3

doğrusu sana bugz edendir ebter

(.......) doğrusu senin şâniin -sa'na şeneâtı olan: buğz, kin tutan: hınç besliyen herkim olursa olsun (.......) odur ancak ebter- güdük, ardı arkası kesilecek, nesl ü nesebi, iyi adı, sanı kalmıyacak odur, sen değilsin ya Muhammed! Senin ardınca gelecek hayırlı zürriyyetin de, evlâdın gibi Etba' ve Ensarın sevgili ümmetin de çoğalacak, dînin, kitabın, güzel adın, sanın feyz-u fadlın bâkı kalacak, Âhırette de beyana

sığmaz, kesilmez tükenmez ecre ireceksin, böyle kevsere hayri kesîre buğz edenin, onu sevmiyenin hayırsız kalacağında ise şübhe yoktur. -

ŞÂNİ', işaret ettiğimiz vechile (.......) âyetinde geçtiği üzere buğz-u adâvet etmek kin tutmak ma'nasına şeneândan ismi fâil olarak mubğız, buğz eden demektir. Anlaşılıyorki murad buğz edip geçmiş olan değil, buğzunda devam ve ısrar edendir.

Ya'ni zaman ve hudûs ma'nası değil, devam ve sübût ma'nası maksuddur. Onun için izafeti, lâfzıyye değil, ma'neviyyedir. Binaenaleyh bilahare tevbe edip îmana gelenler bu hukümden haric kalır. Ebter, uyubdan olduğu için ef'ali tafdîl değil, sıfatı müşebbehedir. Müennesi betra gelir, kesiklik ma'nasına betirden müştaktır; Binaenaleyh esas mefhumu kesik demek ise de urfte kuyruk kesilmesinde şâyi' olmuştur, onun için kuyruğu kesik hayvana ebter denildiği gibi kuyruğu kesik küçük ayın gibi yazılan hemze elife (.......) aynı betra' ta'bir olunur, ki, türkçe de müzekkerine de müennesine de güdük denilir. Kuyruk arkada olmak hasebiyle sonunda arkası olmıyan, ya'ni zürriyyeti olmıyan, kendinden sonra eseri kalmıyan kimselere veya sonu gelmiyen, sonunda hayır olmıyan işe de istiare suretiyle ebter denilmiştir. « (.......) = ehemmiyyetli olan her hangi bir iş Allah’ın ismiyle başlanmazsa o iş ebterdir» hadîsinde ebter, sonu gelmez, sonunda hayrı olmaz, nâkıs, güdük kalır demektir. Çünkü (.......) dir. Daha sonra, ebter, hakîr-ü zelîl ma'nasına da gelir. Burada (.......) gerek zamiri fasıl ve gerek mübteda olsun «el'ebter» müsnedi ma'rife olduğu için cümle, kasr ifade ettiğinden dolayı ebterlik mefhumunu Peygamberden külliyyen nefy ile ona buğz edene hasr ettiği cihetle ebter kelimesinden anlaşılması muhtemil olabilen ma'naların, noksanların hepsini sahib kevser olan Resulullahdan nefy ile ona her bugz edene isbat etmek suretiyle sebeb-i nüzulde zikr olunduğu üzere ebter diyen şahsın muhakkak ebterliğini haber vermiş olmakla başka zürriyyetsizlik ma'nâsı olmak üzere muhtemil olan her ma'nâ bu kasırda dahıl olmak lâzım gelir ki, bu şöyle demek olur. Ya Muhammed! Sana kesilmek ihtimali olmıyan kevser verilmiş olduğu için sende hiç bir vechile, hiç bir ma'nâ ile ebterlik, güdüklük ihtimali yoktur, sana oğlunun vefatından dolayı ebter diyerek buğz-u sebb edenin kendisi her ma'nasiyle ebterdir, çünkü sana öyle buğz edenlerin hepsi hakîkatte mutlâka ebterdir. Onlar da mutlak ebterlik ma'nası vardır. İşte yukarıda beyan olunan tefsîrin şumülü kasrın bu mazmunundan müstefaddır. Bu suretle bunda bir taraftan kevserin kesilmek ihtimali olmıyan bir hayrı kesîr olduğu tasrih edilmiş bulunuyor, bir taraftan da onun sahibine bugz edenlerin umumiyyetle ebterliği kübrâ makamında bir ıllet ve delil suretinde haber verilmekle ebter diyen kâfirin ebterliğini de bilhassa haber vermiş bulunuyor ki, buna ılmi bedî'de mezhebi kelâmî ta'bir olunur. Bundan dolayı ba'zıları bunun A's İbn-i Vâil, veya Ebû Cehil veya Kureyşten bir cemaat veya Kâ'b İbn-i Eşref, her hangisi ise sebeb-i nüzul olan ma'hud şahsa veya eşhasa mahsus olduğuna zâhib olmuşlarsa da muştakk üzere huküm, muştakkun minhin ılliyyetini ifade edeceğinden şâni' vasfiyle ifadesi zâhiren amm olduğunu iş'ar eyler. Fil'vakı' Resulullaha bugz etmiş olanlar hep ebter olmuşlardır. Ya maddeten nesl-ü nesebî veya ma'nen hayr-u zikri kesilmiş, nihayet hakîr-ü zelîl olarak bednâm olup gitmişlerdir. Zürriyyeti, eseri bulunanların da evlâdlarından, eserlerinden hayr-u intifa'ları kalmamıştır. Çünkü onların neslinden salâh ile islâma girmiş olanlardan kâfir atalarının duâ ve istiğfar ve sair suretle intifa'ları kesilmiş,

