6Gerek cinden gerekse ins (.......) Cinden ve İnsten -ya'ni o vesvese viren gerek gizli Cin taifesinden, Cinnîlerden olsun ve gerek malûm insanlardan, insîler kısmından olsun o vesvası hannas ikisine de şamildir, ikinci bir ma'na ile: Cinden de vesvese verir, İnsten de vesvese verir, ya'ni Cinlerden, maba'dettabî'î gizli mahlûklardan bahsederek onlara ilişik ettirerek o cihetten de vesvese verir, insanlardan bahsederek onlara ilişik ettirerek o cihetten de vesvese verir. İbn-i Sînanın anlayışına göre Cin istitardan, İns isti'nastandır, umuri müstetire havassi bâtıne, ümuri müste'nese havassi zâhiredir, vesvas, kalbe vesveseyi bunlardan verir (.......) . Üçüncü bir ma'na ile gerek Cinden olan ve gerek İnsten olan nâsın sadırları içinde vesvese verir, bu suretle Cinni de azıtır, İnsi de azıtır. Dördüncüsü bir ma'na ile de, ya'ni gizli açık Cin ve İnsin şerrinden. Bu ma'naların vechi: Buradaki (.......) in, ma'nası ve teallûkudur. Bunda müfesirîn üç, dört vecih zikretmişlerdir: Birincisi «min» beyaniyye olarak (.......) yi beyan olmasıdır ki, dolayısiyle vesvasın Cinslerini beyan olur. Ya'ni o vesvese veren vesveseci Şeytan iki türlüdür: biri maba'dettabî'i (metafizik) sahada gizli takımdan, Cinnîler soyundan; biri de tabiî sahada açık ünsiyyet edilen malûm insanlar soyundandır. Bu ma'na Sûre-i En'amda geçtiği üzere (.......) âyeti mazmununa mutabık olarak vesvasın İns ve Cîn Şeytanlarından e'amm olduğunu ve hepsinin şerrinden Allah’a sığınmak lüzumunu beyan olur, en açık ma'na da budur. Ebû Zer Radıyallahü anhten mervîdir ki, bir adama «sen Allah’a sığındın mı İns Şeytanından?» demiştir. İkincisi -(.......) ibtidaiyye olarak (.......) ve müteallık olmasıdır ki, vesvese vereni değil verdiği vesvesenin mebde'ini, ciheti teallûkunu göstermiş olur. Gâh Cinlerden vesveselendirir, Gâh İnsanlardan vesveselendirir demek olur. Bu veche göre Cin en umumî ma'nasiyle Melâ'ikeye dahi şâmil olabilir. Gerçi melek, şerr değil, ve vesvese vermez ise de vesveseciler onlardan da bahsederek vesvese ve iğfalâtta bulunabilirler. Üçüncüsü, (.......) daki «nâs» ı beyan olmasıdır ki, Ferra ve daha bir takımları buna kail olmuşlar ve demişlerdir ki, nâs, Cinne de ıtlak olunur, Netekim Sûre-i «Cin» de (.......) denildiği gibi Kelbîden menkul olduğu üzere (.......) dahi denilir. Bu surette o vesvas Cinden olan nâsa da İnsten olan nâsa da vesvese verir demek olur. Sahib Keşşaf der ki, ben bunu doğru bulmam, çünkü Cinne Cin denilmei ictinanlarından, gizliliklerinden dolayıdır, nâsa nâs denilmesi de beşer denilmesi gibi zuhurlarından dolayıdır ki, ibsar ma'nasına olan iynastan me'huzdur, nâs ta'birinin ikisine de söylendiği vâkı ve sahih ve sâbit olsa bile Kur’ân’ın fesahatine ve tesannu'dan uzak olmasına münasib olmaz. Bu ma'nayı anlamak için (.......) ile «ennasî» murad olunmak daha iyidir ki, (.......) gibi (.......) da kesr ile okunduğu gibi olur, sonra da bu nasî Cin ve İns