4

Şerrinden o sinsi vesvasın

(.......)(.......) ye müteallık (.......) şerrinden o hannas vesvâsın- ya'nî giri giri çekilip sinen, sinip sinip aldatmak, Hak yolundan geriletip fenalığa sürüklemek için döne döne vesvese virmek âdeti olan o dönek, o sinsi, o geriletici vesvese kaynağının şerrinden sığınırım.

(.......) esasen vesvese ma'nasına ismi masdar veya muza'af rubaînin masdarı bu vezinde de geldiğine göre masdar olmakla beraber çok vesveseci müvesvis ma'nasına mübaleğa için sıfat ve ism olarak kullanılmıştır ki, aynî vesvese kesilmiş, vesvese kaynağı demek gibidir. «Lâm» ile elvesvas, şeytanın bir ismi olmuştur, çünkü Keşşafın dediği gibi bütün şuğlü, san'atı ve dâima üzerine düştüğü hep vesvese ve iğvadır, öyle vesvese vermekle ma'ruf olan odur. Bahirde Ebû Hayyan der ki, elvesvas Şeytanın ismi demişlerdir; bununla beraber vesvas şehvetlerin fısıldadığı vesveseyede denilir ki, menhî olan hevayi nefistir (.......) .

Vesvese nedir? Keşşafın ve Râgıbın da söyledikleri vechile vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, hemsi hafîye denilir, huliyyat hışıltısına, «vesvasülhuliy» denilmesi bundandır. Kamusun kaydettiği vechile avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvas denilmesi de bundandır. Bundan hatırai redî'eye, ya'ni nefsin veya Şeytanın kalbe ilka ettiği

hayırsız, fâidesiz alçak hatıra ve dağdağaya vesvese denilmek müte'aref ve meşhur olmuştur, dilimizde ma'ruf olan da budur. (.......) âyeti nefsin vesvesesi hakkında, (.......) âyeti de Şeytanın vesvesesi hakkındadır.

(.......) a gelince: hunûstan mübaleğalı ismi fâil veya o vezinde ismi mensûb olarak vesvasın sıfatıdır. Çok hunûs edici, hunûs âdeti olan demektir.

«Küvviret» Sûresinde (.......) âyetinde dahi geçmiş olan hunûs lügatte lazım olarak te'ahhur ve rücu' ya'ni girilemek ve giri dönmek, ve inkıbaz ve gaybubet, ya'ni sıkılıp büzülmek, sinip gâib ve nabedid olmak ma'nalariyle alakadar olduğu gibi müte'addî olarak geriletmek, munkabız etmek, sindirip gâib etmek ma'nalarına gelir.

Müfessirîn ekseriyyetle lâzımdan te'ahhur ve inkıbaz ile sinmek ma'nasını esas tutarak tefsir eylemişlerdir ki, bundan hannâs: geri çekilerek veya büzülüp sinerek fursat bulunca dönmek âdeti olan demek oluyor. Onun için biz bunu sinsi diye terceme etmeyi muvafık bulduk. Keşşafta: hunûsa mensûb, âdeti hunûs ya'ni te'ahhur etmek olandır. Çünkü Sa’îd İbn-i Cübeyrden rivayet olunmuştur ki, insan Rabbını zikrettiği vakıt Şeytan hunûs eder, geri kaçar, gaflet edince de döner vesveseye başlar (.......) . Râgıb da der ki, hannas, hunûs eden ya'ni Allah anıldığı zaman munkabız olan Şeytandır. Bunlara göre vesvâsi hannas Şeytan demek olmuş oluyor ki, müfessirînin çoğu da bunu söylemişlerdir. Sûrenin âhirinde bu Şeytan (.......) diye ta'mimen beyan olunacağına göre bu da kâfidir; Bununla beraber Ebû Hayyan bunun nefse de şümulünü ve tam sinsilik ma'nasını göstererek Bahirde demiştir ki, elhannas, « (.......) = izi üzere giri dönen vakıt vakıt gizlenendir. Ve bu vasıf, Şeytanda mütemekkindir, kul Allah

Tealâyı zikrettiği vakıt Şeytan taahhur eder, çekinir, şehevata gelince bu da îman ile ve Melekin ilhamiyle ve haya ile siner, çekinir, şu halde bu iki ma'na vesvasta münderic olur, (.......) da Şeytanlardan ve insanların nefislerinden demek olur.