aralarında ısmet münkati' olmuşlar. Bu evlâdlar hep Peygamberin ümmet ve etbaı, ma'nevî evlâdı olmuşlar (.......) hukmüne tabi kalmışlardır. Salâhı, îmanı olmıyanların ise zaten hayrı yoktur, onlar hayrül'halef olmazlar. Duâ bile etseler (.......) hukmünce hep dalâl içinde boşa gider, ölümlerinden sonra eserlerinin de indallâh, Âhıret için kendilerine hiç bir hayr-u fâidesi olmaz, o azîm azâbdan kurtarmaz. (.......) dur. Bununla beraber şundan da gaflet edilmemek lâzım gelir ki, Peygambere şeneân ile bugz-u adavet; ona îman etmemekten ıbaret olan küfürden ehass, daha şiddetli bir küfürdür, bunun fi'len izharı ona fi'len harb i'lânı olacağı gibi kavlen izharı da o ma'nâda olarak sebb-ü şetm olur. Bunun ise Hak şerinde istihkakı harb ve katildir. Peygambere sırf dîninden dolayı adavet ederek ebter, veya «münbetir sanevber = kesik çam» diye bugz-u şematet izhar eden şânii de ona öyle sebb ile küfr etmiş olduğundan «venhar» emrinden sonra tahkık ile beraber ılliyyet de ifade eden (.......) ile ta'lil siyakında (.......) buyurulmasında ona öyle sebb edenlerin önünde olmazsa sonunda kesilmeğe müstehıkk olduklarına işaret ve hattâ sonlarında bir hayırları kalmayıp büsbütün bednâm olacaklarını ıhtar, Resulullahın ise onların zıddına olarak hayr-u feyzının, ve âsâr-u fadlının kesilmiyeceğini ıhbar vardır, bundan dolayı Resulullahın keder etmeyip de rabbinin atasına şükr etmek üzere ıbadet ve ubudiyyet ile iştigal ederek namaz kılıp kurban kesmesi ve böyle hayr için fedakârlıkla tahdîsi ni'met eylemesi emr olunmuştur. Ona ebter diyen buğuzcu onun erkek evlâdının vefatını behâne etmiş olduğundan dolayı burada Peygamberin zürriyyetinin de kesilmiyeceği ilk evvel anlaşılması lâzım gelen bir ma'na olduğu için bundan kız evlâdı ve onların evlâdı ve evlâdının evlâdı da