ile beyan edilir, çünkü sekaleyn, Allahü teâlânın hakkını nisyan ile mevsuf iki nevi'dirler (.......) . Fakat bu da hilâfı zâhir olmakla beraber bu surette «sadr» ın cem'i olan sudûrun müfred olan nasîye izafeti de zevke pek mülâyim gelmez, bu veche kail olanların asıl maksadı burada ins ve insîyi mutlak insandan ehass olarak ona mukabil olan Cinni de mutlak insan cinsi ve mahiyyeti dahilinde mülahaza etmek olsa gerektir. Çünkü ins mutlak insan ma'nasına geldiği gibi insanın ünsiyyet ettiği enisine, yâr ve hemdemi ma'nasına da gelir, buna mukabil olan da tanımadığı yabancısı, mechulü demek olur. Yine bu ma'naya yakındır ki, insanın nefsi ve vücudu tarafına gelene insî ve öte tarafına vahşî ta'bir olunur, meselâ elin iç yüzü ve ayağın üstü insî elin dış tarafı ve ayağın tabanı vahşîdir, ve teşrihte bu ma'na meşhurdur. Kezalik Cin gece zulmeti ve istitar ma'nasından olarak havasdan mestur olan şeylere ve alelûmum Ruhanîlere ve Ruhaniyyundan bilhassa bir kısmına derecat üzere ıtlak edildiği gibi -ki, Sûre-i En'am âyetinde geçmişti bak- nâsın toplandığı çok ve kalabalık cemiyetin en çok ve gür yerine de dahilini setrettiği için (.......) denildiği lûgatta malumdur. Şu halde (.......) da nâs, ma'lum ve mechul umum insanlar, (.......) daki nâs da ehass ma'nasiyle insînin cem'i enâsî muhaffeti nâs, ya'ni me'nus insanlar demek olur. Cinne de bunun mukabili yabancı, gizli, tanınmadık, meçhul insanlar, demek gibi olarak ikisi alelumum insanları beyan olmuş olur. Vesvâs da alelûmum insanlar cinsine vesvese veren maddî, ma'nevî, uzak, yakın her ne ise o demek olur. Bu ma'na da haddi zatında mühimdir, ve lâfzın muhtemelâtından da olabilir, ancak bunda Cinnin ma'nasını tahsîs ile beraber, daha ziyade beyana muhtac olan vesvâsı bırakıp da zâhir olan nâsı beyana geçmek vardır ki, muvafık değildir, onun için bu üçüncü vecih, ma'na i'tibariyle doğru olsa bile nazımdan anlaşılması i'tibariyle pek zaıyf ve pek dolambaçlı olduğu için ta'kıdden halî değildir; bununla tefsir, fesahati Kur’âna muvafık olmaz. Yalnız Cin ve İnsin hass bir ma'nasını da anlatmak için zikrolunmuştur. Dördüncü bir vecih de (.......) vesvâsı beyan veya cârrın i'adesi ve muzaf takdiriyle (.......) ma'nasında bedel olmaktır ki, bunun da hasılı birinci vecih gibi olur. Bütün bu vecihler içinde en açığı birinci vecihtir. Bu suretle Cinne havassın mâverâsında olan maba'dettabî'î sahayı, (.......) da tabî'î sahayı beyan demektir. Vesvese mutlaka bunların birinden veya her ikisinden gelir. İşte bütün bunların şerrinden ve bahusus vesvesesi şerrinden insanların rabbı, insanların meliki, insanların ilâhı olan ehad, samed Allahi zülcelâla sığınmak hatime olarak emredilmiş ve bu vechile sığınanların ınayeti ilâhiyyeye mazheriyyetle korunarak hüsni hâtimeye irecekleri va'd buyurulmuştur ki, bunun üzerine şükrâne olarak (.......) diye Fâtihadan başlamak ne güzeldir. Bu Sûre-i celilenin harfları tekrarsız