3Ve şerrinden bir Gâsıkın daldığı zaman (.......) ve bir gâsıkın şerrinden (.......) vukubu sıra -ya'ni girip daldığı, yahud bastığı, veya battığı zaman. Gâsık, kelimesi de bir çok mana ile tefsir edilmiş cemiyyetli bir kelimedir. Bunun masdarı olan gasak, veya gusuk veya gasekan, lûgatte: şiddetli karanlık, dolgunluk, akmak, dökülmek soğukluk ve kokarlık manalariyle alâkadardır, hepsinin esası da (imtilâ) dolmak, veya (seyelân) akmak, yahud (insıbab) dökülmek manalarından birisi olduğu beyan olunuyor. Gecenin zulmeti hücum edip dolarak pek karanlık olmasına masdar olarak gasak ve gasakan ve gusuk denildiği gibi ilk koyu karanlığa dahi isim olarak gasak denilir, bu cihetle gasak felaka tekabül ettirilir de (.......) gasaktan felaka kadar, denilir ki, gecenin kararmasından sabahın aydınlığına kadar demektir. Buğday içinde bulunan Karacaya da gasak ıtlak edilir. Gözün dumanlanıp seçimsiz olmasına, veya yaşarıp sulanmasına, ya'ni iki suretle de göz kararmasına gusuk ve gasakan tabir olunur. Kezalik yaradan sarı su akmasına ve buluttan yağmur çisemesine ve memeden süt dökülmesine, ve her hangi bir şeyin mutlaka insıbab suretiyle dökülmesine dahi gasakan tabir olunur. İçilemiyecek derecede gayet «bârid ve müntin» soğuk ve fena kokulu içki veya suyu gasak ve gassak denilir. Netekim (.......) bundandır. Kamus müterciminin beyanına göre Türkçede de soğuk kokmuş suya gasak denilirmiş, bundan dolayı Cevalîkı bunun ta'rib edilmiş ya'ni Türkçe iken Arablaştırılmış olduğunu farzeylemiş ise de aksi daha zâhir göründüğünden mütercimi mumaileyh buna razı olmamış, garîb demiştir. Maamafih biz Türkçe soğuk kokmuş su manasına gasak da bilmiyoruz, ancak lâfzî bir müşabehetten bahsedecek olursak Arabca gâsık lâfzının Türkçemizdeki «gasık» lâfzını ve dolayısiyle kuvvei şehevaniyye manasını andırabileceği söylenebilir, çünkü şehvet şerrinden sakınılması iycab eden şeylerin başında gelir. Şimdi bu izahattan anlaşılır ki, gâsık, asıl iştikakına nazaran gasak yapan veya gasekan eden yahud gasaklı manasına ismi fâil olmakla dolan, kararan, karanlık eden, akan, dökülen, domlu, posarık, soğuk olan manalarına vasf olarak ıtlakı lûgaten sahih olur. Burada murad ne olduğu hakkında da muhtelif tefsirler vârid olmuştur, fakat bunları söylemeden evvel «Vakab» ın manasını da izah edelim: Vakab, masdarı vakb ve vukub gelir. Bunun aslı vakbe gibi çukurdur, kayalardaki hılkî çukurlara, oyuntulara, ve bazı yalçın kayalarda bir iki adam boyu derinliğindeki kuyu tarzında oyuklara ve atın gözü üstündeki çukurlara ve insanın bedeninde göz ve omuz çukurları gibi çukurlara ve çarhın ve makaranın iğ çeken deliklerine ve alık, ya'ni ahmak ve denî kimseye vakb denildiği gibi masdar olarak vakb, vukub da çukura girmek demek olup sonra mutlaka girmek ve gaib olmak ve gelmek ve ıkbal edip yönelmek ve zulmet dâhil olmak ya'ni karanlık basmak ve Güneş batmak ve ay tutulmak ya'ni husufa girmek, yâhud mıhaka girmek manalarına kullanılmıştır. Onun için burada da gâsıka verilen manaya göre mülâhaza edilmek lâzım gelir ki, dühul manası hepsinde kâfî olabileceği cihetle ekseriya bununla tefsîr etmişlerdir. O halde gâsıka verilen manalara gelelim: 1- Gasak, imtilâ ve zulmet manasında mutearef olmak hasebiyle evvelâ bundan dolgun ve muzlim manası mütebadir, bundan da felak mukabilinde gece manası zâhir olduğundan dolayı felaka sabah manası veren ekser müfessirîn bunu gece ile, vukubu da gece karanlığının herşeye girip basmasiyle tefsir eylemişlerdir ki, (.......) gibi, «karanlığı