine teaccüb edin, o şayanı teaccübdür demek olur. Bu ma'na Sûrenin istıklâline ve (.......) emrinin tefrîıne nazaran münasib bir ma'na olmakla beraber seferin mütlâka zemmini iş'ar eder gibi olması hasebiyle pek muvafık değildir. 2- Ta'lil için olmaktır, bunda da iki vecih vardır. BİRİSİ, Evvelki Sûredeki (.......) veya (.......) fiıllerine müteallık olmaktır. Bunu ba'zıları Sûrenin istıklâline münafi görerek bu Sûrenin başında o fiıllerden birini takdir etmek daha muvafık olacağını, ya'ni «öyle yaptı ki, kureyşin iylâfı için» ma'nasına olmasını tercih eylemişlerdir. Bu surette iylâf, bir ni'met olarak zikr edilmiş demektir. Lâkin buna karşı denilmiştir ki, Kur’ân’ın hepsi bir Sûre gibi ma'nen yekdiğerine merbut olmak i'tibariyle bir Sûrenin diğerine ma'nen bir tealluku onun haddi zatinde bir Sûre olabilmesi mani' olmamak lâzım gelirse de fîl vak'asını yalnız Kureyşin rıhlete iylâfı ile ta'lîl doğru olmaz, çünkü bu rıhlet ve seferden murad Yemene ve Şama ticâret için sefer olduğuna göre Kureyşin bu rihlete ülfeti ve bu babda Yemen ve şam hukûmetleriyle muahede ve i'tilâfları yalnız fîl vak'asından sonra değil, daha evvelden ve bilhassa Abdi Menaf oğulları Hâşim ve biraderleri zamanından beri yapageldikleri bir ülfet olduğu ma'lûm bulunduğundan dolayı fîl vak'ası bu ülfeti husule getirmek için oldu demek sahih olmaz. Gerçi Ashabi fîl maksadlarına müveffak olsalardı, bu ülfet kalmıyacaktı, ve onların o suretle def'ü helâk, edilmeleri gerek sâir Arab kabâili ve gerek etraftaki Mülûk nazarında hurmet ve haysiyyetlerini artırarak kendilerine daha ziyade ısınmalarına ve ülfetlerini artırmalarına başlıca bir sebeb olmuş olmak itibariyle bunu o vak'anın fâide ve semerelerinden başlıca birisi saymak ve bu cihetle lâmı ta'lîlden ziyade başlıca bir akıbet için mülâhaza etmek doğru olabilirse de bunu fîl vak'asının yegâne ılleti ve hikmeti imiş gibi mülâhaza etmek doğru değildir. Onun için bunu fîl vak'asının ne bir ılleti hariciyyesi ne de bir ılleti gâiyyesi, ya'ni sırf onun neticesi olan bir hikmeti müterettibesi olarak değil, onunla da bir münasebeti bulunmakla beraber Allahü teâlânın bil'ahere dînini izhar etmek üzere Beyt dolayısiyle Kureyşe daha evvelden nasîb edip bu Sûrede beyan buyurmuş olduğu ayrıca bir in'amı olan bir iylâf ve ülfet olarak mülâhaza etmek lâzımdır. Bu ise (.......) deki lâmın ta'lîl için olmakla beraber yukarki Sûre mazmununa değil, ancak ilerideki (.......) emrine müteallık olmasiyle mümkindir. (.......) nın maba'di makablinde âmil olamıyacağına dair meşhûr bir nahiv kaıdesi var ise de (.......) gibi emsali vechile buradaki (.......) nın da ona mani' olacak kabîlden olmadığı beyan olunmuş ve bahusus Nahiv eimmesinden İmam Halil ve Sibeveyh bu (.......) ın (.......) ya müteallık olduğunu beyan ve tasrîh etmişler, Keşşaf gibi lisan muhakkıkları da bunu ıhtiyar eylemişlerdir. Bu tealluk doğrudan doğru olmasa bile ızmar ve tefsir suretiyle sahih olacağında hiç tereddüde mahal yoktur. Bu sebbelere binaen biz de mealde bu vechi açık olarak tercih ve ihtiyar eyledik. Hıtab da Resulullaha olup Kureyşe emir, emri gaib olduğu için ma'nânın hasılı şu olmuş olur: Ya Muhammed! Rabbının Ashabi fîle o yaptığından maada Kureyş kabîlesine daha bir çok in'amı mahsusu olmuş ve olacaktır, bunlardan başlıca birisi onlarda veya onların lehine olan iylâf, ya'ni husule getirilen ve daha ziyade getirilmesi matlûb bulunan ülfet ve itilâftır ki, fîl vak'asından sonra bilhassa ıhtara şayandır. Ondan dolayı herkesten evvel îman ve ubudiyyet etmeleri lâzım gelirken etmiyen o Kureyşe tebliğ eyle ki, onların husule getirilmiş ve getirilecek ülfet ve itilâfı için, |
﴾ 1 ﴿