olarak sayıldığında yirmi iki harftır, Fâtiha harfleri de böyledir. Âlûsînin nakline göre bunun nüzul senelerine remz olduğunu söyliyenler olmuştur. Çünkü Kur’ân’ın yirmi iki senede nâzil olduğunu rivayet edenler de vardır. Lâkin meşhuru yirmi üç senedir. Şu halde yirmi iki seneden fazla olmakla beraber tam yirmi üç seneye de dolmamış olduğunu söylemek hepsini tevfîk etmiş olur. Gerçi lisanî bir vaz'ı, aklî veya tabî'î bir delâleti olmıyarak mahza tesadüf kabîlinden, görünen bu gibi tevafuklara ahkâm terettüb ettirecek kadar ihticaca salih, ifadesi maksud bir ma'nayi murad nazariyle bakmak doğru olmaz ise de hakıkatte ılmi ilâhîye nazaran tesadüf mülâhazası vârid olamıyacağı ve her tesadüfün dahi nefsel'emirde bir hikmet ve ma'nası bulunmak iktıza edeceği te'emmül olunursa bu gibi tesadüflerin yerine göre remzî bir ma'na ifadesinden halî kalmıyacağı da inkâr edilemez. Bu sebeble bunları da letâifi işarat ve müstetbeâti terâkib kabîlinden olan zevkî nüktelere mülhak remizler, iymalar halinde kayd ve mütalea etmek fâideden halî olmaz. Kur’ân’da bu kabîlden de bir çok incelikler bulunduğu malûm, maamafih müteşabihat vadîsi demek olan bu gibi nüktelerden muhkemat hılâfına ma'nalar çıkarmağa kalkışmak, Hurûfîlik zeyg-u dalâliyle Bâtınîlik zulmetlerine sürüklenmek demek olacağı, bunun ise Kur’ân’ın zulmetten nura götüren açık beyanına münafi olduğu da şübhesiz olmakla beraber muhkemata aykırı olmıyarak sezilen, duyulan lem'alar, lemhalar, ince ince ırfanları, zevkleri okşayan remizler, iymalar, kalden zeyade hâle aid olan ve ehlinden başkasına keşfi nikab etmiyen bedî'alar da ne kadar incelense o kadar müfid, o kadar lâtîf olur. Meselâ Kur’ân’ın evveli besmelenin (.......) sı ile başladığı, âhiri de nâsın «sîn» i ile hıtam bulduğu mülâhaza edilince bunun «bes» ya'ni yetişir, kâfî, işte o kadar demek gibi olduğu, bunun da (.......) mazmunu muhkemine mutabık olarak Kur’ân’ın başka bir kitaba, diğer bir delîle ihtiyac bırakmıyacak derecede usuli dînin hepsini havî, kâfî bir hidâyet rehberi olduğuna bir remz, ya'ni (.......) mazmuni muhkemine de işaret olması gibi anlayışlar, boş değil boştur. Netekim şu Farisî beyit de bu ma'nada söylenmiştir: Evvel-ü âhiri Kur’ân neye ba, sîn geldi. Ya'ni rehber iki âlemde bize Kur’ân bes Bunu bizde ma'ruf olan «Allah bes, bâkı heves» mazmuniyle anlamak da Kur’ân’ın evvel-ü âhir bütün mekasıdını muhtevî olmak i'tibariyle daha cemiyyetli olacağını ıhtar eylemek dahi şübhesiz ki, fâidelidir. Bunda Sûre-i Tevbenin âhirindeki (.......) ve Sûre-i Yâsinin âhirindeki (.......) gibi âyetlere bilhassa işâret bulunmakla beraber Fâtihadaki isti'ane ile hatimedeki isti'aze emirlerinin tevhid ve ıhlâs gayesinde bir tatmîni vardır ki, umumiyyetle matlûb olan hüsni hatıme de budur. Bununla beraber bu işaretleri harflerin ma'nayi remzîsinden çıkarmağa hacet de yoktur. Fâtiha ve Sûre-i Bekarenin evveli ile ıhlâs ve mu'avvizeteyn bu üç Sûre-i