bastığı vakıt bir gecenin şerrinden» demek olur. Bu surette şerrin geceye izafeti hudusuna zarf olması hasebiyle mülâbisine izâfet kabîlindendir ki, «neharı sâim» gibi isnadi mecazî olup geceleyin vakı olan şerden demektir. Karanlığının basması vaktiyle takyidi de şerrin o zaman yayılmaya başlaması ve binaenaleyh şer istîla etmeden önce istiâze ile vikayenin te'mini elzem olması nüktesine mebnîdir. Gâsıkın böyle leyl ile ve vukubun duhuli zalâm ile tefsirini İbn-i Cerîr ve İbn-i Münzir İbn-i Abbas ve mücahidden ve İbn-i Ebî Hâtim Dahhâkden tahric eylemişler, Hasenden de rivâyet olunmuştur. Zeccac da buna zâhib olmuş, ancak gâsıkı bârid ma'nasına olarak geceye hamleylemiş, gece gündüzden soğuk olduğu için ona gâsık ıtlak edildiğini söylemiştir. Râgıb gasakın şiddeti zulmet, gâsıkın gece manasına olduğunu söylemiş ve demiştir ki, gâsıkın şerri tarık gibi ya'ni gece ansızın gelip çatan arıza veya hayâlet gibi geceleyin olan nâibeden, ya'ni belâ ve musıbetten ıbarettir. Zemahşerî de gasakı leylin aslı, gözün yaşla, yaranın kanla dolması gibi imtilâ manasına gasktan, ya'ni zulmetin tekâsüfünden olduğunu söylemiştir. 2- Gâsık Kamerle, vukubu da husuf veya ay nihayetindeki mihak ile tefsir olunmuş ve buna dair bir Hadîs-i şerif de rivâyet edilmiştir: İmam Ahmed, Tirmizî, hâkim ve daha başkaları Hazret-i Aişeden şöyle rivâyet etmişlerdir: demiştir ki, Bir gün Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem Kamere baktı da ya Aişe (.......) bunun şerrinden Allah’a isti'aze et çünkü bu o (.......) dır, buyurdu. Tirmizî demiştir ki, bu hadîs, Hasen sahihtir (.......) Âlûsî bunun sıhhatını teslim eyliyenin diğer bir tefsire udul etmemesi gerektir, demiş ise de buna kasrın lüzumunu meni' ile cevab verilebilir. Zira, Kamerin gâsık olmasının sıhhatı teslim olunur da lâfzın zâhir olan ıtlakının tek bir haber ile tahsîsı tecviz edilmeyip (.......), cümlesinde müsnedin tarifi kasra hamlolunmıyarak te'vîli de diğer delâil ile sahih olur. Kamere gâsık ıtlak edilmesinin vechine gelince bunda da bir kac vecih vardır. BİRİNCİSİ: bedir halinde nur ile dolgunluğu itibariyledir, bu surette vukubu husufa dâhil olup kararmasıdır. İKİNCİSİ: Seyr-ü hareketinde, bürucu kat'ında sür'atı itibariyledir ki, gask seyelandan cereyana müste'ar olur. ÜÇÜNCÜSÜ: Nuru şemsten müstefad olup cirmi haddi zatında muzlim olması itibariyledir. Bu iki vecihte vukubu şehrin âhirinde mihaka girerek gâib olmasıdır. Müneccimler husuf ve mihak zamanını nahs sayarlar, sâhirler de marazı muris sihr ile o zaman iştigal ederler. Sebeb-i nüzul sihr olduğuna göre de bu münasibtir denilmiş ya'ni şerrinin manası Kamerin nefsinde bir şerri olmasından değil, o zaman sâhirlerin sihr ile uğraşmaları hasebiyle bu yüzden şerre sebeb olması demek olup şerrin Kamere izafeti ednâ mülâbese demek olacağı söylenmiştir. Lâkin şerrin bu suretle tahsısan tefsiri müneccimlerin, sâhirlerin zu'umlarına göre bir nevi' mümaşatı tezammun edeceğinden dolayı münasib olmadığı gibi bundan sonraki âyetten fazla bir manayı da ifade etmiş olmaz. Şems-ü Kamer Allah’ın âyâtından birer âyettirler, bunlar kimsenin ne ölümü ne de hayatı için inkisaf etmez, Hadîs-i şerifiyle anlatılmış olan maksadı şâria, münafi ve onunla ıbtal edilen câhiliyye zu'umlerini bir nevi tervic olmaktan halî kalmaz, doğrusu Kamerin husuf veya mihakı zamanında şerrinin manası da nurun gaybubetiyle zulmetin istîlâsındaki şer demek olacağından bu da birinci manaya râcı olmuş olur. Çünkü mehtab gecelerinde gecenin vukubu, ya'ni