müteselsilen evlâddan, a'kabdan, zürriyyetten olduğuna istidlâl edilmiştir, bu da doğrudur. Bununla beraber Resulullahın muteaddid erkek evlâdı da olmuş iken bunların muammer olmayıp da onun zürriyyetinin yalnız kız evlâdlarından tekessür etmiş olmasının da elbet bir ma'nası ve hikmeti olmak lâzım gelir. Bu da Hatemünnebiyyîn olması ile izah edilmiştir. Onun ruhanî kuvveti gibi cismanî kuvvetinin de feyz-ü kemali tebeyyün ettirilmek üzere kendisine hem oğul hem kız zürriyyetler de verilmiş, fakat şerefi nübüvvet kendisiyle hatm edildiği ve binaenaleyh, onun dîni, kitabı Kıyamete kadar bâkı olup kendisinden sonra Peygamber ba's olunmıyacağı cihetle oğullarının bekaları halinde nübüvvete mazhar edilmeleri bu hikmete muvafık olmıyacağı gibi nübüvvetsiz olarak bekaları da tam ma'nasiyle hayrül'halef olmalarına mani' ve şânlarına nakîsa olacağından onların ma'sum olarak vefatları hem kendi haklarında hem de şânı risalet hakkında daha hayırlı, daha kudsî olmuştur. Bundan başka bı'setinin umumiyyeti, dîninin intişarı ve ümmetinin tekessürü noktai nazarından bunun ümmet hakkında dahi hayr olduğunda ve bu suretle de Resulullahın ümmetine üsve olması kendisinin ecr-ü feyzını daha yükseltmiş bulunduğunda da tereddüde mahal yoktur. Zira oğullarının kendisinden sonra bekaları takdirinde nübüvvete mazher edilmeyince hiç olmazsa İmamet velâyetine vâris kılınmaları yakışırdı, bu ise İmamet velâyetini ehliyyetten ziyade neseb verasetine hasretmek olacağından bu inhisar da bı'seti Muhammediyyenin umumiyyetine (.......) hikmetiyle gönderilen hüdâ ve Hak dîninin gayesine (.......) gibi fadl-ü fazîlet esaslariyle bütün âlemde zuhur ve intişarı hikmetlerine münafî bulunurdu. Bu inhisar maksud olmayınca da bu yüzden ümmet için fitneye bir sebebi zâhirî olurdu.

Kadınlar da ise nübüvvet ve İmamet kazıyyesi esasen varid olmadığı için kızları hakkında bu mahzurları varid olmaz. Bu vechile Resulullahın zurrıyyetini kız evlâdından tefeyyuz ettirilip de erkek evlâdının muammer olmamasının zâhir olan ma'kul hikmet ve ma'nası bu iki sebebde hulâsa edilebilir: kendisinden sonra Nübüvvet olmaması, İmamet ve velâyetin de veraseti nesebiyyeye hasr edilmemesi. Yoksa câhiliyyenin zann ettiği gibi oğulların vefatiyle zürriyyetin büsbütün münkati' olacağı ve kız evlâdının evlâdı evlâd ve zürriyyetinden ma'dud olmıyacağı için değildir. Ve belliki bu son âyet gaybe ta'alluk eden ıhbarı da müştemildir.

İşte şânı Muhammedîyi kevserle anlatan ve ezher cihet şükr-ü mahmidetle namaz kılıp kurban keserek Bayram yapılmağa lâyık tebşiratı ihtiva eden bu Sûre-i celile vecâzetiyle beraber böyle birçok letaif ve hikmeti müştemildir. Râzî tefsirinde bunun «vedduha» dan beri gelen Sûrelere olan münasebatiyle daha birçok işarat ve letaifini pek güzel beyan ve tafsîl eylemiş ve ezcümle demiştir ki, bu Sûrenin letaifinden biri de şudur: Allah yoluna giden sâlikler için üç derece vardır. En yükseği: bütün kalbleri ve ruhları ile Allahü teâlânın narı celâline müstağrak olmalarıdır.

İkincisi, bedenen de tâat ve ibadat ile meşgul olmalarıdır.

Üçüncüsü, nefsi lezzatı mahsûse ve şehevatı âcileye dökülmekten men' etmek makamında olmalarıdır. İşte (.......) evvelki makama işarettirki o da ruhı kudsînin sair ervahı beşeriyyeden gerek kemmiyyet ve gerek keyfiyyetçe temeyyüz etmiş olmasıdır, kemmiyyetçe temeyyüzü: çünkü mukaddimatı ekserdir, keyfiyyetçe temeyyüzü de o mukaddimattan neticelere intikalde sair ruhlardan çok daha seri' olmasıdır. (.......) İkinci mertebeye işaret (.......) da üçüncü mertebeye işarettir, çünkü nefsi pîşîn lezzetlerinden men'etmek nahır ve zebh mecraasına cârîdir. Sonra da (.......),

buyurulmuştur; bunun ma'nası da şudur: seni şu mahsûsât ile şehevâtı âcileye da'vet eyliyen nefis yokmu o fânîdir, bâkıyâtı salihat ise Rabbın ındinde daha hayırlıdır (.......) o ise ebediyyen bâkı olan ruhanî saadetler, Rabbanî ma'rifetlerdir (.......)

Bu Sûrenin mutezammin olduğu emirlerin en mühim ciheti (.......) kaydinin ifade ettiği tevhid ve ıhlâs olduğu için, bunu ayrıca sarahatle i'lân ve tevzîh siyakında (.......) Sûresi ta'kıyb etmiştir.

3 ﴿