Bekarenin evveli ile ıhlâs ve mu'avvizeteyn bu üç Sûrenin ma'na ve mazmunu mülâhaza edildiği zaman doğrudan doğru me'anî arasındaki insicam ve münasebat ve evvel-ü âhir arasındaki ahengi vahdet silsilei fikriyye ve beyaniyyesiyle de o nükteleri ilham etmeğe kâfîdir, ve bu ahenk ve tenasüb bize Kur’ân Sûrelerinin tertibi de vahy ile olduğu hakkındaki mezhebimizin kuvvet ve isabetini gösterir. Onun için sırf rümuzâtından sânih olan ma'nalar muradı ilâhî olduğuna hükmetmek doğru olmıyacağı hakkında ulemanın ıhtarını unutmamak ve maksudu karanlık yollarda aramayıp sıratı müstakîme sarılmak ehassı mekasıd olduğunu dâima göz önünde tutmak lâzımdır. Dîn günü selâmete irmek için doğru yola hidâyet talebi evveli maksad olduğu gibi o yolda insanlık meratibinin aksayı kemali olan beka' billah saadetine kavuşmak için de gizli açık her türlü vesveseden, reyb-ü gümandan sakınarak tam bir iykan ile Allahü teâlânın rububiyyetine, melekûtuna, ulûhiyyetine sığınmak âhiri maksad olduğunun hatime olarak beyan buyurulmuş olması şübheden âzâde olarak gösteriyor ki, insanlığın gayei saadeti iykan ile ittikadadır, hüsni hatime onunladır (.......) dir. Ve işte lâreybefih olan bu kitabı ekmel böyle (.......) olarak indirilmiştir. Mucebince amel edenlerde hep o güzel akıbete ermiştir. Mucebince amel de Allah’ın lûtf-ü tevfikıyledir. Bize düşen (.......) mîsâkıyla onu istemek ve iykan-ü ihlâs ile ona sığınmaktır. Bu abdi âciz de hamd-ü tesbih ile onun lûtfi terbiyesine feyzı mülküne, ınâyeti ilâhiyyesine, rahmet-ü gufranına sığınarak hem kendim hem milletim, ıhvanı dînim hakkında vesveselerden âzâde kalbi selim ve vicdani müstakîm ile o âkıbeti hüsnaya tevfikını diler ve on iki senedenberi gece ve gûndüz aşkı hakk ile, gözlerinden nokta benokta eşki revân dökerek altmış senelik sahifei hayatıma kelâmullahın meal ve tefsirini yazmağa çalışan hamei nahâtimeye vaz'ı imza etmek isterken raz âşnayi cûdi hakk olmaktan bir ân fâriğ kalmak istemiyen kalbi nizarım da bu ibtihal ile hatmi mekal eder. Geldim likana irmek için işbu menzile Haşret irenlerinle beni eyleyip kerem Bir ân imiş meali kitabı vücumun Ömrüm şu tercemanım olan satrı mürtesem Levhi rızaya yazdır İlâhî bu satırım Her dem nevayı hamdini kaydeylesin kalem. Yâ Rab! Bana bir huküm ihsan et ve beni salihîn zümresine ilhak buyur, ve sonrakilerde bana bir sadâkat dili «zikri cemil» tahsîs eyle. Ve beni naim cennetinin vârislerinden kıl. Yâ Rabbenâ! Bizlere eşlerimizden ve zürriyetlerimizden güzler süruru ihsan buyur ve bizleri müttakîlere pişüva kıl. Yâ Rabbenâ! Bizlere ve bizden önce îman ile geçen ıhvanımıza mağfiret buyur, ve îman edenlere karşı kalblerimizde bir kîn tutturma. Yâ Rabbenâ şübhe yok ki, sen ra'ufsun, rahîmsin. Yâ Rabbenâ! Sanadır hamd ve evvel ve âhır. Sübhâneke yâ Rab! Şânın ne büyük! Bürhanın ne yüce!. Fâtiha senden hatime sana, Allahümme salli alâ Muhammed... 12 Cümâdelâhire 1357 8 Ağustos 1938 |
﴾ 6 ﴿