zulmetin istîlâsı manası tehakkuk etmez, (.......) hukmü cârî olur. Bu haysiyyetle Kamerin vukubu sade husuf veya mihakından ıbaret olmayıp gurubuna da şâmil olabilirse de bedir halindeki dolgun Kamerin gurubunu sabah takiyb edeceği için bunda gecenin vukubu zamanı tehakkuk eylemez, onun için Kamerin vukubu daha ziyade hasûf veya mihak geceleriyle tefsir olunmuştur. Şu halde Hazret-i Aişe hadîsinin manası da mehtab gecelerinin gâsık olmadığını, gecenin gâsık olması, Kamerin vukubu zamanına maksur bulunduğunu izah etmek itibariyle gâsikın gece veya muzlim manasını bir tefsir demek olur, ve bu surette kasrın manasını da te'vîle hacet olmaksızın hadîs, sahih olur. 3-İbn-i Ebî Hâtimin İbn-i Şihabdan tahricine göre (.......) gurub ettiği vakıt şemstir, şu halde vukubu, gurubu demek olmakla bundan akşam şefakı gâib oluncaya kadar olan tamamiyle gurubu mülâhaza edilince gece zulmetinin girdiği zaman demek olacağından dolayı bunun da yine birinci manayı bir izah olduğu anlaşılır. 4- Gâsık Süreyya ve vukubu sukutudur, diye tefsir edilmiştir. İbn-i Cerîrin, İbn-i Vehbden tahric ettiği vechile İbn-i Zeyd demiştir ki, Arablar gâsık Süreyyanın sukutudur derlerdi ve onun sukutu sırasında emraz ve ta'un çok olur ve tulûu sırasında mürtefi' olurdu. İbn-i Cerîr der ki, bu kavle kail olanlar için Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellemden merviy bir eserden bir ıllet de vardır. Ebû Hüreyreden Hazret-i Peygambere merfuân rivâyet olunmuştur: (.......) Ennecmilgâsık buyurdu demiştir, (.......) Ve malûm ki, «Ennecim» Süreyya demektir, bundan başka Vennecmi sûresinde de geçtiği vechile « (.......) = Süreyya doğunca âfât, mürtefi' olur» diye de bir Hadîs-i şerif merviydir, rivâyetlerin bazısında «Ceziretülarabdan» kaydı da vardır, Âlûsî der ki, Camiüssağırın Menâvi şerhi kebirinde diğer rivâyetler de vardır, müracaat olunsun (.......) Maamafih bu surette de mana, Süreyyanın dahi bulunmadığı karanlık gecelerin şerri manasına irca' olunabilir. 5- Sahib Keşşaf der ki, Gâsık ile kara yılan, ve vukubu sokması murad olunmak dahi caizdir. 6- Kamus sahibinin vakb maddesinde bir nakline göre gâsık, ihtiras ile dolub kabaran kasık, vukubu da saldırışı mealinde de bir mana söylenmiştir. Bu iki mana muavvel görülmezse de yılan sakınılması lâzım gelen en muzır düşmanlardan olmakta mesel olduğu gibi şehvet ve hırs da en büyük sürur kaynağı olduğu düşünülürse bunlardan isti'azeyi ihtar etmekteki fâidenin ehemmiyyeti de inkâr olunamaz, ancak Kamus mütercimi lûgat vücuhuna hizmet etmiş olmak için bunun ifadesinde açıkca gitmiş, setri'avrete ri'ayet lüzumunu hissetmemiş gibi serâzadlık etmiştir. Bundan dolayı Âlûsî der ki, Feyruzâbadî Kamusta vakb maddesinde bir kavil zikretmiş, ve onu Gazalî ve daha başkasının İbn-i Abbastan hikâye eylediğini zu'meylemiştir, onun nisbeti sahih olduğunu zannetmem, çünkü akval arasında bir avret olduğu açıktır (.......) 7- Râzînin bazı ârifînden işittim diye nakleylediği manadır, bu iki Sûrede mahlûkatın meratibi şerhedildiğini ve şerrin ecsam ve cismaniyyat âleminde vâkı olduğunu söyliyerek demiştir ki, ecsam ya esirî cisimler veya unsurî cisimlerdir. Ecsami esîriyye (.......) buyurulduğu üzere ihtilâl ve futurdan beri hep hayırlıdırlar, ecsâmı unsuriyye ki, kevn-ü fesad carî olan cisimlerdir. Ya cemed veya nebat veya hayvandırlar. Cemâdat, kuvayı nefsaniyyenin hepsinden halîdirler, onun için bunlarda zulmet halis, envâr bilkülliyye zâlidir, (.......) dan murad budur. Nebatat ise kuvvei gaziyei nebatiyye