11Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat. Ama Rabbinin nimetini, gerek mevcut, gerekse olacağı vaad edilen nimetini hemen söyle, anlat da anlat. Sade lafını ederek ve gösteriş yaparak gururlanmak için değil, hakkını takdir, şükrünü yerine getirmek için eserini gösterecek, başkalarını da istifade ettirecek şekilde sözlü veya fiilî olarak anlat. Bu üç âyet 'deki "fâ" ile, önce anlatılanların neticesini göstermesi itibariyle şunu ifade eder: Rabb'inin sana lütfettiği gibi yetime şefkat, isteyene merhamet, Allah'ın muhtaç kullarına maldan mal, ilimden ilim, vaadden vaad ile lütuf ve ihsan ederek sonunun önünden, ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu duyur. Böyle nimeti anlatmak suretiyle Rabbinin büyüklüğünü herkese tanıt. BİR HATIRLATMA: Bu Duha Sûresi'nin sonunda ve ondan sonra Kur'ân'ın sonuna kadar her sûre bittiğinde tekbir getirmek sünnettir. Bu Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivayet edilmiş olup öteden beri yapılagelmiştir. Yedi kırâet imamından biri olan İbnü Kesir yoluyla rivayet edilmiştir. Bunu rivayet eden Ebû Hasen Bezzi şöyle demiştir: İkrime b. Süleyman'a okudum. Dedi ki: İsmail b. Abdulla b. Kostantin'e okudu. Ve'd-Duha'ya geldiğimde şöyle dedi: Hatim edinceye kadar her sûrenin sonuda tekbir al. Çünkü ben Abdullah b. Kesir'e okudum. Ve'd-Duhâ'ya geldiğimde "hatmedinceye kadar tekbir al." dedi ve Abdullah b. Kesir bana haber verdi ki Mücahid'den okumuş. O bunu emretmiş ve haber vermiş ki İbnü Abbas ona bunu emretmiş ve haber vermiş ki Übeyy b. Ka'b ona bunu emretmiş ve haber vermiş ki Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bunu emretmiş. Bunu sahih kaydını koyarak Hakim ve İbnü Merduye, "Şuab"da Beyhaki ve kırâet kitapları tesbit ve nakil etmişlerdir. Nisaburî "Ğaraibu'l-Kur'ân" adlı tefsirinde bu rivayeti kaydettikten sonra da demiştir ki: İmam Şafiî'den rivayet edildiğine göre O da ve'd-Duha'nın sonundan Kur'ân'ın sonuna kadar her sûrenin bitiminde tekbirin sünnet olduğu görüşündedir. Kunbül'den de böyle rivayet edilmiştir. Bunun sebebi, zikredildiği üzere vahiy, biraz gecikip de bu sûre indiği zaman Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu tasdik ederek "Allahu Ekber" demiş olmasıdır. Kırâetle ilgili bir kitap olan "Zübdetü'l-İrfan"da şu uyarı vardır: Biliniz ki Ve'd-Duhâ'nın sonunda ve ondan sonra Kur'ân'ın sonuna kadar her sûrenin sonuda tekbir getirmek sünnettir. Bu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fiili ile sabittir. Dolasıyıla her sûrenin sonunda "Allahü Ekber" deyiniz Sûresini bitirdiğinizde de tekbir alınız. Sonra Fatihatu'l-Kitab'ı ve Bakara'nın ilk âyetlerini a kadar okuyunuz. Sonra hatim duası ediniz. Buna "halli mürtehil" denilir. Bunların hepsinde hadisler vardır. Meşhurdur. Bununla beraber not olarak şu uyarıyı yapar: Şu da bilinmelidir ki tekbir kırâet âlimlerinden hiç birisince vacib değildir. Çünkü Kur'ân'dan değildir. Ebû'l-Feth Farisi demiştir ki: Her hatim eden için bunu yapmak mutlaka gereklidir demeyiz. Fakat her kim yaparsa iyidir, güzeldir. Her kim de yapmazsa ona bir vebal yoktur. Bunu yapmak sünnettir. Çünkü Bezzi İmam Şafiî'den şöyle nakletmiştir: Bana dedi ki: Tekbiri terk edersen Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sünnetlerinden birini terketmiş olursun. İbnü Abbas da Übey'den şöyle rivayet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sûresini okuduğunda, Fatiha'yı da a kadar okudu. "Siracü'l-Kâri"de de böyle yazılıdır. Nisaburi'nin de açıkladığı gibi tekbirin lafzında bazıları yalnız "Allahü Ekber" ile yetinir. Diğerleri kelime-i tevhid ile beraber der. "Elhamdülillah" diyerek hamd getirmeyi ilave edenler de vardır. Vahyin kesilmesi tehlikesi gibi bir keder sırasında bir kuşluk vakti güneşi parıltısıyla gelen ve hüzün gecesini sessizliğe kavuşturarak Rabb'inin yardımının devamı ile sonun önden daha hayırlı olduğunu ve ilerdeki lütfun büyüklüğü ile hoşnutluk gayesine erileceğini müjdeleyen ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayatının evveliyle sonunu karşılaştırarak, netice itibarıyla yetime şefkat, maddî ve manevî muhtaçlara merhamet hislerini uyandırarak sahip olunan nimeti anlatma emriyle son bulan bu mübarek sûrenin sonunda tam bir iman ve iç rahatlığı ile sahip olduğu nimeti söylemeye acele ederek "Allahu Ekber" diye bir tekbir almanın ne güzel bir emre uyuş, ne hoş bir gönül huzuru ilanı, ne büyük bir şükran duygusu ifade ettiğini ve bu şükran duygusunun sona kadar yenilene yenilene devam etmesi de nasıl arzuya şayan bulunduğunu hissetmemek mümkün değildir. Fakat bu tekbirin bu sûreler sonunda Kur'ân'dan bir parça olduğu zannı verilmemek ve farz olarak değil de o zevk ve mânâyı duyanların duygularına bırakılmış bulunduğu anlatılmak için kırâetlerde tevatür ile nakledilmemiş ve terkedilmesi caiz olmak üzere Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fiili ve bir yoldan da emri olmak üzere hususi olarak rivayet edilmiştir. Neticede bu mendub ve müstehab olarak âdet halinde uygulanır olmuştur. Bugünkü uygulama da böyledir. Çoğunlukla "Allahü Ekber" denilir. Çok vakit de "Allahü Ekber. Lâilâhe illallahu vallahu ekber ve lillahi'l hamd" denilir. Konuyla ilgili geniş bilgi için Cezeri'nin "Neşr-i Kebir"ine bakılmalıdır. Şimdi hüzünleri dağıtan bu ferah ve gönül rahatlığı üzerine artık dünyada hiçbir zorluk ve zahmet kalmadı zanniyle tembelliğe düşülmemek, ancak her zorluğun yanında kolaylıklar bulunduğunu bilerek sahip olduğu nimeti anlatmak için daha çok çalışmak, hem yalnız nimeti görmekle kalmayıp o nimeti verenin zatına bakmak ve bütün rağbetini ona yönelterek ona doğru gitmek için çalışmanın gereği anlatılmak üzere de bu sûreyi aşağıdaki gibi İnşirah Sûresi izlemiştir. |
﴾ 11 ﴿