Yâhud vesvas ile murad Şeytan ve kötü karînlerden yaldızcı kışkırtan, (.......) da o vesvası beyan olur (.......) . Hunûs müteaddi olabileceğine göre de hannas, geriletici, veya sindirici demek olur. Şeytan ve şehevat hakkında bu da doğrudur, çünkü bunlar vesveseleriyle insanı geriletir, insanlık ruhunu hak yolunda terakkiden alıkor. Akıl ve fikrini çelerek sabr ü metânetini, azm-ü iradesini kırarak îman ve iykandan, salih ameller için mücahededen çekindirir, sırf hayvanî, behimî, fânî zevklere ve yanlış yollarla türlü hîylelere, hud'alara sevkederek geriletir, tedennî, tereddî ettirerek fânî hayatta çürütüp bitirmek ister, Allah anıldıkça hak korkusu göründükçe geriler, siner, fursat buldukça döner, yüz buldukça şımarır, musallat oldukça olur, musallat olduğunu da düğümlere üfliye üfliye evham ve hayalât içinde sindire, sindire zelil-ü bednam eder bırakır. Bu ma'na itibariyle de yine sinsi diye tercemesi muvafık olur.

İbn-i Sîna demiş ki, vesvas vesvese ika' eden kuvvedir, bu da nefsi hayvanîyi isti'male geçişi, sonra da hareketi aksine oluşu cihetiyle kuvvei mütehayyiledir. Zira nefsin asıl vichesi mebadîi mufarıkayadır, kuvvei mütehayyile onu madde ve alâ'ikıyla iştiğale doğru tuttuğu vakıt o kuvve, hunûs etmiş, ya'ni aksine hareket eylemiş olur (.......) . Bazıları da demiştir ki, kuvvei vehmiyyedir. Çünkü o mukaddimatta akla müsa'id olur, fakat iş neticeye gelince çekinir, vesvese vermeğe teşkik etmeğe başlar (.......) .

Âlûsînin bunlara karşı: kelâmullahi böyle tefsir etmek vesvasi hannasın şerrinden olduğu hafî değildir, diye

atması da reva olmamıştır. Zira vehm-ü hayal atılınca vesvesenin yeri kalmaz. Allah’ın kelâmını, yarattığı hilkata nazar ve âfak ve enfüsteki âyatını tefekkür ve mütalea ederek anlamağa çalışmak Şeytanın vesvesesi değil, Kur’ân’ın nazar ve tefekkür emirlerinin iycabı olduğu da unutulmamak gerektir. Netekim Beyzavî de vesvese vereni kuvvei vehmiyye gibi diyerek izah etmiştir. Bunu bir temsil değil, sade tenzîre hamledip de vehm-ü hayal vesveselerinin şerrini isti'azeden haric bırakmak Şeytanın en çok kullanmak istediği vasıtalarını ihmâl etmek demektir.

Vesvasın vesvese iyka' eden kuvve demek olduğunda ve vesvesenin tehayyül ve tevehhüm ile alâkadar bulunduğunda vesveseye düşülmeğe sebeb yoktur, ancak bunu tahsîsa kalkışmayıp da şu beyanı ilâhînin umum ve şümulü üzere anlamak elbette daha doğrudur. Zira vesvasi hannas nedir? Diye tereddüde düşülmemek için şöyle beyan ve tavzîh buyurulmuştur:

4 ﴿