tul, arz, umkda nemalanup artandır, onun için bir kuvvei nâmiye sanki bu üç ukdeye üfliyen neffasatdır. Hayvana gelince; kuvayı hayvaniyye havassı zâhire ve havassı bâtıne ve şehvet ve gadabdır, bunların hepsi de ruhi insânîyi âlemi gaybe insıbabdan ve Allahü teâlânın kudsi celâli ile iştigalden alıkor. (.......) den murad da budur. Bu mertebeden sonra süfliyyattan ancak nefsi insanî kalır, onun için bu Sûre kesilip nefsi insanînin terakkide derecatı için bu Sûre kesilip nefsi insanînin terakkide derecatı meratibi de bundan sonra Sûre-i nâsda zikrolunmuştur (.......) Görülüyor ki, bunda gâsık, muzlim, karaltı manasına olarak ecsamı unsuriyyeden hiç kuvvei nâmiye ve hayvaniyyesi ya'ni uzviyyeti bulunmıyan herhangi bir cismi câmide hamlolunmuştur ki, zulmeti hâlisa dediği bizim sırf atalet hassası ile mülâhaza ettiğimiz tabıattır. Vukubu da hayyizdeki vaz'iyyeti veya kevnden fesada dühulüdür. İbn-i Sîna da bu mana üzerinde yürümüş, fakat gâsıkı sırf cismi câmide, madene hasretmemiş, kuvvei hayvaniyye ile tefsir eylemiştir, ve demiştir ki, kuvvei hayvaniyye bir zulmeti gâsikai mütekeddiredir, ya'ni bulanık bir kara kuvvettir ki, müsteîz olan nefsi nâtıkanın hilâfınadır. Çünkü nefsi natıka cevherinde temiz, safî ve maddei küdûrat ve alâikından berî cemîı suver ve hakayıkı kabil bir fıtrette yaradılmıştır, o ancak hayvaniyyetten televvüs eder kirlenir (.......) Bizim fikrimizce âyetlerin e'amdan ehassa doğru gidişine nazaran bunu ne sâde cismi câmid kısmına ne de kuvvei hayvaniyyeye tahsîs etmeyip nebatat ve hayvanata şâmil olacak vechile mutlak cismi unsurî diye ahzetmek, sonra kuvvei nebatiyyeyi, sonra da kuvvei hayvaniyyeyi yâhud şehvet ve gadabı tahsîs eylemek daha muvafık olur. Bu surette gâsîkın şerri, asıl hassası âtalet iken üzerinde Rububiyyet hukmü ile kevn-ü fesad câri olan ve felaka mukabil karaltılar teşkil eden zulmanî madde âleminin kevn-ü fesadı halindeki bütün şerlere şâmil olacağı cihetle, insanın karşısında ahzi mevkı' ederek üzerine dalan cismanî herhangi bir kara kuvvetin veya hayaletin âfetini iş'ar edeceği gibi, vukub çukura girmek demek olması itibariyle âkıbet kabre girmeğe mahkûm olan fânî bedenin cismanî tabiatin inhıtat ve fenası henkâmındaki şerrinden ve sûi hâtimeden isti'azeyi dahi ifade etmiş olur. 8- Zikrolunan manalardan her biri bir misal ile izah kabîlinden olarak gâsık, beşeriyyete ârız, ve muradına hâil elem ve ıztırabına bâis olabilen herhangi bir kara musîbet demek olduğu da söylenmiştir ki, insanın vicdanına herhangi bir zulmet ilka edebilen kara şey demek olur. Zira maddî veya manevî şer ve zarar, gam ve keder, karanlık ve karalık ile tavsıf olunur. Bu takdirde vukubu, hücumu demektir. Yukarıda izah ettiğimiz vechile gece ile tefsirin hasılı da Râgıbın tarık gibi her nâ'ibe diyerek işâret ettiği üzere bu manaya irca' olunabilir. Filvakı İbn-i Cerîr de gece, Süreyya, Kamer rivâyetlerini kaydettikten sonra demiştir ki, bence akvalin savaba evlâ olanı şöyle demektir: Allahü teâlâ Peygamberine gâsıkın şerrinden isti'aze etmesini emretmiştir, gâsık ise muzlim olandır, gece karardığı vakıt (.......) denilir. (.......) de zalamına girdiği vakıt demektir, Katâde (.......) nın manasında (.......) der idi. Gece zalamına girdiği vakıt gâsıktır. Ennecim, üful ettiği vakıt gâsıktır. Kamerde vukubunda gâsıktır, Allahü teâlâ bunların hiç birini tahsîs etmemiş, ta'mim eylemiştir, o halde gâsık denilebilenin her birinin de vukubu zamanındaki şerrinden isti'aze ile emrolunmuştur (.......) |
﴾ 3 ﴿